Antik dönem Yunanlılarına göre depremlerin tek sorumlusu, denizlerin tanrısı Poseidon'du. Bu mit de, sismik aktivitenin çoğunun Akdeniz'in altında oluştuğu gerçeğiyle ortak bir noktayı yakalıyordu. Ancak, tüm bunlara rağmen, depremleri doğal olaylarla bağdaştıran yaklaşımlar da yok değildi. Babilli astronomlar, Güneş ve yıldızların dizilişleri ile sarsıntılar arasında bağlantılar olduğunu sanıyorlardı. Aristo'nun "Meteorologica"sında depremlerin, buharlaşma ile oluşan rüzgarlara bağlı olduğunu savunuluyordu.
Güneş'ten gelen sıcaklık yeryüzünde buharlaşmayı oluştururken, dünyanın içindeki ateş de yerin altında buharlaşmalara neden oluyordu. Rüzgarlar dünyanın içine dolup yeteri kadar güç toplayınca yeri sarsabiliyorlardı. "Gözenekli toprağı olan yerlerdeki sarsıntı daha fazla olur, çünkü bu topraklar içlerine daha fazla rüzgar alırlar" diyen Aristo böylece jeolojik bir gerçeğe de deyinmiş oluyordu.
Bunlarla beraber, depremleri "tanrının öfkesi" olarak görme inancı popülaritesini devam ettirdi. 1692'de Jamaica'daki Port Royal depremi bu inancı daha da kuvvetlendirmişti. Çünkü bu şehir, İngilizlerin "Yeni Dünya"da yarattığı en zengin sömürgelerden biriydi, bu ayrıcalığı da Batı Hindistan'ın korsan ve köle ticareti merkezi olarak kazanmıştı. Depremin kötü insanların yaşadığı bu bölgeyi yerle bir etmesi, tanrının onlara karşı duyduğu öfkenin bir sonucu olarak yorumlanmıştı.
1700'lü yılların ortalarına doğru ortaya daha bilimsel teoriler atılmaya başlandı. 1755 depremi, dünyanın en zengin şehirlerinden birisi olan Lizbon’u yerle bir etmeye yeterli olmuştu. Optimist filozofların kafaları biraz olsun karışmıştı; ve, bunu en iyi değerlendiren Voltaire oldu. "Candide" adlı romanında Lizbon depremine değinerek "Dünyaların en iyisi buysa, diğerlerinin nasıl olduğunu merak ediyorum doğrusu" diyerek optimistlere laf atıyordu.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız