Astronomi, fizik, kimya, biyoloji, jeoloji gibi doğa bilimlerinin felsefe açısından yorumlanması ve bu yorumların felsefeye kayması vasıtasıyla gelişen doğa bilimleri, on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar, düşünce ve davranış biçimlerinin bilimsel çalışmalarından mahrum kaldı.
Bunun başlıca sebepleri arasında, başka bir zihinde ne olup bittiğine doğrudan erişimin olmaması var. Zihin ile ilgilenen düşünce sistemi daha çok iç gözlem merkezli kabul edildi ve gerçek bilim yani deney ve gözlemden mahrum kalması vardır.
Sadece beyin üzerinde yapılan fiziksel çalışmalar (tarafsızlığı bir kenara) nasıl düşünüp nasıl davranacağımız hakkında çok az veriye sahiptiler. Bu durumun farkında varan bazı fizyologlar araştırmalarını zihinsel süreci merkeze koyarak yapmaya başladı.
Bu merkezlemeyle eş zamanlı olarak habersiz olarak Amerika’daki araştırmacılar ise zihnin felsefe üzerine çok daha katı bir şekilde yönlenmesi gerektiğini savunarak araştırmalarını yapıyorlardı. Bu iki farklı yaklaşım ile dillerimize pelesenk olmuş yeni bir bilimsel disiplin ortaya çıktı: ‘’Psikoloji’’.
Bu yeni disiplin bir noktada araştırmak için çok farklı ve neredeyse sayısız konuya sahip olmasının yanı sıra; felsefe ile fizyoloji arasında da adeta bir köprü görevi üstlendi.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız