Hiç durmadan iki gün mü, üç gün mü bilmiyorum; kaç gün gittik? Vakit kavramını kaybettiğimiz zaman tren durdu. Kapılarımız açıldığında yolculuk bitti zannettik. Ama bitmemiş… Askerler vagonların kapağını açtılar. Yemek pişireceğimizi, ama tren vagonuna zamanında binmezsek burada kalacağımızı bağırarak bildirdiler. Zavallı insanlar… Kimisi ölüsünü gömmeye çalışıyor, kimisi iki taşın arasına çalı çırpı koyup aş pişirmeye çalışıyor, yetiştirirse yetiştiriyor, yetiştiremezse dağın başında kalıyordu. Analar babalar yavrularını kaybettiler. Günahsız yavrularının ölüsünü gömemeden, dağın başında kurtlara, kuşlara yem olarak bıraktılar. Bu böyle günlerce devam etti. Vagonumuz yolda kalan ve ölen insanlardan sonra nispeten boşalmıştı. İnsanlar bitlendi, kurtlandı… Zâlim yolculuk bittiğinde, Özbekistan’ın Semerkand şehrine getirdiler. Suçumuz bitmemiş olacak ki, yeni işkence metotları burada başladı.
Önce bizi hamama yıkanmamız için götürdüler, sonra gece Putnik-Kaytaş’taki kömür ocağına çalışmak için getirdiler. Bir hafta, üstü açık çukurda yaşadık. Oradan da havuç tarlasına götürdüler. Havuç tarlasında çadır kurmamız için 10 metre çadır bezi, iki âdet demir çubuk verdiler. Özbek halkı ilk günlerde bizim yanımıza hiç yaklaşmıyor, veba hastalığı var gibi bizi gördükleri yerde kaçıyorlardı. Hem çadırda yaşıyor, hem çalışıp para kazanıyor, hem de ev yapmaya çalışıyorduk. Hükümet bizlere ev yapmamız için 2500 gümüş kredi verdi; 5000 gümüş geri aldı. Bizim ev iki ay içinde bitti. Ama yaptığımız evin tavanı toprak olduğu için, bütün bir kış su içinde yaşadık. Topraktan, oturmak için sedirler yaptık. Bana iş elbisesi verdiler. O elbiseyi gündüz giyiyor, gece ise minder olarak kullanıyorduk.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız