Kırmızı pigment ailesinin başına da benzer işler geldi. 16. yüzyılın başında, İspanyollar tarafından bir tür kaktüs böceği olan Meksika koşnilinin (kokinella, Dactylopius coccus) keşfine kadar en yaygın kırmızı. Ortadoğu'ya özgü kırmızböceğinin (Kermes ilicis) yumurtalarından çıkartılıyordu. Ancak, bunların hiçbiri Edirne'de üretilen gizemli "Türk kırmızısı" ile yarışamıyordu. Yüksek saflık derecesinin yanı sıra, çok canlı bir renk olan bu kırmızı, Osmanlılar tarafından altın pahasına satılıyordu.
18. yüzyılın ortalarında, Kıbrıslı işçiler, Fransızlar'a kökboyası (Rubia tinctorum) denilen bir bitkinin kökünden elde edilen bir kırmızı renk reçetesi bıraktılar. Ülkede hemen, özellikle Avignon bölgesinde bu bitkinin tarımına girişildi. 1860'a doğru Vaucluse, dünya kökboyası üretiminin yarısını, tek başına gerçekleştirmeye başladı.
1856'da İngiliz kimyacı Perkin, katranı damıtarak kinin elde etmeye çalışırken, parlak mor renkli bir sıvı ortaya çıktı. Bu sıvıya batırılan kumaşın aldığı eflatun rengi, hiçbir madde, hatta bir asır sonra bulunan çamaşır suyu bile solduramıyordu. "Anilin" diye adlandırılan bu ilk sentez boyasının, kökboyası ve indigo kadar sabit olduğu anlaşıldı. Birkaç yıl içinde de petrokimya sanayii, doğal pigment dünyasını alt üst etti. Ve çok sayıda sentetik boyayla birlikte, etkin ilkesi kökboyasına dayanan "alizarin" keşfedildi.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız