İnsan uygarlığının temelleri ilk olarak Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki verimli topraklarda yeşerdi. Bugün Sümer olarak bilinen bu çığır açan kültür, yalnızca ilk şehirleri değil, aynı zamanda ulaşım, edebiyat ve anıtsal mimari alanlarında da yenilikleri doğurdu.
2.000 yıldan fazla bir süre boyunca gelişen Sümer kültürü, Mezopotamya’nın egemen gücü oldu. Şu anda güney Irak olan bölgede güçlü şehir devletleri ortaya çıktı, yüksek zigguratlar inşa edildi, nefes kesici destanlar anlatıldı ve zengin ve güçlü olanları muhteşem altın takılar süsledi. Yıllar geçtikçe görkemli şehirler arasında hâkimiyet ve kontrol değişecekti. Medeniyet MÖ 3. binyılın sonlarında zirveye ulaştı ve ardından yavaş yavaş düşüşe geçti.
Arkeologlar 19. ve 20. yüzyıllarda bölgeyi ciddi anlamda keşfetmeye başlayana kadar Sümer uygarlığı ve başarıları çoktan unutulmuştu. Bölgedeki muhteşem buluntular, bu eski kültürün zenginliğini ve karmaşıklığını ortaya çıkardı ve bilim insanlarının Sümer etkilerinin onu takip eden medeniyetlere nasıl yayıldığını görmesine olanak sağladı.
KRALLAR VE ŞEHİRLER
Yerleşimciler Mezopotamya taşkın yatağına MÖ altıncı binyıl civarında geldiler. Bu öncüler, Dicle ve Fırat’ın sularından yararlanmak ve bölgedeki tarımı daha iyi yönetmek için kanallardan oluşan bir sulama sistemi tasarladılar. Başarıları zengin tarım ticaret merkezleri yarattı. Zenginlik yerleşim yerlerini köylere, köyler ise binlerce sakinin yaşadığı şehirlere dönüştü.
MÖ 3.500’e gelindiğinde Sümer, dilsel ve dini geleneklerle birbirine bağlanan bir şehir devletleri koleksiyonuna dönüşmüştü. En önemlileri arasında Eridu, Uruk, Ur, Larsa, İsin, Adab, Lagaş, Nippur ve Kiş vardı. Zamanla bazıları diğerlerinden daha güçlü hale geldi ve kısa süreler için bir şehir devleti iktidardan düşene dek diğerlerine hükmedebildi.
Bu şehirler “Sümer Kral Listesi” olmasaydı isimleri unutulabilecek krallar tarafından yönetiliyordu. Listenin kopyaları Mezopotamya’da bulunan 16 farklı kil tablet veya silindir üzerinde bulunmuştu. En eksiksiz olanı, önde gelen şehirlerin adlarını, hükümdarlarını ve ne kadar süre hüküm sürdüklerini içeriyor. Uzmanlar, Sümer Kral Listesi’nin efsaneyle tarihi harmanladığını, ilk kralların aşırı uzun saltanat sürelerine sahip olduğunu, daha yakın geçmişteki kralların ise tahtta daha gerçekçi süreler geçirdiğini belirtiyorlar.
URUK’UN YÜKSELİŞİ
Öne çıkan ilk şehir devleti Uruk’tu. Sümer Kral Listesi’ne göre MÖ 4.500 yıllarında Kral Enmerkar tarafından kurulan Uruk, zirve noktasındayken yaklaşık 40.000 nüfusa sahipti; bu, önemli ekonomik kalkınmayı sağlayan devasa bir nüfustu.
Kentin zenginliği anıtsal mimarisine de yansıdı. Uruk’un Sümer gök tanrısı Anu’ya adanan zigguratı, MÖ 4. binyılın sonlarında tamamlandı. Tepesinde Beyaz Tapınağı bulunan, güneş ışığı vurduğunda göz kamaştıran yükselen formu, Mısır’ın Büyük Piramidi’nden yüzyıllar önce çok yükseklere ulaşmış olmalıydı.
- yüzyılda Alman arkeologlar tarafından yapılan kazılar, büyük ölçekli altın, gümüş ve bakır işçiliğinin kanıtlarıyla birlikte Uruk’un zenginliğini ortaya çıkardı. Daha küçük tuğla tapınaklar ve bir savunma duvarı da dahil olmak üzere diğer devasa yapılar ortaya çıkarıldı. Arkeologlar kil tabletlerin yanı sıra sanat eserleri de buldular.
Diğer şehirler kazılırken bilim insanları Sümer tarihinin parçalarını birleştirmeye devam etti. Lagaş’ta gelişmiş bir sulama ve kanal sistemi bulundu. En ünlü keşifler British Museum’dan Leonard Woolley ve Pennsylvania Üniversitesi tarafından ortaya konuldu. MÖ 3. binyılın sonlarında zirveye ulaşmış bir şehir olan Ur’u ortaya çıkardılar. Woolley’in 1920’lerde ve 30’larda yaptığı kazılarda Ur’un ay tanrısı Nanna’ya adanan 25 metre yüksekliğindeki zigguratı ortaya çıktı.
Woolley ayrıca MÖ 3. bin yılın ortalarından kalma şehrin kraliyet mezarlığını da keşfetti. Bu mezarlar gümüş ve altından yapılmış objelerle doluydu ve lapis lazuli, akik, lal taşı ve kalsedon gibi değerli taşlarla süslenmişti. En ikonik parçalardan biri MÖ 2.550’ye aitti. Her tarafı deniz kabuğu, kırmızı kireçtaşı ve lapis lazuli’den yapılmış, savaş arabalarının, savaşçıların ve mahkumların geçit törenini tasvir eden karmaşık tasvirlerle süslenmiş, artık Ur Standardı olarak bilinen kutu. Mezarlar ayrıca hükümdarlarına mezarın ötesinde “hizmet etmeye” devam etmek için kurban edilen kraliyet hizmetkarlarının kalıntılarını da içeriyordu.
YAZININ DOĞUŞU
Sümerlerin insanlığa armağanları ölçülemez. “Sümer” kelimesi, Sümer’in kuzeydeki komşuları olan Akadların bu bölgenin sakinlerine verdikleri isim olan “şumerum”dan geliyor. Sümerler ise kendilerine “kara kafalar” anlamına gelen “salmat qaqqadi” adını vermişlerdi.
Sümerlerin tarımsal başarıları, bilgilerin sistemli bir şekilde kaydedilmesine ihtiyaç duyulmasına yol açtı. Sümer tüccarlarının işlerini takip etmek için güvenilir yöntemlere ihtiyacı vardı. MÖ 3.500 civarında tüccarlar, mallarının kaydını tutmak için üzerinde küçük semboller bulunan yumuşak kil tabletler kullanmaya başladılar. Bu resimli semboller, MÖ 3.200’de Sümer yazısı olarak bilinen yaklaşık 600 karakterden oluşan karmaşık bir işaret dizisine dönüştü. Yazı doğmuştu.
Küçük kamalara ve çizgilere benzeyen Sümer yazısı, bir kamışın ıslak kil tabletlere bastırılmasıyla oluşturuluyordu. Bu yüzden bu yazı sistemine, Latince kama anlamına gelen çivi yazısı adı verildi. Sümer yazısı, adeta bir devrimin kıvılcımını ateşledi. Mezopotamya’da bulunan diğer dil grupları da bu sistemi benimsedi. Günümüzde, birçok Sümer arkeolojik alanında, çok sayıda çivi yazılı tabletler bulundu.
Çivi yazısının yayılmasının yollarından biri ticaretti, ancak bilim insanları savaş yoluyla yayılmanın da etkili bir yol olduğuna inanıyor. Sümer şehirlerinin birbirleri üzerinde üstünlük sağlayarak topraklarını ele geçirmesi, aynı zamanda kültürel alışverişi de hızlandırıyordu. Örneğin, Lagaşlı Eannatum, MÖ 2.500 civarında sadece Sümer’in büyük bir kısmını değil, aynı zamanda doğudaki Elam bölgelerini de kontrolü altına almıştı. Ancak ironiktir ki, Sümer edebi kültürünün dayanıklılığı ve daha sonra Yakın Doğu’ya yayılan ve MS 75’e kadar kullanımda kalan çivi yazısı sisteminin kullanımı, Sümer kentlerinden ziyade Elam topraklarının ele geçirilmiş olmasına borçlu.
DİL VE EDEBİYAT
MÖ 2.330’da Akkadlı Sargon, o dönemde Sümer’in egemen hükümdarı olan Uruk kralı Lugalzagesi’yi mağlup etti. Mezopotamya’yı ele geçirmenin bir parçası olarak Akad’ı Sümer’le birleştiren Sargon, tarihin ilk çok uluslu imparatorluğunu kurdu.
Sümerler Akkad kontrolü altındayken Akkadca tercih edilen dildi, ancak Sümer çivi yazısı ile yazılıyordu. Bu seçim Sümer edebi metinlerinin korunmasına yardımcı oldu. Birçoğu daha sonraki Eski Babil dönemine (MÖ 2003-1595) ait kopyalar halinde korundu. Sümer edebiyatı ilahileri, büyüleri, ahlaki metinleri ve tanrılarla ilgili mitleri içeriyordu.
Gılgamış adlı bir Uruk kralı hakkında Sümer dilindeki erken dönem şiirler daha sonra destansı bir hikayeye dönüştürüldü ve bunun bir versiyonu 19. yüzyılda Ninova’da bulundu. Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışını anlatan bu destan metni, klasik edebiyat külliyatına girdi ve dünya çapında birçok dile çevrildi. Dünyanın en eski kahramanlık destanlarından biri olarak değerlendiriliyor.
Sümerlerin zengin yazılı kayıtları sayesinde tarihteki ilk reçeteler de dahil olmak üzere tıbbi ilerlemelere dair kanıtlar da günümüze ulaştı. Hastalığın tanımını ve önerilen tedaviyi içeren bu Sümer metinlerinde, yara lapalarından ve ilaçlardan bahsediliyor. Her ne kadar bilinen herhangi bir durumla ilgili rahatsızlıkları tespit etmek zor olsa da bu kayıtlar Sümer farmakolojisinin ileri düzeyde olduğunu gösteriyor. İlaçlarda kullanılmak üzere toz alkali, potasyum nitrat ve güherçile gibi maddelerin elde edilmesine yönelik karmaşık yöntemler hakkında bilgi sahibi olduklarını da gösteriyor.
DÜZEN VE KANUN
Akad İmparatorluğu’nun MÖ 2.150 civarında yıkılmasının ardından Sümer bölgesi, doğudaki dağlık bölgelerden gelen Gutiler tarafından istila edildi. Sümer kralları, MÖ 21. yüzyılda, tarihçilerin Üçüncü Ur Hanedanı olarak adlandırdıkları dönemde kontrolü yeniden ele geçirdiler. Kurucusu Ur-Nammu büyük bir general, reformcu ve yenilikçiydi. Büyük Ur Zigguratı’nı inşa etmekle tanınıyor, ancak belki de en büyük başarısı dünyanın ilk hukuk yasasını yaratmasıydı.
MS 20. yüzyılda bulunan parçalar halindeki kopyalara dayanarak yeniden oluşturulan metin, Ur-Nammu’nun ağırlık ve ölçü sistemini nasıl yeniden düzenleyerek ve yetimlerin ve dulların güçlülerin avı olmamasını sağlayarak adaleti nasıl kurduğunun anlatımıyla başlıyor. Ur-Nammu’nun kanunları daha sonraki Mezopotamya hukuk sistemlerini, özellikle de üç yüzyıl sonra hüküm süren Babil kralı “Hammurabi Kanunları”nı etkiledi.
Sümer gücünün Üçüncü Ur Hanedanlığı döneminde yeniden canlanması kısa sürdü. Ur, MÖ 2004 civarında Elamlılar tarafından son kralı tutsak edilerek ele geçirildi. Şehrin bu yıkımı, “Ur Ağıtları” olarak bilinen tabletlerde anlatılıyor.
Kaynak: https://arkeofili.com/
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız