Bugün ölüm yıldönümü olan Abdülhak Hamit Tarhan'dan bahsedeceğiz biraz. Tarhan, köklü zengin bir aileden gelmiş ve hayatı boyunca da hep yüksek mevkilerde bulunmuştur. Şair olmasının yanında diplomattır da.
Tanzimat, I-II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşamış, gözlem yapmış ve tüm dönemlere dahil olabilmiş bir şairdir. Bu yönüyle olacak ki kendisine büyük şair anlamına gelen Şair-i Azam denmiştir.
Diplomat da olduğu için, batı ülkelerini görmüş ve oralardan şiire yeni konular getirmiştir. Tiyatro oyunlarına da batı ülkelerinde gördüğü oyunlardan esinlenerek, kendi yazdığı oyunlarla felsefi düşünceyi kazandırmıştır.
Fatma Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten iki çocuğu olmuştur. Eşini çok sevmiş ve onu kaybetmekten gerçekten çok fazla korkmuştur. Hatta bununla ilgili bir anısında şöyle bahsetmiştir:
"Beraber gezerken düşecek diye tutacak oluyordum. Uyurken bir akşam uyanmayacak, ölecek gibi duruyordu. Güldüğü zaman güzelliğini uçacak sanıyordum."
Bu kadar kaybetme korkusuyla severken eşini, katip olduğu için tayinlerle ailesini ülkesinde bırakıp başka ülkelere gitmek durumunda kalmıştır. Paris, Gürcistan, Yunanistan...
1883'te Fatma Hanım ince hastalığa yakalanınca Bombay tayinini kabul edip oraya gitmişler. Tedavi çin bir faydasının olacağı umuduyla. Lakin hastalık giderek ilerlemiş ve üç yıl sonra İstanbul'a gitmeye karar vermişler. Maalesef ki İstanbul'a varamadan Fatma hanım vefat etmiştir. Bunun üzerine Abdülhak Hamit Tarhan 40 günü eşinin mezarı başında geçirmiştir. Eşinin ölmesinin ona verdiği acıyla da Makber şiirini yazmıştır. Bu şiir ülke sınırlarını bile aşacak bir üne kavuşmuştur.
Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!
Beyrût’ta bir mezâr kaldı.
……
Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et,
Yâdımdaki hâlime devâm et!
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz,
Ben isterim âh öyle bir söz! ..
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dağ-ı dile çâre bul, merâm et! ..
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et! ..
……
Yâ Rab, öleyim mi neyleyim ben? ..
Ayrı yaşayım mı sevdiğimden? ..
Verdin bana böyle bir mûsibet,
Ettin beni düşmen-i muhabbet.
Ya bir kulu sevmiyor musun sen? ..
Ya böyle bir ölüm değil mi erken? ..
Hiç bulmamak üzre gâib ettim,
Mecnun gibi ben onu severken.
……
Her yer karanlık pür-nûr o mevkî? ..
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!
Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,
Rüyâ değil bu ayniyle vakî.
Kabrin çiçekten bir türbe olmuş,
Dönmüş o türbe bir haclegâhe,
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben.
……
Sen öldün, ölüm güzel demektir,
Ölsem yaraşır gamınla her gün.
Yorumlar
Böyle bir sevgi böyle bir dil ile anlatmak. Gerçekten büyük şair.
Büyük şairmiş gerçekten.
Sevginin dile gelmiş hali
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız