Toplu kutsal ateşler, şehirler kurulduktan sonra bile korundu. Eski Yunanistan'da, kent ateşi, bakire Ocak Tanrıçası Hestia'ya adanmış tapınakta yakılıyordu. "Prytaneion" adlı bu tapınağa "prytany"ler bakıyordu. Bunların görevi yeni kolonilere ateş sağlamaktı...
Romalılar'ın ocak tanrıçası ise Vesta'ydı. Her Roma evinin kendi ocağı olmasına rağmen, kent ateşi de Vesta'nın ilkel yuvarlak bir kulübe şeklinde olan tapınağında yakılı tutuluyordu. Hükümdarın kızlarını temsil eden 6 bakire, ateşe bakmakla yükümlüydü. Ocak tanrıçasının ateşi bir şanssızlık sonucu sönerse, kentteki tüm işler dururdu. İşler, ancak ateş yeniden yakılınca yeniden başlayabilirdi.
İçlerinde Avrupa kültürlerinin de bulunduğu pek çok eski kültür, modern çağlara gelinceye kadar ateşlerini sürekli canlı tuttu. Geçtiğimiz yüzyılda, Westfalyalı çiftçiler, tüm yıl boyunca içten içe yaktıkları meşe kütüğünü, Noel zamanı tarlalara serperlerdi. "Yule kütüğü" geleneği de buna benziyordu. Güneşin dönüşünü simgeleyen yeni bir kütük, eski kütüğün közleriyle yakılıyordu.
Bu gelenekler her ne kadar modası geçmiş gibi görünseler de, ateşin pek çok dini törenin bir parçası olduğu gerçeğini vurguluyor. Hıristiyan kiliselerinin altarlarında mumlar yakılıyor, Tibet Budistleri yağ lambalarını, Yahudiler de Fısıh bayramlarında "menorah" denilen 7 kollu şamdandaki mumları yakıyorlar. Alevler ısıdan çok ışığı sembolize etse de, tütsü yakma töreninin temelinde, ocak altarında yiyecek sunulan evrensel pagan adeti yatıyor.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız