1.yüzyılda Bath kentinde kendilerini suya bıraktıkları sırada eşyalarının çalınması rezilliği ile başa çıkmaya çalışan yıkanan insanlar, yardım için tam olarak kime başvurmaları gerektiğini biliyorlardı. Roma kompleksinin sıcak hamamları, soğuk hamamları ve pırıl pırıl yüzme havuzlarına hükmeden Tanrıça Sulis, esasen iyileştirme yeteneğiyle tanınıyordu fakat bunun yanında inanılmaz bir intikam kapasitesine sahipti. Hükmettiği su kaynağından 100’den fazla antik lanet tableti çıkarıldı; bunlardan birçoğu, tanrıçanın başka insanların mallarını kapıp kaçanları cezalandırması adına güçlü kelimelerin sarf edildiği ifadeler içeriyordu: Hırsızlar dikkat!
Sulis, Londra’daki British Museum’un Feminine Power (Dişil Güç) adlı sergisinde rol alan bir dizi tanrıçadan yalnızca biri. Altı kıtada binlerce yıllık geçmişe sahip dişil ilahlar ile saygı gösterilen figürlerin önemini inceleyen sergi, kapsamı bakımından en az incelediği ilahi çehreler kadar zengin. Mısır Tanrısı Sekhmet’ten Hindu Kali’ye, Japon Kannon’dan Meksikalı Coatlicue’e kadar herkes, Roma Tanrıçası Minerva’nın yerel bir görünümü olan Sulis ile aynı galeriyi paylaşıyor.
Bu tanrıçalardan kaçına sahip olduğu karşıt özellikler nedeniyle tapıldığı ise oldukça çarpıcı. Tıpkı Sulis’e iyileştirme gücü kadar intikam alma gücü nedeniyle de tapıldığı gibi Antik Mezopotamya Tanrıçası Inanna da hem seksin hem de savaşın tanrıçası olarak görülüyordu. Eski bir ilahi, Inanna’yı savaş meydanındaki erkeklere ölüm, geride bıraktıkları ev ahalisine ise yas getiren korkutucu bir ilah olarak tarif ediyordu. Diğer metinlerde ise Inanna, seçtiği ölümlülere cinsel iktidar aşılamasıyla nam salıyordu. Sümer kralları, insanların dünyası ile tanrıların dünyasını bir araya getirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlardı: Savaş sırasında Inanna’nın korumasını kazanmak adına onunla yattıklarını hayal ediyorlardı. Bu, bir bakıma, Inanna’nın otoritesine duydukları korkuyu yatıştırmanın bir yoluydu.
Tanrıçaların dünya üzerindeki cinsiyetler arasına koyulan toplumsal sınırlar arasında dolaşabilme yeteneği, onları ölümlü kadınlardan yükseğe taşıyan asıl özelliklerden biriydi. Erkekleri kadına kadınları ise erkeğe dönüştürebilme özelliği olduğuna inanılan Tanrıça Inanna’nın kendisi de kimi zaman erkek olarak betimleniyordu. Serginin beş misafir katılımcısından biri olan Profesör Mary Beard, gösteri kataloğunda yer alan ön sözünde şu gözlemlerde bulunuyor: “Benzer şekilde Yunan bilgelik Tanrıçası Athena da esasen Yunanların dişi cinsiyet kalıpları ile çelişen savaşçı özelliklere sahipti.”
Roma Tanrıçası Venüs, oldukça spesifik bir özgüvenle şimdiye dek kabul görmüş sınırları aştı. Tıpkı Inanna gibi o da yatak odasında olduğu kadar savaş alanında da erkeklerin kalbinde yer buldu. Mary Beard bu konuda şu yorumu yapıyor: “Roma’ya askeri başarılarını kazandıran şey bir bakıma Venüs ve tutkunun yönlendirilemeyen, durdurulamayan gücüydü.” Julius Caesar, bir mülteciden bir kahramana dönüşen Aeneas aracılığıyla Venüs’ün soyundan geldiğini iddia ediyordu; kendi döneminde tedavülde olan paralardan bazılarının üstüne Venüs’ün tasvirini belirgin bir biçimde yerleştirmişti. Daha sonraki liderler de Roma tanrıçalarını kendi otoritelerinin birer alametifarikası olarak görüyorlardı. Örneğin Tanrıça Minerva, hem Wellington Dükü’nün hem Napoleon’un hem de Kraliçe I. Elizabeth’in huzurlarında tasvir edilmişti.
Dişil güç figürlerinin tarih boyunca erkeklerden ziyade kadınlar için önemli olduğu fikri kesinlikle çürütüldü. Mısır’ın 18. Hanedan’ının Firavunu Amenhotep, Nil Nehri üzerindeki cenaze tapınağında kullanılmak üzere çok miktarda Tanrıça Sekhmet heykeli yaptıracak kadar ileri gitmişti; bu davranışın arkasında Tanrıça Sekhmet’in salgın hastalıkları ve vebayı defedeceğine dair inanış yatıyordu. Ve erkekler, günümüze ulaşmayı başaran kült tanrıça heykelleri ile sanat eserlerinin en azından bazılarının yapımının sorumlularıydı.
Birçok tanrıçanın kadınlara hamile kalmak ve doğum yapmak konusunda yardım ettiği düşünülse de diğer bazılarının bunun tam tersini yapma gücüne sahip olduğu düşünülüyordu. Dişil güç figürleri, aslında onların yardımına en çok ihtiyaç duyulan zamanda kadınlar için bir endişe kaynağı olabiliyordu. Sümerler arasında bir aslanın kafası ile bir eşeğin çenesine sahip olan Tanrıça Lamashtu’nun kadınlar doğum yaparken onların bebeğini çalmak için evlerine sızdığına inanılıyordu. Meksika’da “doğum sırasında ölen anne olacak kadınların ruhları” anlamına gelen Cihuateteo‘nun (Kutsal Kadınlar) Aztek yılının beşinci gününde yenidoğanları beşiklerinden kapmak için geri döneceğine dair bir söylenti vardı. Ve Lilith, Adem’in ilk karısı olarak tasvir ediliyor, çocuk ölümü ile kısırlığı getirdiğine inanılıyordu. Modern sanatçı Kiki Smith tarafından yapılmış akıldan çıkmayan bir Lilith heykeli, serginin bir duvarının üstüne monte edilmiş durumda. Lilith’in vahşi mavi gözleri, ziyaretçileri hazırlıksız yakalayabilir.
Bu ilahlar, gerçek insan korkularının derin birer yansımasıydı. Endişenin dişil figürlere ait günümüze dek ulaşan öykülerin birçoğunun şekillendirmesini sağladığını söylemek doğru olurdu.
Birçok erken kültürde yeryüzünün kendisinin dişil olduğu ya da Yeryüzü Tanrıçalarının davranışları etrafında döndüğü tasvir ediliyordu. Örneğin Demeter ve Persephone’yi konu alan antik bir Yunan miti, mevsimlerin varlığını açıklamak için kullanılıyordu: Kızının Hades tarafından yer altı dünyasına kaçırıldığını duyan Demeter, yas tutmaya başladı ve normalde koruduğu mahsullerin bozulmasına neden oldu. Persephone’nin tüketiği birkaç nar çekirdeği onun yılın yalnızca birkaç ayında karanlıkta kalmasını sağladı. Fanilerin dünyasına dönüşü, annesini çok mutlu etti ve baharın ve bahar meyvelerinin gelişini müjdeledi. Benzer şekilde Hindu metinlerinde Tanrıça Shri-Lakshmi’nin küçük bir acı çektikten sonra Dünya’yı terk ettiği, bu sebeple de tarlalarda yıkıcı bir zarar meydana geldiği anlatılıyordu.
Aslında bu hikayeler, dişil gücün insanların kafasındaki gezegen konseptinin doğal bir parçası oluşunu temsil ediyordu. Hinduizm’de Shiva’nın karısı Şati’nin öldükten sonra fiziksel evrenin bir parçası haline geldiğine inanılıyordu. Vücudunun parçalara ayrılıp yeryüzündeki bölgelere düştüğü ve vulvasının denk geldiği nokta olan Assam’daki Kamakhya Tapınağı’nın kuruluşuna ilham verdiği düşünülüyordu. Günümüzde hala burada muson döneminde bir festival düzenleniyor. Tapınanlar, demir oksit sızıntısı nedeniyle kırmızıya dönen doğal kaynağı hayranlıkla izliyor; bu görüntü, tanrıçanın regl oluşunu anımsatıyor.
Bu tapınma türleri her ne kadar önemli olsa da insan, erkeklerin sırf kadınların yeryüzüne hükmetmesinin neden felaketlere sebep olacağını anlatmak amacıyla dişil ilahlara onların insan emsallerinin sahip olduğunun ötesinde bir güç atfettiğini düşünmeden edemiyor. Mısırlı Sekhmet hayat verme yeteneği nedeniyle desteklenirken tıpkı Shri-Lakshmi ya da Demeter gibi aynı zamanda yıkım da getirebiliyordu. Anlatılanlara göre Sekhmet, ölümlüler babası Güneş Tanrısı Ra’ya başkaldırdıktan sonra yeryüzünü talan etmek için Dünya’ya gönderilmişti. Sekhmet, kendisine söyleneni yapmış fakat kendini kaptırmıştı. Ra, Sekhmet’in kana susamışlığından o kadar utanmıştı ki kızını geri çağırmıştı. Fakat Sekhmet pes etmemişti. Ra’nın onu durdurmasının tek yolu, devam edemeyecek kadar sarhoş olmasını sağlamak için alkolü kan olarak göstermekti.
Bugün hala gücü elinde tutan kadınlara saygı duyulduğu kadar onlardan korkuluyor da diğer bir deyişle bu kadınlar hem başarılı oldukları alan hem de cam tavanları kırma yetenekleri bakımından tehditkar görülüyor. Geçmişten gelen bu örneklerin ortaya çıkardığı bir şey varsa o da şudur: Dişil otorite figürleri her zaman yükselmeye ve beklentilere kafa tutmaya hazırdırlar; insanların onlara yakıştırmadıkları her sıfatı mükemmel şekilde üstlenirler.
Kaynak: https://arkeofili.com/korku-cinsiyet-ve-guc-mitolojiyi-nasil-sekillendirdi/
Yorumlar
Tanrıçalara bak sen! Nelerde yapmışlar
Yapmadıkları şey kalmamış
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız