Sürekli hareketi hedefleyen ilk makine, 1150'ye doğru Hindistan'da gerçekleştirildi. Bu, kendi çevresindeki dönüşünden destek alan bir tekerlekti. Ağırlıklar, sol ve sağ bölüm arasında sabit bir dengesizlik oluşturacak şekilde dağıtılmıştı. Tekerleğin dönüşünü ise, söz konusu dengesizlik sağlıyordu. Buluş, kesinlikle tesadüfen ortaya çıkmamıştı. Sürekli hareket düşüncesi, Hindu felsefesindeki çevrimler kavramına, sonsuz dönüşe, yani reenkarnasyona (yeniden doğuş) dayanıyordu.
Araplar, sürekli hareket kavramını büyük bir hızla Avrupa'ya yaydılar. 1235'te Villard de Honnecourt, mimarlık kitabında pek çok tekerlekli "devridaim makinesi" modelinden söz etti. Yaklaşık aynı sıralarda, bir başka bilgin Pierre de Maricourt da, buna çok benzeyen bir makine çizdi. Tek farkı, hareket nedeni olarak ağırlık yerine mıknatıslığı göstermesiydi. Dengesiz tekerlek, yüzyıllar boyu sürekli hareketin ardında koşan bilginlerin temel şemasını oluşturdu. Ama bu düzeneklerin hiçbiri sürekli çalışmadı.
17. yüzyılın başında, Leonardo da Vinci, yarısı suya daldırılan bir tekerlekle konuya yenilik getirdi. Ancak deney, ötekilerden daha inandırıcı olmadı. Çağının her zaman ötesinde olan İtalyan bilgin, bunun üzerine sürekli hareket olasılığından kuşkulanmaya başladı. 17. ve 18. yüzyıllar arasında yapılan deneyler suya yönelikti.
Temel şemada, sıvının düşüşü çarklı bir tekerleği harekete geçiriyor; bu da bir Arşimet vidasını çalıştırıyordu. Arşimet vidasının işi, tekrar aşağı düşmesi için suyu yukarı çıkartmaktı. Bu amaçla yaylar, sarkaçlar, mıknatıslar; hatta suyun çok ince kılcal borularda yükselmesinden bile yararlanıldı.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız