Çin tıbbında ana ilke, "önlemek tedavi etmekten iyidir" diye özetleniyor. Yani Çin tıbbı, tam anlamıyla "önleyici tıp" kategorisine giriyor. Bu ülkede tıp çalışmaları çok eski tarihlere uzanıyor. Akupunktur sanatının başucu kitabı olarak kabul edilen ve efsanevi Çin imparatoru Huangdi'nin kaleme aldığı "Nei Jing" (İç Kitabı), M.Ö. 3. yüzyılda yayımlanmıştı. Akupunktur tedavisinin ilkeleri Taocu düşüncede ve doğanın gözlemlenmesinde yatıyor. Çinliler'e göre, her şeyin başında enerji bulunuyor. Enerji, gökyüzünden yere iniyor ve daha sonra yeniden gökyüzüne çıkıyor. İnsan ise, tüm organizmalar gibi gökyüzü ile yeryüzü arasında bir noktada bulunuyor. Bu durumda, doğal olarak hem içten hem dıştan aynı enerji akımlarının etkisinde kalıyor. Enerji taşıyıcısı görevi gören akupunktur iğnesi, belli deliklerden organizmaya soktuğu dış enerjilerin yardımıyla iç enerjileri düzenliyor.
Latince'deki "acus" (iğne) ile "punctura" (batırmak) kelimelerinden türetilen akupunktur. Avrupa ve Çin'de farklı amaçlarla kullanılıyor. Batı ülkelerinde insanlar, akupunkturu hastalandıkları zaman yaptırıyorlar. Oysa Çin'de, herhangi bir hastalık belirtisi olmasa da, insanlar yılda birkaç kez akupunktur tedavisinden geçiyorlar ve genel sağlıklarını sürekli denetimde tutuyorlar. Yani, akupunktur uzmanı, kişiyi sağlıklı tutmakla yükümlü. İşte bu nedenle, Çin'de sadece bu seanslar için para alınıyor. Hasta olan kişiden tedavi ücreti istenmiyor. Eğer hasta akupunktur tedavisi sırasında ölürse, doktorun evinin önüne kırmızı bir lamba asılarak başarısızlığı herkese duyuruluyor. Batı tıbbının yüzyıllarca anlamakta güçlük çektiği bu tedavi tarzı da şu atasözüyle dile getiriliyor: "Kapıyı açık bıraktıktan sonra düşmanı yakalamak neye yarar."
Ginseng kökü, Çin kökenli bir bitki... Genel olarak, bitkilere karıştırılan toz biçiminde kullanılıyor.
Aslında akupunktur, daha kapsamlı ve bütünsel bir tedavinin ilk aşaması... Ardından hastanın bütünsel enerjisinin dengelenmesi geliyor. Çin tıbbının felsefesi, yaşamın üç temel güce dayandığı ilkesinden hareket ediyor. Bunlardan birincisine insanoğlu doğumla kavuşuyor. Buna "asırlık enerji" adını veriyorlar ve özünde insanı uzun süre yaşamaya endeksliyor. Diğer iki güç ise, besleyici enerji olan yin ile savunucu güç olan yang... Yin ile yang birbirinin zıddı değil, tamamlayıcısı güçler. Ve bütün mesele bu güçler arasındaki enerji dengesini güçlendirip, korumak... Kuşkusuz bir de bu güçleri belirleyen dış etkenler var. Bunlar iklim değişiklikleri. Çinliler beş ana iklim saptıyorlar: İlkbahar, yaz, hasat, sonbahar ve kış... İlkbahar odunun, yaz ateşin, hasat toprağın, sonbahar metallerin, kış da suyun mevsimi... Odunun rengi yeşil, ateşin kırmızı, toprağın san, metallerin beyaz, suyun da siyah... Odun ateşi besliyor, ateş toprağa geri dönüyor, toprak metalleri bağrında taşıyor, metal mineral birleşiminden de su fışkırıyor, su ise yeniden odunun filizlenmesini sağlıyor ve bu döngü böylece sürüp gidiyor. Bu maddelerin her birine insan organizmasının bir bölümü ve oradaki organlar karşılık geliyor. Oduna karaciğer, safrakesesi, gözler ve kaslar; ateşe kalp, incebağırsaklar, dil ve damarlar; toprağa dalak, mide, ağız ve kaslar; metallere akciğerler, kalınbağırsaklar, burun ve deri: suya da böbrekler, idrar kesesi, kulaklar, kemikler ve ilikler... Bu alanların her biri vücut enerjisinin beşte birini harekete geçiriyor. İşte akupunktur, bu bölgelerdeki enerjiyi, meridyen adı verilen birtakım hayali kanallara iğneler batırılmasıyla uyarıyor. Burada ilginç bir nokta beynin unutulması... Gerçekten de geleneksel Çin tıbbında beyin "garip bir organ" olarak tanımlanıyor ve asla batıdaki kadar önem verilmiyor.
Usta bir akupunkturcu yaklaşık 360 iğne kullanabiliyor. Bazıları altın bazıları ise gümüş iğneleri tercih ediyor. İlk iğneler enerjiyi yumuşatmak, ikinciler onu dağıtmak, üçüncüler ise enerjiyi kanalize etmek için kullanılıyor. Son olarak; bütün akupunktur ya da geleneksel Çin tedavileri uygulanırken "biyolojik saat" dikkate alınıyor. Çünkü, günün ve gecenin belirli saatlerinde, enerji vücudun belli bir noktasını güçlü ya da güçsüz bir biçimde kat ediyor. Nefes alma sorunlarının sabahın 3'ü ile 5'i arasında ortaya çıkması tesadüf değil... Çünkü akciğer o saatlerde enerjisinin en üst noktasına ulaşıyor.
Çinlilere göre nabız, organlardaki enerji farklılıklarını gösteren gerçek bir bilgisayar... İyi bir uzman nabzı tutup okuyarak tüm rahatsızlıkların teşhisini koyabiliyor. Örneğin, nabız küçük bilyeler gibi parmakların arasından akıp gidiyorsa, bu, o kadının hamile olduğunu gösteriyor. Nabız, Çinlilerin deyişiyle bambu dalı gibi düğüm düğüm ve pürtüklü bir biçimde atıyorsa, o kişinin kan dolaşımında bir sorun olduğu düşünülüyor. Geleneksel Çin tıbbına göre, nabız her mevsim farklı biçimde atıyor. İlkbaharda bir yay gibi gergin, yazın ise yumuşak ve sakin... Bu tanımlamada görülebilecek bir anormallik, mutlaka bir hastalık ya da rahatsızlık demek... Örneğin temmuz ortasında nabız kış aylarındaki gibiyse, bu, anjin belirtisi sayılıyor. Çin'de bir akupunktur uzmanının aynı zamanda iyi bir nabız okuyucusu olması için, tam 5 yıl boyunca pratik eğitim alması gerekiyor. Nabzın yanı sıra bilekte, başka meridyen noktalan ve bölgesel nabızlar bulunuyor. Uzmanlar bilekte tam 28 duyu noktasının bulunduğunu söylüyorlar. Nabız ile teşhis, özellikle doktor yanında soyunmaya karşı çıkan topluluklarda çok büyük bir önem taşıyor.
Aromantik bir bitki olan misketotunun ekstrelerine, Japonya'da "mogoza" deniyor. Bunlar önce kurutuluyor ve daha sonra da toz haline getiriliyor. Ardından, akupunktur seansı sırasında ısıtılan bölgeye, bu kurutulmuş toz yerleştiriliyor. Önceleri Kuzey Çin'de yaygın olan bu tedavi, günümüzde daha çok genellikle Japonya'da uygulanıyor. Özellikle, romatizma ve kas tutulmaları gibi, soğuk algınlığıyla ilgili rahatsızlıklarda kullanılıyor. Misketotu tozunun yang'ı, yani vücuttaki bağışıklık sistemini harekete geçirdiğine inanılıyor. Ortaçağ'da kolera salgınları sırasında da kullanılan bu yöntemin bir avantajı da, yaşlı insanlarda ve küçük çocuklarda olumlu sonuçlar vermesi...
Demirin işlenmesinin bilinmediği dönemlerde, akupunktur ustaları iğne yerine bitki dikenlerini ya da sivri taş parçalarını kullanıyorlardı. Daha sonra iki renk iğne kullanmaya başladılar. Kırmızı iğneler enerjiyi yumuşatmak, beyaz iğneler de enerjiyi vücuda yaymak için batırılıyordu. Bugün akupunktur teknolojisinde, boyları 1,5 ile 7cm. arasında değişen 9 tür iğneden yararlanılıyor. Bazıları masaj, bazıları yüzeysel batırma, bazıları da hızlı ve devamlı bir tedavi için kullanılıyor. Günümüzde akupunktur uzmanları, bu tedaviyi tek kullanımlık, her seanstan sonra atılan metal iğnelerle sürdürüyorlar.
Usta Zu Sanli ya da "36 mide" noktası adı verilen nokta, akupunktur tedavisinde çok karmaşık bir işleve sahip... Mide meridyeninin bu 36. noktası, dizin hemen üstünde, baldırın ön yüzünde bulunuyor. Bu noktaya uygulanan akupunktur ile boğaz hastalıklarını, göz kırpıştırmalarını, gastrit ve bağırsak rahatsızlıklarını tedavi etmek mümkün... Öte yandan, Çinli Budist rahiplerin sıtmaya karşı bu noktaya akupunktur uyguladıkları biliniyor. Bu nokta öyle önemli ki, bir Japon halk sözü bunu şöyle açıklıyor: " Yol arkadaşının 36. noktasının iğneyle ısıtılıp ısıtılmadığını kontrol edip öyle yola çık…”
Akupunkturla zayıflama
Akupunktur, 5000 yıldır iğnelerle uygulanan bir tedavi yöntemi... Akupunkturu telefon tuşlarına benzetebiliriz, nasıl ki belli numaraları tuşladığımızda, belli kişiler karşımıza çıkıyorsa, akupunktur iğneleri de belli noktalara uygulandığında, o noktalardan beyne uyarılar gidiyor. Örneğin iştah kesme olayında, akupunktur iğneleri ile uyarılan noktalardan beyne sinyaller gönderiliyor ve bunun sonucunda vücut kendi endorfinini artırıyor. Akupunktur vücutta bulanan 261 tane genel nokta ve kulakta bulunan 150 nokta üzerine uygulanıyor. Bu noktalar laser manyetik dalga veya bir iğne ile uyarıldığı zaman oradan iletilen mesajlar hem o bölgeyi hem de başka merkezleri uyararak içsalgıbezlerinden bir takım salgıların ortaya çıkmasını sağlıyor ve bu salgılar da gidip sorunlu bölgeyi tedavi ediyor. Sürekli ağrı çeken hastalar üzerinde çok faydalı etkiler görülüyor. Migren hastalarının tedavisinde olağanüstü sonuçlar alınıyor. Çünkü migren hastalarının kanlarındaki endorfin seviyesi akupunktur öncesi çok düşükken, akupunktur tedavisiyle bu seviyenin yukarı çekildiği ve bunun sonucunda migren ağrılarının giderildiği görülüyor. Her kişinin kendine özgü akupunktur noktaları var. İşte biz o noktaları özel bir dedektör ile saptayıp, iğneler vasıtasıyla uyararak tedavi ediyoruz. Kullanılan iğneler çelik-gümüş karışımı olup, akupunktur noktasının derinliğine göre boyları değişiyor. Akupunktur, VVHO'nun (Dünya Sağlık Örgütü) yayınladığı rapora göre de onaylandığı gibi, en çok migrene, sinüzite, boyun kireçlenmelerine ve baş ağrılarına iyi geliyor. Astım, sivilce tedavileri, alerjik bronşitler, saç dökülmeleri, romatizmal hastalıkların hemen hepsinde ve kabızlık şikayeti olan hastalarda da kullanılıyor ve başarılı sonuçlar elde ediliyor. Hatta migrende bu başarı yüzde 80'lere, çocuk yaşta meydana gelen astımlarda ise yüzde 75- 80'lere ulaşıyor.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız