İnsanlık tarihinde gerilere doğru gidildikçe, hastalıklara, özellikle akıl hastalıklarına bakışın da temelden değiştiğim görebiliyoruz. Eski çağlarda, daha doğrusu epeyce yakın zamanlara kadar, tüm hastalıkların nedeninin, Allah'ın insanı cezalandırması olduğu kabul ediliyordu. Akıl hastalıklarında ise durum daha acıklıydı ve rahatsız olan kişinin içine şeytan girdiği düşünülüyordu. Ortaçağ Avrupa'sında bile bu düşünce yaygındı ve hastaların içindeki şeytanı yakmak için, hastalar ateşe atılıyordu. Şanslı olanlar ise, içlerindeki şeytanın çıkarılması için işkencelere uğruyordu. Bu düşüncenin kökeninde, hastaların Tanrısal bir cezaya uğradıkları inancının bulunduğu kesin. Bu tür kutsal cezalandırma yaklaşımına karşı tedavi yöntemi de, muskalar, büyüler, dualar, nefesler ve güya dinsel sağaltım törenleriydi. Kötü ruh ya da şeytanın da yakılmaktan başka çaresi yoktu.
Türk hekimliği: Otacı ve Efsuncu hekimler
Prof. Dr. Nil San'nın Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'inden aktardığı bir yazısında, eski Türkler'deki iki ayrı hekimlik biçiminden söz etmesi oldukça çarpıcı. Yazarın belirttiğine göre, "otacı" adı verilen ve ilaçlarla maddesel tedavi uygulayan hekimlerin yanı sıra, yalnızca ruhsal bir sağaltımla yetinen "efsuncu" hekimler var. Anlatılanlara göre, her iki hekimden de yararlanılmış olması gerekiyordu. Çünkü, otacılar bütün hastalıkları ve ağlıları ilaçla tedavi ediyorlardı. Ardından, efsuncular geliyordu; bunlar da cin ve perilerden gelen rahatsızlıkları sağaltıyorlardı.
Hastane köyler
Selçuklular dönemine gelindiğinde, akıl hastalıklarının sağaltımıyla uğraşan bir tür "hastane-köy"lerin varlığı bugün biliniyor. Bunlar, Prof. Dr. Ayhan Songar'ın yazdıklarına göre her biri dinsel ve toplumsal kuruluş olarak ortaya çıkan tekkeler biçiminde hizmet veriyorlardı. Akıl hastalarını kendi inanç yönelimleri doğrultusunda tedavi etmeye çalışan tekke şeyhleri, yaptıkları işi giderek ailelerine aktarıp, dinsel-büyüsel sağaltımlarını kuşaklar boyu sürdürdüler.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız