Et kesinlikle tehlikesiz, masum bir besin maddesi değil. Ancak çok eskilere uzanan bir tarihi olduğu da kesin. Brahma dininde, bazı Katolik çevrelerde yasaklanmış olan et, medeniyetin doğuşuyla birlikte, efsanelerle donatılmış bir besin maddesi olarak insanoğlunun hizmetine giriyor. Ete verilen sembolik değer, tüm etoburlarda ortak olan bir eylemden kaynaklanmaktadır: Hayvanların öldürülmesi eyleminden... Bu genellikle erkeklerin iş bölümü alanına girdiği için, buna bağlı olarak hayvan eti yemek erkeklerin üstünlüğünü simgeliyordu.
Bugün, ilk insanların büyük bir avcılık yeteneğine sahip olduklarını kimse söyleyemez... Bu yüzden, günümüzden 3 milyon yıl önce yaşayan atalarımızın sofrasını mecburen meyva ve sebzeler süslüyordu... Onların katıksız bir vegetaryen olarak doğduğu ve binlerce yıl böyle yaşadıkları artık biliniyor... Salata olarak da bazı kökleri ve yumruları tüketiyorlardı. Kuşkusuz, yolda karşılaştıkları bazı küçük böcek ve sürüngenleri sebzenin yanında meze yapmaya da "hayır" demiyorlardı ama, bu içgüdüsel davranıştan hareket ederek onların önce etobur olduklarını iddia etmek olanaksız. Gerçekten de, son yapılan çalışmalar, kendi cinsinin yaşamını başka cinsleri öldürerek sağlamak duygusunun, yani avcılığın, beyindeki bir bölgenin gelişmesiyle ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Oysa atalarımızın beyni, o tarihlerde bu gelişmeden henüz çok uzaktı.
Geyik, ayı, yabandomuzu gibi hayvanları gruplar halinde avlıyor ve daha sonra etlerini tüketiyorlardı. Hatta bu dönemde, eti kurutarak yararlanmayı keşfettiler... Bu davranış, bir grubun birbirine bağlılığını doğuran ve destekleyen paylaşım ilkesinin de bir ürünüydü. Birçok araştırmacı, bu paylaşmanın en büyük örneğini bugün kurtlarda görüyorlar. Kurtlar, avladıkları hayvanların etlerini, erkek kurtların arasındaki hiyerarşi ve uzlaşma ölçülerine göre paylaşıyorlar...
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız