'Kavak Yelleri'nde Reşat Nuri, 'Cumhuriyet Baloları'nı anlatmaya, "Cumhuriyetin ilk senelerinde dans hastalığı ve kadınlı erkekli aile toplantıları modası her yer gibi bizim kasabayı da sardığı zaman" sözleriyle başlar... 'Mürteci' damgası yemek korkusuyla müftünün bile katıldığı; "dansa kalkmasa da eliyle, ayağıyla mızıkaya tempo tutup limonata bardaklarını içki kadehi gibi tokuşturduğu" balolarda görünmek, bir parça, 'resmi bir vazife' idi. 1930'lardan sonra hemen her romanda karşımıza bir de cazbandlar çıkar: "Caz durmadan çalıyor, tangolar, fokslar, slovlar, valsler birbirini takip ediyordu" cümlelerine sık sık rastlarız. Mükerrem Kamil Su, 1930'ların Eskişehir'indeki bir nişan törenini şu satırlarla canlandırır:
"Cazbant zarif bir valse başlıyor. Bütün gözlerin pırıltıları üzerimizde olduğu halde musikinin dalgalarına karışıyoruz... Konfet yağmuru, serpantin düğümleri içinde mütemadiyen dönüyoruz." 'Yollarımız Ayrılıyor'da ise (1947), Muvaffak İhsan Garan'ın 'asri' genç kızı Belkıs, nişanlısının "bir parça nükteli konuşmamasından, Amerikan bobstilleri gibi swing dansı değilse de biraz daha düzgün tango ve vals yapamamasından, salonlardan, davetlerden, çaylardan nefret etmesinden" şikayetçidir.
Bu nedenle roman kahramanları dans hocalarına sıklıkla başvururlar. Ama bu cazbant tutkusunun, Avni Givda'nın "Sevgili Sevi" (1951) romanında olduğu gibi, alaya alan yazarlar da vardır: "Hanımefendi... Kocanız şimdi zenci cazcıya bir elli liralık gönderdi. Şarkı istiyor. 'Aman Adanalı'yı... Ancak bildiğiniz gibi değil. Zenci şarkıcı bunu mamboya çevirmiş... Kocanız 'Çal bire köpoğlu' diye bağırıyor."
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız