Hammadde ve ustalık, ender olarak bir araya geliyordu. O yüzden, kaliteli boyalar çağlar boyu dünyanın çeşitli bölgeleri arasında önemli bir ticaret konusu oldu. Bu da, fiyatı astronomik miktarlara çıkarıyordu. En fakirler ham kumaşlarla, halkın büyük çoğunluğu da soluk mavi, limon ve boyacı katırtırnağı (Genista tinctoria) çiçeğinden çıkarılan sarı gibi düşük kaliteli boyalarla yetinmek zorunda kalıyorlardı. Genel olarak, en pahalı boyalarda bile gerekli "renk haslığı"na, yani solmazlığa ulaşılamamıştı. Sözgelimi. Roma imparatorları, çamaşır makinesinden çıkmışçasına soluk görünümlü erguvan kırmızısı "toga"lar (cübbe) giyiyorlardı.
Bu renk yalnızca onlara aitti. Aksine davranışın cezası ise ölümdü. Ve erguvan kırmızısı, her zaman iktidarın simgesi oldu. Siyah, görkemli bir zenginliğin göstergesiydi. Bunu elde etmek için mavi, sarı ve kırmızı pigmentleri karıştırmak gerekiyordu. Yalnızca en büyük ustalar, birkaç yıkamadan sonra mora ya da koyu yeşile dönüşmeyen siyah kumaşlar boyayabiliyorlardı. Süreç içinde, daha sabit boyalar kullanılmaya başlandı.
Bunların en önemlisi indigo, yanı çivit mavisiydi. İlkçağ'dan beri indigo ticareti yapan Hintliler, boyanın bitkisel kökenli olduğunu saklamayı başarmışlardı. İndigoyu mavi bir toz şeklinde ithal eden Romalılar, bunun bir mineralden çıkarıldığını sanıyorlardı. İndigo, Ortaçağ süresince batıda pek kullanılmadı: ama. 16. yüzyılın sonunda tekrar önem kazandı. Sabitliği nedeniyle çiviotunun (Isatis tinctoria) yapraklarından üretilen pigmente rakip olarak tüm Avrupa'da benimsendi. Ama çiviotu tarımından önemli bir ekonomik kaynak sağlayan Toulouse kentinin ticaretini engellemeye başlayınca, indigo kullanımı Kral IV. Henri tarafından yasaklandı. Bu köktenci önleme rağmen, indigonun egemenliği sürdü, çiviotu ise unutulup gitti.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız