İnsanlarla, düşüncelerle ve nesnelerle aramızdaki en önemli iletken dildir. İnsanları, düşünceleri, nesneleri, dilin aracılığıyla kavrarız. Dil aracılığıyla kendimizi ifade ederiz. Bu dilimizi neden doğru kullanmamız gerektiğini ve dilin önemi vurgular niteliktedir. Çünkü dil yanlış kullanıldığında da kötü bir iletkendir.
İletişimlerimizin daha iyi olabilmesi için dili doğru kullanmak gerekmektedir. Dil bizi başkalarına karşı, başkalarını ve nesneleri bize karşı yansıtan adeta bir aynadır.
Düşüncelerimizin anlaşılmasını istiyorsak dile hakim olmak ve doğru kullanmak gerekir.
Dil düşüncenin temelidir. İnsan zekası sözcüklerde, deyimlerde ve ifade kalıpları arasında gizlidir. İnsanlık tarafından bilgilerimizi depolamak için kullanılan ilk araç dildir. Daha sonrasında bu işi daha sistemli yapması için bilgisayar icat edilmiştir.
Dil aynı zamanda düşünceleri geliştiren bir alandır. Örneklemek gerekirse, kelime dağarcığı fazlalığı ve düşünce zenginliği doğru orantılıdır. Bilinen sözcük sayısı ne kadar fazlaysa düşünce alanı da o kadar geniş olur.
İnsanlar nesneler aracılığıyla değil sözcükler aracılığıyla düşünür. Bu sebeple düşüncenin iki aracı vardır. İlki dil, ikincisi ise mantıktır.
Bilimlerin sunduğu tüm bilgiler iki kaynaktan bize gelir. Bu iki kaynağın ilki dil üzerinde düşünmek, ikincisi ise doğayı incelemektir. Gerçek şu ki doğadan gelen bilgilerin de dil kalıplarına döküldükten sonra bize ulaşır.
Her dil, farklı bir dünya görüşünü yansıtır. İngilizce, Türkçe, Fransızca dünyayı farklı biçimde algılar. Bu algılama farkı aynı nesneleri adlandıran sözcüklerin farklı anlamlar taşıması sonucunu doğurur. Türkçe yürek, Arapça kâlp, Fransızca “coeur”, sözcüklerinin anlamları aynıdır, ancak kapladıkları anlam alanı yönünden dilsel değerleri farklıdır.
Bir insanın yaşadığı toplum dilini konuşabildiği kadar vardır. 1911 yılında Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip gibi yazarların oluşturduğu genç kalemler ''Milli bir edebiyat, milli bir dille yaratılabilir.'' görüşüyle başlatmış oldukları yeni dil hareketi Türkçe’nin sadeleştirilmesine büyük önem göstermişlerdir. Türkçenin daha sade bir dil haline gelmesi konusunda kalıcı adımlar gerçekleştirmişlerdir.
O dönemde kullanılan bazı Arapça ve Farsça kelimelerin yerine Türkçe olanları benimsenerek dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması sağlanmıştır.
Günümüzde bu durum yeniden ortaya çıkmıştır. Yabancı özentiliği olarak tanımlayabileceğimiz bu durum kültür kirliliğine yol açmaktadır. Bu durum son dönemlerde öyle benimsendi ki Türkçesi olan kelimelerin bile yabancı dildeki versiyonları aktif olarak kullanılıyor. Tabelalarda, iş konuşmalarında, sosyal medyada, televizyonlar bile hemen her gün karşımıza çıkıyor.
Dil bir ülkenin kimlik kartıdır. Dil, bir ülkenin birliğinin ve bağımsızlığının en önemli simgelerinden birisidir. Bir ülkenin kimliği bozulursa o ülke sömürge ülkesi olur.
Bilim yoluyla Türkçeye giren yabancı sözcüklerin Türkçe karşılığını bulmak yerine, olduğu gibi kabul ediyoruz. Örneğin ‘'Provakatör'' sözcüğü yerine ‘'kışkırtıcı'', ‘'Provakasyon'' sözcüğü yerine ‘'kışkırtma'' gibi Türkçemizde karşılığı olan sözcükler varken yabancı bir sözcükle olası bir durumu açıklama gayretine giriliyor.
Yapılan müziklerde de bu duruma dikkat edilmemesi, bu şarkıların dillere dolanarak dilden dile ulaşması Türkçe’nin giderek yozlaşmasına yol açıyor. Hatta Türkçe’nin yavaş yavaş yok olmasına olanak sağlıyor.
Şöyle bir düşününce sokağa çıktığımızda bazen tabelalardaki sözcükleri anlamıyoruz bile. Belki de ihtiyacımız olan, aradığımız şey tam karşımızda duruyor ama biz bunu algılayamıyoruz. Bir de ülkemizde yaşayan yaşlı nesli düşünelim. Dedelerimiz, nenelerimiz, büyüklerimiz ve atalarımız sokağa çıktıklarında, bizimle iletişim kurduklarında yabancı içerikli Türkçe sözcükleri anlayamıyorlar. Belki de bu ülke için savaşan, kan döken, uğruna emek veren atalarımızı biz yabancılaştırdık.
‘'Bir ülkeyi yıkmak istiyorsunuz önce dilini tahrip edin.'' demiş Konfüçyüs. Bu cümle çok şey ifade eden bir cümle. Üzerine düşünüldüğünde hala anlamıyorsak, hissetmiyorsak bu gerçek bir tehlikenin habercisidir.
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk her zamanki gibi öngörülü davranarak yıllar öncesinde Türkçe’nin yabancı dillerin etkisinden korunması konusunda ne kadar hassas davranmamız gerektiği konusunda bizi uyarmıştır.
“Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin milli ve zengin olması milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Tarihi inceleyecek olursak yıkılan tüm devletler ilk olarak dillerini kaybetmişlerdir. Bu sebeple dilimizin öneminin farkına varmak gereklidir. Dilini kaybeden bir millet, milli benliğini, değerlerini, özünü ve aslında her şeyini kaybetmiş demektir.
Dilde yozlaşma, dilin işleyiş özellikleri olan geçerli kurallarını bir tarafa atıp dili gelişigüzel kullanarak, yapı ve işleyişindeki kuralların işlemez hale getirilmesi, dilin işleyiş özelliklerini kaybedip bozulması demektir.
Özellikle genç kesimler tarafından yozlaştırılan dil, yanlış kullanılmaktadır.
Türkçe ’deki yozlaşma ilk olarak dükkan, market ve iş yerlerinin İngilizce olarak adlandırılmasıyla başlamıştır. Bu durum batı dillerine özenmeye sebep olmuştur.
Son dönemlerde mesajlaşmanın yaygınlaşması, internet kullanımının yaygınlaşması sonucunda dilimiz, kelimeler değiştirilerek, kısaltılarak, harfler eklenip çıkartılarak yozlaştırılmaya başlanmıştır. Özellikle gençler arasında yaygın kullanılan anlık mesajlaşma uygulamaları, sosyal medya platformları ve internet siteleri Türkçedeki bu yozlaşmanın temeli olmuştur.
Daha hızlı yazmak, daha kısa zamanda iletişim kurmak için kelimeler kısaltılıyor ve harfler çıkarılıyordu. Örneğin selam yazmak yerine slm, tamam yazmak yerine tmm gibi kısaltmalar yazılıyor.
Bazı durumlarda da ş ve ç harfleri sh, ch, j gibi değiştirilerek yazılıyor. Hatta daha da büyütülerek A harfi yerine ona benzediği için 4 rakamı kullanılıyor.
Yozlaşmanın farkına varılmadan günlük hayatımıza karıştırdık bile yabancı kökenli kelimeleri. Bunun en basit örneğini iş konuşmalarında ve yazışmalarında verebiliriz. Check etmek, deadline, meet gibi yabancı dil kelimeleri Türkçemizde karşılığı varken kullanılmıyor. Üstelik bu rahatsız edici bir durum olarak da görülmüyor.
Özellikle sosyal medyada, dünya ile ortak bir dil kullanmak amacından mıdır bilinmez, bu durum daha yaygındır. Örneklemek gerekirse hemen her gün kullandığımız uygulamaların yine hemen her gün kullandığımız kelimelerini söyleyebiliriz. Örneğin story çekmek veya story paylaşmak. Arkadaşlarınızla buluştunuz diyelim selfie çekmek. Reels paylaşmak, influence etmek. Sizlere de hepsi tanıdık geldi değil mi? Oysaki hepsinin dilimizde bir karşılığı var. Fakat kullanmak son dönemlerde kimsenin işine gelmiyor. Bu durumdan rahatsızlık duyulmuyor. Hatta bunun göğsünü gere gere arkasında duranlar, bu şekilde konuşmaktan mutluluk duyanlar var. Etrafımızda, televizyonda, okuduğumuz köşe yazılarında, takip ettiğimiz ünlü insanlar tarafından her gün bu duruma şahitlik ediyoruz.
Dilimizi, güzel Türkçemizi doğru kullanmak karşımızdaki kişilerle daha düzgün ve daha anlaşılır bir iletişim için önemlidir. Karşınızdaki insan kullandığınız yabancı kökenli bir kelimeyi veya yabancı kelimeyi bilmiyor olabilir. Bu da iletişiminizi daha az anlaşılır hale getirir. Oysaki iletişimimizin anlaşılır olmasını isteriz. İletişim kurarken anlaşılmak istiyorsak dilimizi doğru kullanıp, doğru ifade etmek gerekir.
Bu sebeple dilimizi yozlaştıran bu meraktan en kısa sürede vazgeçmeliyiz. Özentiliği, kolaya kaçmayı bir kenara bırakıp özümüze dönmeliyiz. Çünkü eğer dönmezsek bu durum kültürümüzü ve benliğimizi etkileyecektir.
Lütfen sizler de konuşurken ve yazarken Türkçeyi doğru kullanmaya dikkat edin ve de özen gösterin.
Kaynak: 1
Yorumlar
Her dil doğru kullanıldığında dünyanın en güzel sesi olur
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız