Akıl dediğimiz zaman belki de bize beynimizi ya da zekamızı anlatıyor gibi ama acaba feylesoflar bu konuya nasıl yaklaştılar? Felsefenin ucu bucağı olmadığını biliyoruz ama bazı kavramları öğrenmeden de felsefe yapamayacağımızı yapsak bile altının boş kalacağını bilmeliyiz.
Akıl, çok çeşitli anlamlara ve bu anlamların benzerlerine belki de yakın anlamlarına sahip bir kelime felsefe için. Tümdengelim veya tümevarım ya da daha sade şekliyle genelden özele veya özelden genele doğru çıkarımlar yapmamızı sağlayan insani yetiye akıl deniyor felsefede.
Tabii ki her filozof için akıl aynı anlamı taşımıyor, bazılarına göre akıl yaşanılan ya da dinlenilen tecrübeye nazaran bilgi kaynağı olarak zekamızı yansıtıyor. Genelde duygular ile hayal gücüyle ve delilik ile tezatlar oluşturan akıl, ilk kez dinde Aziz Thomas Aquinas tarafından Hıristiyan Teolojisinde kendine yer buldu.
On sekizinci yüzyıla geldiğimizde, ‘’Aydınlanma’’ düşünürleri batıl inançları ve hoşgörüsüzlükleri ortadan kaldırmak aynı zamanda da kamuda ve kamusal alanda rasyonel bir oluşum yapabilmek için aklı öncelik kabul ederek davrandılar. Bunun aksine bir düşünce akımının ortaya çıkması tabii ki de beklenir bir durumdu. Bu akım ise ‘’Romantizm’’ oldu, akla karşı tecrübelerin yarattığı hissiyatı merkeze koydu bu akım.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız