Etrafımıza baktığımız zaman, hayatın hakikatleri ve gerçekliği dışında her insanın bir şekilde kendi gerçekliğini oluşturduğunu görebiliriz. Bir insanın kendi gerçekliği, dünyada olan olayları veya dünyayı veya gerçekleri veya hakikatleri ne kadar algılayabildiğiyle veya kendi zihninde nasıl algıladığıyla ilgilidir. Bir insan belli bir yere kadar gerçekliği ve gerçekleri algılayabilir. Yani hayatın gerçeklerini, hayatın hakikatlerini. Belli bir noktadan sonra algılayamamasının sebepleri arasında iki tane faktör, ana faktör bulunur. Bunlardan birisi iradesiz olması, ikincisi zekasının artık belli bir noktadan sonra doğayı ya da hakikatleri anlamaya yetmemesidir.
Bu sebepten dolayı insanlar belli bir noktaya kadar hakikatleri ve doğayı anlarlar ve kalan kısımları da kendi gerçeklikleriyle veyahut da kendi dünyalarında tamamlamaya çalışırlar. Genelde iradesi güçlü olan insanlar doğanın veya gerçeklerini veya hakikatlerini büyük bir ölçüde anlamayı başarabilir. Aynı şekilde zekası yüksek insanlarda da vardır ama bu ikisinden birisinin olmadığı insanlarda genellikle hakikatler ve doğa insanın kendi işine gelecek şekilde, kendisini üzmeyecek, korkutmayacak ya da kırmayacağı bir şekilde anlaşılmaya, yorumlanmaya başlar. Ve bu bir noktadan sonra öyle bir hale gelir ki insanlar o kendi yarattıkları gerçeklik içinde kaybolurlar.
Bir insanın kendi gerçekliği içinde kaybolması ise en basit haliyle şöyle açıklanabilir. Bir insanın kendi gerçekliğini oluşturması, büyük oranda doğada veya hakikatlerde tanımlanamamış ya da kanıtı olmayan argümanlar içerir. İnanmakla bir şeylere daha çok ilgilidir. Yani gözlem ve deneyle değil de inanmakla daha çok ilgilidir. Ve bir insanın inandığı bir şeyi sanki kanıtlanmış bir bilgi gibi gerçek kabul etmesi anında işte insan kendi yarattığı gerçeklikte kaybolmaya başlar. Kendi gerçekliğiyle doğanın hakikatlerini, esasta yaşanmış olanı karıştırmaya başlar.
Yorumlar
Bazı insanlar kendi gerçekliği ile hakikatleri karıştırabiliyorlar
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız