“Karıcığım,
Piyes biter bitmez, hemen arkasından şu küçük şiiri de yazdım:
Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
sende uzaklığı,
sende, ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin.
Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
fakat asla ümitsizliği değil…”
“Canım karıcığım, karıcığım, bir tanem,
Ne günlerdir bugünler, nasıl kederli, nasıl ağır, nasıl ümitli, nasıl aydınlık, nasıl kahraman günlerdir. Nasıl acı çekiyoruz, nasıl ümitli ve kahramanız, nasıl sevdayla, iyilikle, nefret ve kinle doluyuz. Birbirimizden uzak olmak, birbirimize sokulamamak ne korkunç şey, fakat bu korkunçluğun ne tuhaf ne acı bir tadı var. Nasıl oluyor da iki insan birbirini bu kadar çok sevebiliyor, bu insanlardan biri ben olduğum halde, bunu bütün genişliği ve derinliğiyle kavramaktan acizim. Beni aşan bir iş yapıyorum.
Seni sevmek ne tuhaf şey? Neyini, nereni, niçin ve nasıl seviyorum? Yüreğini mi, evet, aklını mı evet, huyunu mu evet, etini mi evet? Hepsi bu kadar mı? Hayır. Daha bir şeyler var, daha bir şeylerini seviyorum, asıl ve en mühimi de onlar. Ama onlar nelerdir? Neyindir? Bilmiyorum.”
“Seni nasıl seviyorum, Piraye. Hayatımın en büyük nimetisin. Sana ne çok ne anlatılamayacak, sayılamayacak kadar çok şey borçluyum. Bazen ya Piraye olmasaydı diye düşünüyorum ve tüylerim diken diken oluyor. Benim her zaman genç, güzel, iyi ve harikulade kalacak olan Pirayendem.”
“Seni seviyorum. Seni öyle özledim, seni öyle çok seviyorum ki bu iki fiilden başka ne yazsam boş ve saçma ve lüzumsuz geliyor bana. Beni kırk bir yaşımda böyle aşık ve genç bir yürekle her an yeniden yarattığın için sana minnettarım.”
“Sana benim yazmak isteyip de bir türlü düsturlaştıramadığım en güzel hisleri, en kuvvetli fakat en feci şekilde sen mektubunun sonuna yazmışsın: Sen olmasan ben ölürdüm, diyorsun…Ben de öyle bir tanem. Ve bu böyle olduğu, birbirimizi bu kadar, yaşamanın manası olacak kadar sevdiğimiz için, her şeye rağmen, yaşamaya en çok hakkı olan iki insanız…Ve son nefesimize kadar, bütün dertlerimize, ıstıraplarımıza rağmen, tam manasıyla yaşamanın ne olduğunu anlamış iki insan saadetiyle birbirimize kopmaz bağımızı her gün her saat biraz daha kuvvetle öreceğiz, düğümleyeceğiz…Sen olmasan ben yaşamayacaktım, karıcığım…”
“Sevgili karıcığım,
Seni görmek, görmemek, görmeyi ve görememeyi düşünmek. Ömrümün en büyük tefekkür meşgalesi bu. Seni, senin hudutlarının dışında seviyorum, karıcığım!”
“Biriciğim,
Üç gecedir rüyamdasın. Acaba ben senin hiç rüyana giriyor muyum? Girsem herhalde duyardım. Bu kadar güzel bir gezinti yapıp farkında olmamam kabil değil. Ne fena, demek, ben senin rüyana hiç girmiyorum. Çok bedbahtım, karıcığım.
Öyle çok şey söylemek istiyorum ki hepsini hemen söylemek için acelemden yazım berbat. Sen bile okuyamayacaksın diye ödüm patlıyor.
Ne zaman kavuşacağız? Bir masanın etrafında oturacağız. Bir yatakta yatacağız, yan yana dolaşacağız. Ben sana güzel yemekler pişirip, harikulade romanları ne zaman yazacağım. Artık çıkar beni buradan, karıcığım.”
“Karıcığım,
Sen meğerse nasıl her şeyimmişsin benim…Seni sevmek benim içimde, toprağı, suyu, güneşi, hayatı ve fikri sevmekle birbirine karıştı. Sen ciğerlerimdeki nefes, gözlerimdeki ışık, kalbimdeki çarpıntı ve beynimdeki düşünce gibisin. Neyi düşünürsem seni düşünüyorum. Neyi görsem seni görüyorum.”
Yorumlar
Saygıyla anıyoruz seni Nazım Hikmet
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız