Ortaçağ düşünürü olan Freibourglu Theodoric'in getirdiği çözüm, dahiyane olarak nitelendirilmekteydi. Ona göre, "Işık; rengini, içinden geçtiği ortamdan almaktaydı". O devirlerde, "Rengin bir cisim üzerinde mi üretildiği" ya da "Bir cisim tarafından, ışıktan ayrıştırılan bir nitelik" olup olmadığı çok önemli bir sorundu. Giderek ışığın saydam nesnelerden etkilenmesi üzerine yapılan çalışmalar, renklerin ortamlar arası geçişte ışığın kırılmasıyla ilişkili olabileceğini gösterdi.
Bu etkiyi kullanarak ışığı renklerine ayıran ilk kişi, ünlü Fransız filozof ve matematikçisi Rene Descartes'dı. Ardından Isaak Newton da 1666 yılında güneş ışığını prizmadan geçirdi. Newton, deneyi bir adım daha ileri götürerek renklerine ayrıştırdığı ışığı aynı deney içinde bir mercek yardımıyla tekrar birleştirdi. Newton, parçacıkların hızının renk algımızın nedeni olduğunu düşünürken, Descartes da bunun parçacıkların dönüş hızıyla ilgili olduğunu sanmaktaydı.
Güneşin optik alandaki ışığının prizmadan geçirildiğinde elde edilen ve kırmızıdan mora kadar değişen bu renk dizisine "spektrum" ya da Türkçe ‘deki anlamıyla "tayf" denildi. Newton ile başlayan bu fiziksel bilim dalının ismi de "Spektroskopi" oldu. Günümüzde artık spektroskopi, bilim olarak kristal prizmalarla değil de "Spektroskop" ya da "tayfçeker" adı verilen özel aletlerle yapılıyor. Belli büyüklükteki teleskoplara bağlanan modern tayfçekerler aracılığıyla, yalnız Güneş değil tüm yıldızların da tayfını elde etmek mümkün. Böylece, ışığının tayfı alınan yıldıza ve çevresine ait temel fiziksel özellikler ve bilgiler elde edilebiliyor. Çünkü tayfın renkleri, üzerindeki çizgiler, bunların incelik ve kalınlıkları hep gelen ışığın fiziksel özelliklerine göre biçimleniyor.
Spektroskopinin bir bilim olarak gelişmesi, astronomi ve astrofiziğe önemli katkılar sağladı. Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Fakültesi profesörü Osman Demircan, bu sürecin "Son derece karmaşık ve yoğun bilimsel bilgilerle dolu olmasına karşın, bir o kadar da zevkli ve heyecanlı..." olduğunu söylüyor. "Bir yıldızın verdiği ışınım, öncelikle onun sıcaklığına bağlı. Yıldız ilkin, "kara cisim" denilen bir cisme benzetiliyor. Fizikte iyi bilinen bir model bu kara cisim için ışınım yasaları biliniyor. Yani, bir kara cismin hangi sıcaklıkta nasıl enerji verdiği gibi..."
Dalga boylarına göre bu enerjinin dağılımına gelince, Prof. Dr. Semanur Ergun kömürü örnek vererek, "Kömür tam bir kara cisim değil" diyor, "Ama ona yakın bir cisim olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, doğada doğal bir kara cisim bulmak zor. Kömür yavaşça ısıtılmaya başlandığında enerji vermeye de başlıyor. Ancak biz, önceleri onu ışıklı göremiyoruz; çünkü verdiği enerji, henüz gözümüzün algıladığı 400-700 angstrom arasında değil. Sıcaklık yükseltildikçe, renk önce kırmızı, sonra sırasıyla sarımsı, yeşilimsi, mavimsi ve nihayet beyaza ulaşıyor. İşte bu, kömürün bize verdiği enerjinin maksimum dalga boyunun yavaş yavaş küçük dalga boyuna doğru kaydığını gösteriyor. Böylece bir kara cismin renginden onun sıcaklığını bulmak böyle mümkün... Dalga boyu, dalga şeklinde yayılan ışığın, birbirini izleyen iki dalgasının maksimum ve minimum noktaları arasındaki uzaklığı ifade ediyor..." diye açıklıyor.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız