Kanlı arenalar, aşırılıklar ve beyaz mermer heykellerle özdeşleştirdiğimiz Antik Roma, gerçekten olduğu kadar mitlerle de mi bezeli?
Gladyatör dövüşlerinin ölümcüllüğü, "kusma odalarının" işlevi gibi birçok yanlış bilinen detay, Roma hakkında düşündüklerimizi sorgulatıyor. Antik Roma'ya dair sekiz yaygın efsanenin perde arkasındaki gerçekleri keşfetmeye hazır mısınız?
Efsane 1: Gladyatörler her zaman ölümüne dövüşürdü
Filmlerin “öl ya da öldür” anlayışıyla sunduğu gladyatör dövüşleri, gerçekte her zaman ölümcül değildi. Tarihçi Garrett Ryan, *Naked Statues, Fat Gladiators, and War Elephants* adlı eserinde, dövüşlerde gladyatörlerin yalnızca beşte birinin hayatını kaybettiğini ifade ediyor.
Gladyatörlerin arenada ölmesi kimse için avantajlı değildi; zira ölen bir gladyatör artık gelir getiremezdi. Bu durum, gladyatörlerin sahibi ve eğiticisi olan lanistalar için ciddi bir maddi kayıp anlamına geliyordu. Ancak bu, dövüşlerin tehlikesiz olduğu anlamına gelmez. Gladyatör dövüşleri kanlı ve acımasız bir spordu; ağır yaralanmalar sık görülür ve bu yaralanmalar çoğu zaman ölümcül enfeksiyonlara yol açardı.
Efsane 2: Kusma odaları, Romalıların ziyafet sonrası midelerini boşalttıkları bir odaydı
Antik Romalıların görkemli ziyafetlere düşkün oldukları ve bu ziyafetlerde aşırı yedikten sonra midelerini boşaltmak için özel bir odaları olduğu sıkça anlatılır. Bu odalar, *vomitorium* yani "kusma odası" olarak adlandırılırdı.
Ancak gerçek farklıdır: Vomitoriumlar, kusmayla hiçbir şekilde ilgili değildi. Bu terim, aslında amfitiyatrolar ve arenalarda kullanılan bir mimari tasarıma işaret ederdi. Kalabalıkların giriş ve çıkışını hızlandırmak için tasarlanmış geçitlere vomitorium deniyordu, ziyafet sofralarına değil.
Efsane 3: Antik Roma heykelleri beyaz renkteydi
Antik heykelleri düşündüğümüzde, genellikle beyaz mermerden yapılmış, sade ve zarif figürler aklımıza gelir. Ancak bu, bir sanat tercihi değil, zamanın getirdiği bir değişimdir.
Aslında Roma dönemi heykelleri ve büstleri son derece renklidir. Sanatçılar, heykelleri cilt tonlarından kıyafet detaylarına kadar canlı renklerle boyayarak hayata geçirirdi. Ne var ki, boyalar yüzyıllar içinde aşınmış, geriye sadece çıplak mermerin kaldığı bir görünüm bırakmıştır. Bugün bu heykellerin renksiz olması, geçmişteki canlı dünyalarının bir izini taşır.
Efsane 4: Roma alevler içindeyken Nero keman çaldı
MS 54-68 yılları arasında Roma tahtında olan Nero, tarihte genellikle aşırılıkları ve zalimliğiyle bilinen kötü şöhretli bir imparator olarak anılır. Hakkında en çok bilinen efsanelerden biri, MS 64’teki büyük Roma yangını sırasında şehir yanarken keman çaldığıdır.
Ancak bu hikaye, tamamen bir kurgudan ibarettir. Yangını anlatan kaynaklar, olaydan çok sonra kaleme alınmış ve görgü tanıklarına dayanmamaktadır. Ayrıca, keman Nero’nun döneminde henüz icat edilmemişti. Gerçekte Nero, yangını ciddiye almış gibi görünüyor. Yangın sırasında şehirde olmamasına rağmen, haber alır almaz Roma’ya dönmüş, yangını söndürmek ve zarar görenlere yardım etmek için çalışmalara öncülük etmiştir.
Efsane 5: Romalı kadınlar ev hayatıyla kısıtlanmıştı
Evet, Roma ataerkil bir toplumdu; kadınlar erkeklerden daha az hakka sahipti, oy kullanamıyor ve resmi kamusal görevlerde yer alamıyordu. Ancak bu, kadınların tamamen evlerine kapandığı anlamına gelmez.
Romalı kadınlar, yaşamları üzerinde söz sahibi olmanın yollarını buldular. Örneğin Julia Felix, MS 79’da Pompeii’nin yok oluşundan kısa bir süre önce, hem evlere hem de bir hamama sahipti ve bu mülkleri işletiyordu.
Kadınların yasal hakları sınırlı olsa da, bazıları siyasette dolaylı bir etki yaratmayı başardı. Özellikle imparatorların ve senatörlerin eşleri, kızları ve kız kardeşleri politik nüfuz sahibiydi. Bu etki yalnızca elitlerle sınırlı değildi; MÖ 195’te kadınlar, lex Oppia adlı giyim yasasına karşı sokaklara çıkarak protesto etmiş ve seslerini duyurmuştu.
Efsane 6: Roma İmparatorluğu’ndaki herkes aynı görünüyor ve aynı dili konuşuyordu
İkinci yüzyılda zirvesine ulaşan Roma İmparatorluğu, günümüz İngiltere’sinden Türkiye’ye kadar geniş bir coğrafyayı kapsıyordu. İmparatorluk, Aramice, Yunanca ve Galce gibi çeşitli dilleri konuşan, farklı kültürlerden ve etnik kökenlerden insanları bir araya getiriyordu.
Bu geniş coğrafyada insanlar sıkça yer değiştiriyordu. Örneğin, 1901’de İngiltere’nin York kentinde, seçkin bir Romalı kadının kalıntıları bulundu. Modern analizler, bu kadının büyük olasılıkla Kuzey Afrika kökenli olduğunu gösterdi. Roma Britanyası’nda yalnız değildi; Hadrian Duvarı’nda görev yapan askerler arasında da Afrikalılar bulunuyordu.
Hatta imparatorların bile kökeni her zaman İtalya yarımadasına dayanmazdı. Örneğin Traianus, günümüz İspanya’sında doğmuştu, Septimius Severus ise bugünkü Libya’dan geliyordu. Bu çeşitlilik, Roma’nın kozmopolit yapısının bir yansımasıydı.
Efsane 7: İlk Hristiyan şehitleri çoğunlukla Kolezyum’da öldürüldü
Erken Hristiyanlık dönemine dair anlatılarda, şehitlerin vahşi işkencelere maruz kaldığı ve Kolezyum’da öldürüldüğü sıkça vurgulanır. Ancak, bu tür olayların Kolezyum’da gerçekleştiğine dair tarihsel bir kanıt bulunmamaktadır. Bunun yerine, Circus Maximus gibi Roma’nın diğer alanlarında ya da farklı eyaletlerde dini sebeplerle infazların gerçekleştirildiği bilinmektedir.
Kolezyum’un Hristiyan şehitleriyle ilişkilendirilmesi ise 5. yüzyılda ortaya çıkan bir hikayedir. Bu dönemde Hristiyanlık zaten Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline gelmişti. 16. yüzyılda ise Katolik Kilisesi, Kolezyum’un şehitlerin dökülen kanıyla kutsal bir mekan olarak kabul edilmesini sağlamıştır.
Efsane 8: Roma MS 476’da yıkıldı
Geleneksel anlatıya göre, Roma İmparatorluğu, Germen kralı Odoacer’in 5. yüzyılda İmparator Romulus Augustulus’u tahttan indirmesiyle sona ermiştir.
Ancak bu olay, Roma İmparatorluğu’nun tamamen sona erdiği anlamına gelmez. MS 330 yılında, imparatorluk ikiye ayrılmıştı: Batı İmparatorluğu Roma’da, Doğu İmparatorluğu ise Konstantinopolis’te merkezlenmişti. Romulus Augustulus’un 476’da görevden alınmasına rağmen, Doğu İmparatoru Zeno tahtını korudu ve Doğu Roma, daha sonra Bizans İmparatorluğu olarak bilinecek şekilde, yaklaşık bin yıl daha varlığını sürdürdü.
Bazı tarihçiler, Batı İmparatorluğu’nun çöküşünün etkisinin abartıldığını savunuyor. Edward J. Watts, *The Eternal Decline and Fall of Rome: The History of a Dangerous Idea* adlı kitabında, “İtalya’da kimse [Odoacer’in] gelişiyle Roma yaşamında köklü bir değişiklik olduğunu düşünmedi […] Roma’yı Roma yapan geleneklerin çoğu aynen devam etti,” diyerek bu görüşü dile getiriyor.
Gerçekten de, Roma’nın etkisi modern dünyada hala hissediliyor; altyapımızda, spor sevgimizde ve Latince kökenli dillerimizde yaşamaya devam ediyor. Ancak, Roma’nın mirası günümüze kadar ulaşmış olsa da, tarih boyunca süregelen bu yanlış inanışların yerini doğrular almalıdır.
Yorumlar
ANTİK*
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız