Doğal afetlerden biri olan depremin acısı çok taze ve sadece depremi yaşayanlar değil bu depreme doğrudan ya da dolaylı olarak tanık olan toplumun bütün kesimleri bu depremden etkilendi. Fakat birçoğumuz, üzerinden az bir zaman geçmesine rağmen sanki hiçbir şey olmamış gibi işe gitmek, hayatımıza devam etmek zorunda kalıyoruz.
Travma, bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü derinden tehdit eden olay ya da durum olarak ifade edilir. "Toplum da yaşayan bir organizmaya benzer" anlayışından yola çıkılarak toplumun da travma yaşama ihtimali olduğundan bahsediliyor. Çünkü başımıza gelen bu durum, yaşam alanımızı tehlikeye attı; kendimize olan güvenimizi, öz saygımızı, diğer insanlara olan güvenimizi azalttı. Bahsedilen belirtiler travma sonrası stres bozukluğunun belirtilerine benzer ve toplumun birçok kesiminde görülür.
En önemli ayrım, bireysel travmada tek bir kişi etkilenirken toplumsal travmada birçok insanın etkilenmesidir. Yaşadığımız depremde ise bu sayının yüz binlere ulaşabileceği tahmin ediliyor. Toplumsal travma yaşayan toplumlarda en çok görülen duygulardan biri de güvensizliktir.
Yaşanan olaylar toplumdaki dayanışmayı artırıyor gibi görünse de o bölgelerde güvenliğin sağlanmasının zor olması toplumsal bağların zayıflamasına neden oluyor. Deprem olmayan bölgelerde bile depremin tekrar yaşanma ihtimalinin olması, kaygı ve korku yaratıp insanlardaki umutsuzluk hissini artırabilir. Umutsuz hisseden bu bireyler bu duygulardan kaçınmak için alkol, uyuşturucu gibi çeşitli zararlı alışkanlıklar edinebilirler.
Yaşanan depremlerin ardından birçoğumuz yediklerimiz, içtiklerimiz, giydiklerimiz kısacası sahip olduğumuz bütün imkanlar için utandık ve belki de kullanmayı reddettik. Dahası yaşadığımız için suçlu hissettiğimiz zamanlar, ölenlerle beraber ölmek istediğimiz zamanlar oldu. Bunun aslında psikolojide bir karşılığı bulunuyor: Survivor guilt/sendromu yani hayatta kalanın hissettiği suçluluk sendromu. Belirtileri (flashback'ler, intihar düşünceleri, motivasyon eksikliği, iştahta azalma/artma) genel olarak travma sonrası stres bozukluğuna benzer.
Bu sendrom, genelde felaketlerden sağ kurtulanlarda görülür. Savaşlarda hayatta kalmayı başaran askerleri, terörist saldırılarından kurtulanları ve tabii ki doğal afetlerden kurtulanları buna örnek verebiliriz. Bu kişiler kaybettikleri kişilerin acısını hisseder ve yaşananlar için kendilerini suçlarlar. Bunu pandemide de yaşamıştık. Özellikle sağlık çalışanları üzerinde yapılan çalışmalarda onların, pandemi döneminde bu duyguyu yoğun bir şekilde hissettikleri görülüyor.
Söz konusu travmaların etkilerini hafifletmek için yapılması gereken ilk şeylerden biri, kendine bakımdır. Bu da düzenli uyku, egzersiz, sağlıklı beslenme ve meditasyon gibi aktivitelere önem vererek yerine getirilebilir. Bunun yanında alınan sosyal destek ve eş desteği de çok önemli. Bu destek de çoğu zaman aile, arkadaşlar veya terapistler ile olaylar hakkında konuşmakla edinilir.
Önem verilmesi gereken diğer şeylerden biri de olumlu düşünme. Böylesi zor bir depremde bu biraz zor olsa da olayların olumlu bir şekilde ele alınarak, olay hakkında umutlu ve pozitif bir bakış açısı geliştirilirse travmadan dolayı oluşan stres ve kaygı yükü bir nebze azalabilir. Stres yükünü azaltan bir diğer etmen ise sanat olarak görülüyor. Bireylerin; hislerini resim yaparak, müzik çalarak veya yazı yazarak ifade etmesinin olayların etkilerini azaltmada ve rahatlamada yardımcı olabileceği düşünülüyor. Azalmayan ve gittikçe artan belirtiler için ise kesinlikle uzman desteği alınmalıdır.
Kaynak: DergiPark, Bilgi Üniversitesi, Verywellmind
Yorumlar
Gerçekten fiziksel anlamda kalbimiz hiç bu kadar acımamıştı...
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız