En vahşi hayvan ve en zulmeden hayvan kimdir diye bir soru sorsam cevabınız ne olurdu? Hayvanları bilmem ama en vahşi ve en zulmeden canlı kesinlikle biz insanlarız. Hayvanlar vahşeti biz insanlardan öğrendi. Onların içgüdüsel olarak yaptığı pek çok şeyi biz insanlar maalesef bile isteye yapıyoruz…
Çocukları götürmekten keyif alınan hayvanat bahçeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Evet çocuğunuz pek çok hayvanı canlı görmüş oluyor, normalde asla göremeyeceğimiz canlıları hepimiz canlı canlı görme imkanına sahip oluyoruz. Ama hayvanları hiç düşünüyor muyuz? Ailesinden, doğasından çok uzaklarda, doğasına aykırı şekilde yaşamaya çalışıyorlar. Çoğu depresyona giriyor, mutsuzluktan, yalnızlıktan…
Ki ben hayvanat bahçelerini büyük zulüm olarak görüyorum…
Şimdi size çok daha büyük bir zulümden, Avrupa’nın utanç dosyasından bahsedeceğim: İnsanat Bahçeleri. Evet maalesef yanlış okumadınız. İnsanat Bahçelerinde, Afrikalılar, Uzak Doğulu ve Eskimolar gibi birçok etnik gruptan insan, Avrupalı insanlara kafeslerde sunuluyordu. Tıpkı hayvanat bahçelerinde olduğu gibi bu bahçeler de ziyarete açılıyordu.
Hayır uzak bir zamandan bahsetmiyorum. 59 yıl öncesinden bahsediyorum. Hadi yuvarlak hesap konuşalım ve 60 diyelim. Çok mu uzak 60 yıl öncesi?
Şimdilerde insan hakları konusunda örnekler alınan Avrupa’da 60 yıl önce “Human Zoo” adında gösteri merkezlerine sahipti. Paris, Hamburg, Antwerp, Barcelona, Londra, Milan, New York ve Varşova gibi önem teşkil eden bu kentlerde yer alan insan sergilerinde, beyaz insanın üstünlüğü vurgulanıyordu. Bu vurgunun alt metninde, harici ırkların ilkelliğine dikkat çekiliyordu.
İlk insanat bahçesi 1874 yılında Alman asıllı Carl Hagenbeck tarafından kuruldu. Kendisinin bir hayvanat bahçesi vardı ve bu bahçeye insanları da ekleyebileceğini düşündü. Vahşi adam, Afrika'da yakalattığı yerlileri de hayvanlar ile birlikte bahçesinde sergilemeye başladı.
İnsanat bahçeleri inanmayacaksınız ama çok tuttu. Öyle ki bu insanat bahçeleri hızla artarak Amerika’ya kadar sıçradı. Bu işi yapan insanlar büyük paralar kazandı ve seyyar insanlı hayvanat bahçeleri bile kuruldu.
Sömürge ülkelerin halkı özel olarak seçilip, kafeslenerek yüklendikleri gemilerle sergilenecek ülkelere getiriliyordu. Üstelik Avrupalılar; tanıtımlarda, esir aldıkları insanlar adına "Vahşi insanlar", "İnsana benziyorlar", "İnsanoğluna en yakın varlık" gibi çirkin ifadelere yer veriyordu.
Kayıtlara göre, 1889 Paris Dünya Fuarı'nda, 400 esir insanın bulunduğu sergiyi 28 milyon insan ziyaret etti. 1906 ve 1922 yıllarında Marsilya'da ve 1900, 1907 ve 1931 yıllarında Paris'te hayvanat bahçeleri bu insanları görmek isteyen insanlarla dolup taştı. Burada insanlar çırılçıplak ya da yarı çıplak şekilde sergileniyorlardı. Yani rencidenin herhangi bir sınırı yoktu.
1896 yılında Amerika'da Cincinnati Hayvanat Bahçesi'nde bir Kızılderili kabilesi olan Siyular da bu şekilde sergilendi.
1931 yılında Paris Eiffel Kulesi’nin altında çevresi dikenli tellerle çevrili bir insanat bahçesi kuruldu. 6 ayda 34 milyon ziyaretçiye ev sahipliği yaptı. Burada Afrika yerlileri, Kızılderililer, Eskimolar, Aborjinler, Hintliler gibi farklı ırklar "canlı ara-geçiş formu" adı altında insanlara tanıtıldı.
Bu hayvanat bahçesi tanıtımında "Fransa'nın medeniyet misyonunu gerçekleştirirken nelerle meşgul olduğunu keşfedin" yazısı yer alıyordu. Üstelik fuarın dışında yer alan bir levhada şöyle yazıyordu:
“Lütfen yiyecek vermeyin, önceden beslendiler" yazıyordu.
Sizi bilmiyorum ama benim içim almıyor daha fazlasını gerçekten büyük utanç duyuyorum. Ama maalesef bitmedi…
Bu insanlar üzerinde incelemeler yapan dönemin bilim insanları, farklı ırklar hakkında açıklamalarında onların akıllarının çok fazla geri olduğunu söylüyordu. Sözde bilimsel olan bu açıklamaların devamında ise, canlı ara geçişi olarak gördükleri bu insanların hissiz ve saldırgan olduğu bilgileri yer alıyordu. İnsana en yakın vahşi örneği olarak kayıtlara geçmişlerdi.
Esir edilen farklı ırklara sahip insanlar verem, veba, su çiçeği, kızamık ve zatürre gibi hastalıklardan, kimisi de aşırı soğuk ve yetersiz beslenmeden dolayı kısa zamanda öldüler.
1904 yılında ABD'li misyoner Samuel Phillips Verner, Belçika kongosunda Ota Benga adında bir pigme yakaladı. Bu insan, New York'un Bronx Hayvanat Bahçesi'nde birkaç şempanze, bir goril ve bir orangutanla birlikte "Evrimin kayıp halkası" olarak sergilendi.(!) Günde 40 bin kişi onu görmeye geliyordu ve yüzlerce alaya maruz kalıyordu.
Bu kadarı artık fazlaydı. Nihayet insanat bahçeleri tepki çekmeye ve yavaş yavaş kapatılmaya başlandı.
E NİHAYET!
Ote Benga ise farklı uygulamalara maruz bırakıldı. Sonra kendisine İngilizce öğretildi ve bir fabrikada çalışmaya başladı. Ancak artık her şey için çok geçti. Hiçbir insan böylesi bir vahşete kolay kolay dayanamazdı. Ote Benga da bu yaşadıklarının etkisinden çıkamadı ve 20 Mart 1916'da çaldığı bir tabancayı kalbine ateşleyerek intihar etti.
1958 yılında Brüksel'deki Dünya Fuarı'nda gerçekleştirilen İnsanat Bahçesi sergisi bu vahşetin sonu olacaktı. Büyük tartışmalara yol açan Brüksel sergisi, ırkçılık ve onur kırıcı davranış tartışmalarını gündeme getirdi. Bu tartışmalar neticesinde insanat bahçeleri kapatıldı ve köleler serbest bırakıldı.
Tarih 1958 arkadaşlar. Biz o dönemde Atatürk sayesinde büyük savaşlar atlatıp yoktan var edip Cumhuriyeti çoktan kurmuştuk. Farkında mısınız? Avrupa böyle utanç verici bir sergi peşindeyken biz özgürlüğümüzü elde etmiştik, bağımsızlığımızı, haklarımızı, insanlığımızı çoktan elde etmiştik. Çocuklarımızın kıymeti vardı.
Özenerek baktığımız Avrupa’nın yakın tarihine baktığımızda, tarihimizde biz onlardan çok daha üstündük. Öyleyiz de. Bunu başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına borçlu olduğumuzu lütfen unutmayalım.
Yorumlar
Görüşlerinizi merak ediyorum...
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız