Gerçekte, kızıl renk tüm insanları tedirgin ediyor. Rönesans dönemindeki kızıl saç akımı, eğitimli üst tabaka ve estetikçiler tarafından özel bir gariplik olarak görüldü. Sıradan halk böyle düşünmüyordu. Şeytan'ın rengi, aynı zamanda cadıların, onun hizmetçileri ve arkadaşlarının da rengiydi. Gözlerini çevreleyen kızıl teni ve saçıyla bir hilkat garibesi ya da kırmızı eteği, çorabı ve mendiliyle büyücü olarak görüyorlardı.
Rönesans döneminin başlangıcından 18. yüzyıla kadar, tüm kadınlar cadı olarak damgalanma tehlikesi yaşadılar. Katolik engizisyoncuları, Protestan kilise adamlarıyla birlikte kadınlara karşı büyük bir savaş başlattılar. Bu dönemde Avrupa'da yaklaşık 100.000 kadın Şeytan'ın işbirlikçisi ya da büyücü diye nitelenerek işkence gördü, yakıldı, asıldı ve boğuldu. İyi kadınlar Cennet'te olanlardı, yeryüzündeki kadınlar kesinlikle çok kötüydü. Bu şizofren mantıkla kilise ve normal mahkemeler yaşlı, genç, güzel, çirkin tüm kadınları, yardımcıları olarak gördükleri erkekleri ve hatta çocukları yaktılar. Bu ortamda kızıl saçlar büyücülüğün kesin bir simgesi sayılıyor; ama tek işareti sayılmıyordu.
Cadıların imajı değişti. Kadınların bakış açısıyla, büyücüler son derece ilginç varlıklardı. Kızıl saç, eşitliği ve özgürlüğü arayan kadınların simgesi oldu. Kadın; savaşçı, bilinçli, dinamik, başarılı, güçlü ve aynı zamanda erotik olmalıydı. Yeni örnekleri sinema ve müzik dünyasında da ortaya çıktı. Vamp görünümüyle Rita Hayworth, narin yapısıyla Katherine Hepburn karakteristik Shirley MacLaine, duygulu İsabella Huppert...
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız