Okullardan birinde, hasta "doldurma" (flooding) ilkesine sadık kalınarak, kendisinde en şiddetli korkuyu yol açan durumla hemen karşı karşıya getiriliyor. Diğer okulun yöntemi ise bu kadar şoke edici değil, çok daha yumuşak; hasta tedavi boyunca, korku yaratan duruma adım adım yaklaştırılıyor. Örnek olarak; örümcek korkusu yüzünden evlerini yıllarca neredeyse paketlemiş hastalar, iğrenç buldukları bu hayvanın çıplak tenlerinde gezinmesine katlanmak zorunda kalıyorlar. Çocukluğundan beri iğne gördüğünde bayılan hastalar, kendilerinden iğneyle kan alınışını gözlemliyorlar. Kusma korkusunun pençesinde kıvranan hastalara defalarca Marco Ferreri'nin o muhteşem filmi, "Büyük Tıkınma" seyrettiriliyor.
Uçuş korkusu yüzünden mesleğinde yükselemeyen hastalar, bir psikologla birlikte kısa uçuşlara çıkarılıyor. Hatta ABD'de korku tedavisinde son bir yıldır "sanal gerçeklik" yöntemi kullanılıyor. Böylece, bilgisayar ekranında camdan bir asansöre "binerek" çatışma durumunu yaşayan hastalar yükseklik korkusunu (acrophobia) yenebiliyorlar. Ne var ki, hastayı en yüksek derecede korkuyla hemen karşılaştıran tedavinin insani olmadığı da iddia ediliyor... Böylesine sert yöntemlere karşı çıkanlar, hastaların sadece günlük hayatta olabilecek durumlarla karşılaştırılarak tedavi edilmelerinin yeterli olacağını savunuyorlar.
Korku tedavi edilmezse, depresyon, alkol bağımlılığı, ilaç bağımlılığı ve intahar girişimi gibi kötü sonuçlara neden olabiliyor. Tedavinin başarısına rağmen, fobileri olan hastaların durumu tıbbi açıdan hiç de pembe görünmüyor. Genellikle, korku hastalığının "korku hastalığı" olarak tanımlanmasına kadar ortalama yedi yıl geçiyor. Korku hastalığının başlangıcının üzerinden bir yıl geçtikten sonra da semptomların kendiliğinden kaybolmayacağı ve hastanın kendi başına iyileşmeyeceği kesinlik taşıyor. Korku hastalığının tedavisine başlanmadığı takdirde sonuç; depresyon, alkol bağımlılığı, yanlış ilaç kullanımı veya riski yirmi kere artan intihar girişimi oluyor.
Tedavide, bütün korku hastalarına uygulanabilecek tipik bir reçete bulunmadığı gibi, bir terapiye başlayana kadar hastanın sakinleştirici ilaçlarla yanlış tedavi edilmiş olduğu da kesin... Tedavinin gidişi her bir hastanın özelliklerine göre saptanıyor, bir program çiziliyor ve bu program uygulanıyor. Çünkü her hasta, korku yaratan durumla aniden karşılaştırılmayı kaldırmayabiliyor.
Alman araştırmacılarının eski Doğu Almanya topraklarında yaşayan hastalar üzerinde yaptığı gözlemlere göre, özellikle sosyo-ekonomik olarak gelişmemiş yerlerde yaşayan insanlar korku hastalığına daha yatkınlar... Bu araştırmacılar korkuyu, "sosyal güvencesizliğin meydana getirdiği sonuç" olarak tanımlıyorlar ve fobilerin ortaya çıkmasında rol oynayan en önemli iki faktörün "kişinin duyduğu gelecek korkusu" ile "kendi yaşamını denetleyememe korkusu" olduğunu belirtiyorlar. Sosyo-ekonomik açıdan "gelişmiş ülke" tanımlamasına giren ülkelerde nüfusun ortalama yüzde 7'si fobik tepkiler gösterirken, "az gelişmiş" ülkelerde bu oranın çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.
Yorumlar
Sosyal hayat yaşanmaz hale gelebiliyor
Çok enteresan bence
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız