“Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşanmış tarih olaylarını bilmekten, o topraklarda doğmuş uygarlıkları tanıyıp onlara sahip çıkmaktan geçer.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Tarih: 1847
"Böyle taşlar memleketimizde boldur, onların hepsini götürsünler, yalnız altın ve gümüşe dair bir şey varsa onları bize bıraksınlar”
Tarih: 1874
Kazıda çıkarılan eski eserlerin üçte birinin devlete (mîrîye), üçte birinin eseri bulana ve üçte birinin eserin ortaya çıktığı arazinin sahibine ait olduğunu kabul edilmiştir.
(Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi)
Avrupa'nın eser avcılığına başladığı 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde türlü karışıklıklar ile cebelleşiyordu. Dini otoriteler tarafından yönlendirilen yöneticiler için hak dinine ait olmayan taş parçalarının bahşedilmesinde bir sakınca yoktu. Antik çağa olan ilgi batılı ülkelerin merakını önce İtalya ve Yunan dünyasına sonra da Küçük Asya ve Akdeniz'e çevirmiştir. Bergama Zeus Sunağı, Ksanthos Anıtı, Artemis Tapınağı sütun parçaları, Truva hazineleri ve daha niceleri, Osmanlı anayurdu yağmalanmaktadır. Çünkü genel geçer anlayış toprak yüzüne çıkarılan eserlerin sıradan ‘Taş parçaları’olduğudur.
Anadolu’da ‘Tarihi Eser’ tanımının yapılarak tüm ülkede belirlenen heyetler tarafından kültür varlıklarının envanterlere kaydedilme işlemi ise Atamız Mustafa Kemal ATATÜRK girişimleri ile 1922 yılında başlatılmıştır. 1933 yılına gelindiğinde ise Türkiye eski eserlerin tanzimi için Ankara, İstanbul, İzmir ve Elazığ olmak üzere dört bölgeye ayrılmıştır. Her bölgede bir arkeolog, iki mimar, bir ressam ve bir fotoğrafçıdan oluşan bilimsel ve teknik bir komisyonun bulunması, bu komisyonun yerel müzelerle ortak görev yapması öngörülmektedir. Anadolu’da ilk programlı koruma yasalarının belirlenmesi için yine 1933 yılında 'Anıtlar Koruma Komisyonu' kurulmuştur. Komisyonun başlıca görevleri tarihi eserler ile ilgili yasal düzenlemelerde bulunmak, onarım, röleve, belgelemedir.
Kaynak: mitologoscom
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız