Rus askerleri bizi insan gibi değil, uzaydan yeryüzüne yeni gelmiş zararlı yaratıklar gibi görüyorlar, ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. İstasyonda, daha bir çok köyden tanıdık insanlarla karşılaşıyorduk. Ben, çocuk aklımla köy mollasının mahşer yerini anlattığı günleri hatırlıyor, herhalde biz mahşer yerindeyiz diye düşünüyordum. Çünkü Molla efendinin dedikleri oluyor, hiç kimsenin kim-seve faydası dokunmadan başlarının çaresine bakıyorlardı. Rus askerleri ise gözüme cehennem zebanileri gibi gözüküyordu. Ama, bu kundaktaki bebeklerin ne günahı vardı diye düşünüyor, sonra da Allah’a, kötü şeyler düşündüm diye affetmesi için dua ediyordum.
Tren geldi, yanımıza yanaştı. Vagonlarda daha önce hayvan veya mazot taşındığı, gübre ve mazot kokusundan belli oluyordu. Kara bahtlı halkımızı ite kaka hayvan ve yük vagonlarına balık istifler gibi doldurdular. Bizim köyün ahalisinin bindiği vagonlarda hiç yer kalmamıştı. Onun için bizim aile Kalımtay ve Topçuköy köylüleri ile aynı vagona bindi. Vagonda ayak basmaya yer yoktu. Hepimiz bindikten sonra askerler vagonun kapısını kapattılar. İçeride, karanlıktan birbirimizin yüzünü tanıyamıyorduk. Ben annemin elini hiç bırakmadım. Kardeşim babamın yanında, teyzem ve çocukları da bizim aramızda duruyordu. Vagonun içi o kadar doluydu ki, herkes oturamıyor, güçlü olanlar sırasıyla ayağa kalkmak zorunda kalıyordu.
Kemiklerimiz sertleşti, bütün gücümüz tükendi. Açlıktan ne yapacağımızı bilmiyorduk. Tuvalet ihtiyacımızı insanların üstüne basa basa vagonun bir köşesine gidip yapıyorduk. Artık hiç kimse kimseden utanmıyordu. Vagonumuzda kaç kişi öldü, artık sayamaz olmuştum. Ağlamalar, iniltiler, o iğrenç kokular arasında nasıl aklımı yitirmedim hâlâ şaşıyorum.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız