Yeryüzünde iftiraya uğramış insanlar olduğu gibi, iftiraya uğrayan ve topluca suçlanan milletler de var... Günümüz iletişiminin henüz hayal, görüntünün oldukça silik, haberleşmenin açıkça sakat, bilginin düpedüz yalan, deneyin alabildiğine eksik olduğu ve eğrinin doğrudan ayırt edilemediği karanlık çağlarda örnekleri pek fazla görülen bu suçlama ve iftiralar, ayrıca milletlerin topluca sergiledikleri ve kalın çizgilerle birbirinden ayrılan karakter farklılıklarından da kaynaklanıyordu...
Yüzyıllarca korku ve dehşet içinde yaşadı insanlar... Doğadan korktular, ele geçiremedikleri güçlerden korktular, birbirlerinden korktular, anlamadıkları şeylerden dehşete düştüler... Başlarına ne geldiyse, nedenlerini bir türlü bilemediler. Bu yüzden de, topluca suç işledikleri halde bu suçlan bazen bireylere, bazen kalabalıklara yamadılar...
İşte, böyle bir ortamda dünyaya yayılmaya başlayan Türk milleti de bu çeşit iftiralardan payına düşeni aldı... Ortaçağ'da bilinmezlik, korku ve dehşetle açılan gözler, Asya'dan kopup gelen ve birkaç defa Avrupa'nın kapılarını zorlayan bu ulusa karşı kuşkularla doldu... Onlar "Türk" diyorlardı... Savaşçı, yerinde durmaz, zıpkın gibi bir kavimdi... Şair Faruk Gürtunca, yakın zamanda bu kavmin tarifini şöyle yapmıştı:
Delmiş Roma 'nın kalbini mızrak gibi Hunlar
Göktürkler'i Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler...
Türk 'ün yüce tarihine binbir zafer ekler...
Dünya atının nalları altında ezildi
Kaç haçlı sefer göğsüne çarpınca kesildi
Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden
Kudretle zafer bizlere miras dedemizden...
Ama batılılar aynı görüşleri taşımıyorlardı...
"Mamma mia, gli Turchi!" (Anacığım, Türkler!)
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız