Kadim çağlarda müzik, beden, zihin ve ruh için hem tedavi hem de bir çeşit insiye aracı olarak kullanılmıştır. Solfeggio Frekansları’nın, DNA’mızı aktif hâle getirmek için, ötesinde; kapalı olan ‘hurda genler’in açılmasında kullanılır.
Solfeggio Frekansları, 6 notalı bir ölçektir. Var olan her şey, evrensel bir enerjiden oluşmuştur. Her şey titreşir.
ortaya çıkarmıştır. Kendisi “DNA’nın kollektif hafızayla bağlantılı olduğunu, her şeyin bir bütün olduğunu” belirtmiş ve kendisini, frekansların DNA aktivasyonu üzerindeki etkisini araştırmaya adamıştır.
AIDS hakkındaki çalışmalarıyla tanınmış olan Dr. Leonard G. Horowitz ile birlikte yazdıkları, 1999 yılında yayımlanan “Healing Codes for the Biological Apocalypse“ adlı kitabında, Solfeggio Frekanslarının bir çeşit numeroloji metodu ile oluşturduğunu yazmıştır.
Pisagor yöntemini kullanarak bunları deşifre ettiğinde, eski Solfeggio skalasının eksik 6 tonuna karşılık gelen, 6 elektromanyetik ses frekansı ortaya çıkarmıştır. “3, 6 ve 9, Solfeggio frekanslarının temel kök titreşimleridir.” sonucuna varılmıştır. Bu da bize, zamanının gerektiği değeri vermediği, bilim insanı Nikola Tesla’nın sözlerini hatırlatıyor;
“3, 6 ve 9 rakamlarının ihtişamını ve önemini bilseydiniz, Evren’in kapılarını açacak bir anahtarınız olurdu.”
“Eğer evrenin sırrını bulmak istiyorsan, enerji, frekans ve titreşim açısından düşünmelisin.”
Carl Sagan genetik bilgimizin çoğunun, kullanılmamış DNA’da olduğunu söylemiştir. Bu da yaklaşık %97 ile ifade edilen ve yazının başında belirttiğim hurda gene işaret eder. Sagan bu durum için, “genetik anlamsızlık” der.
Kim olduğumuzun bilgisi, asıl potansiyelimiz, uykuda olan genlerimizde yazılıdır. Albert Einstein, “Maddeyle ilgili olarak hepimiz yanlışız. Madde diye bir şey yoktur. Madde olarak adlandırdığımız şey, titreşimleri duyularımızla algılayabileceğimiz şekilde indirgenen enerjidir.” der.
“Her şey bilinçtir” diyen fizikçi Dr. Fred Wolf, “Bir nesneyi gözlemlediğinizde, bir noktada nesnenin de sizi gözlemlediğini” söyler.
Nörobilimci Dr. Candace Pert, “Molecules Of Emotion” isimli kitabında;
“Her hücre, ortamın akustik salınımları ile titreşir, yansıtır ve etkileşir. Dünya ve Güneş bile 160 dakikada 1, ana ritme uyarak birlik halinde titreşir.” der ve şu minvalde devam eder;
"Her müzik notası, işitilemez notalarla birleşir. Daha yüksek oktavlarda, senfoninin duyamadığımız seslerinde, hücrelerimiz salınır ve rezonansa girer. DNA’nın kendi melodisi vardır. Atomlardan, galaksilere kadar, nükleer maddenin müziksel doğası, artık resmi bilim tarafından da kabul edilmektedir.”
Dolayısı ile; kelimeler sihirli. Her kelimenin bir frekansı vardır. Önce kulağımıza, oradan zihnimize ve sonunda ruhumuza dokunurlar. Günlük hayatta kullandığımız her bir kelime, bir yaratımdır. Seçtiğimiz ve yaşadığımız kelimelerle, kendi dünyamızı kendimiz yaratıyoruz. Pozitif ya da negatif…
Antik zamanlarda, DNA’nın akort edilmesinde doğa sesleri kullanılırdı. Tınılar, bilinçaltı dehlizlerine nüfuz eder, şifalanma ve dönüşüm sağlanırdı. Her frekans, belirli bir renge ve belirli bir çakraya karşılık gelir, buna göre tedavi uygulanırdı.
Örneğin kalp çakramız yeşildir. Sevgi çakrasıdır kalp. Yeşil, Gaia’nın rengidir. Yani Doğa Ana’mızın. Kalbimiz yeşil frekansta titreşir. Bu bilgilere sanırım en çok riayet edenler, kadim Türk şamanlar olmuştur. Şamanizm ve dinler tarihi konusunda pek çok kitabı, yazısı olan halkbilimci akademisyen yazar Mihály Hoppál’a göre ekolu, yansımalı sesler, müziğin başlangıcı sayılmalı. Buna göre, Şamanların ritüellerinde kullandıkları sesler, ilk müzik eserleridir. Tedavi ayinlerinde bu frekansları kullanmışlardır. Hoppál, “her şaman melodisi, hayvansı bir biçime sahip, yardımcı bir ruhun ezgisidir.” der. Bu minvalde, ses deyince, zihnimde ninnilerimiz beliriyor. Ninniler de bize şaman geçmişimizden kalmış, çok değerli bir mirastır. Bir annenin, bebeğine sevgiyle söylediği ninninin frekansı, bebeğe geçer ve onu rahatlatır. Bulundukları alanın enerjsi değişir ve bebek rüya âlemine geçer. Görüldüğü gibi, yaratılmış her şey birbiriyle ilintilidir. Birbirini etkiler. Evren, bireylerle konuşur. Frekanslar vasıtasıyla konuşur. Evrenin en sevdiği iletişim biçimi rezonanstır. İşte, bizler bu Evren dilini tekrar algılayabilmek için, mümkün olduğunca DNA’mızı şifalandırmalı, uyumu yakalamalıyız.
Kaynak: reikimasterteacherie
Yorumlar
Müziğin böyle bir etkisi olduğunu ilk kez duydum
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız