Negative Capability/ Negatif Yeterlilik terimini ilk kullanan kişi şair John Keats’ti: insanın “huzursuzluk içinde gerçeklere ve akla sarılmaya çalışmadan belirsizliklerin, gizemlerin ve kuşkuların içinde rahatça var olabilmesi”ydi, bununla kastettiği. Bir bakıma kırılganlığımızı kabul edebilmemiz.
Keats’e sorarsanız bu kavramın en kusursuz timsali Shakespeare’di. Çünkü kusurlu ve müphem bir güzellikle dolu, çok farklı şekillerde yorumlanabilecek eserler yaratıyordu.
Miles Davis’i hiç dinlememiş olsa bile onun müziğindeki negatif yeterliliğin hakkını da verirdi herhalde. “Olan şeyi çalmayın” demişti Davis ünlü bir sözünde. “Olmayanları çalın.”
Negatif yeterlilik bildiğimiz her şeyin ötesindeki, güzelliği bulmak istiyorsak ulaşmak zorunda olduğumuz yere ulaşabilme becerisidir.
“Büyük şairler için güzellik hissi bütün düşüncelerden önce gelir hatta bütün düşünceleri siler.” demiş romantiklerin en Zen olanı Keats.
Keats’in negatif yeterlilik kavramı daha çok sanatla ilgili olsa da kavram sonradan psikanalist ve varoluşsal bir bağlamda kullanılmış. Bion’a göre negatif yeterlilik hafızadan ve tutkulardan arınarak sezgisel düşünebilme becerisi. “Anıları bırakın. Tutkularınızı içeren gelecek zamanı bırakın; hem bildiklerinizi hem de isteklerinizi unutun… ki yeni bir fikir için yer açılabilsin.” diye yakarmış Bion.
Yeni bir fikir.
Buna bayılıyorum. Zen Budizm’in teslim olarak aydınlanmayı, kendi doğamızın bilinmezliklerine yapacağımız keşif yolculuğuyla ulaşılan mertebeyi anlatan satori kavramına benziyor. Özgürlüğün olduğu yere. Olası yepyeni bir düşünce tarzına. Anın akışkanlığının farkında olarak her şeye açık ve belirsiz kalmayı başardığımız anda oraya ulaşmak çok daha kolay.
Bizler belki de kozmik bir negatif yeterliliğin evreni yoktan var etmesi sayesinde varız. Her şeyi bilmemek ya da en azından her şeyi bildiğimizi zannetmemek daha iyi ve daha akıllıca olabilir çünkü kalıplaşmış düşünce tarzlarından ancak bu sayede biraz olsun uzaklaşabiliriz. Ama her şeye tamamen açık olmak tabii ki kırılgan olabilmeyi, belki de konfor kavramına yepyeni gözlerle daha derinlemesine bakabilmeyi gerektirir.
Yıllar önce bir egzersiz videosundaki hareketleri yaparken, statik squat’ın ortasında hocanın “Rahatsızlığın içindeki rahatı bul” diye böğürüşünü hiç unutamam. Spor sırasında verilen bir öğütle negatif yeterliliği ve Zen Budizmi’ni eş tutmak biraz zorlama olabilir ama güvenli ve bildik kalıplardan çıkarak -Keats’in deyimiyle söyleyecek olursak- yaşamın bilinmeyen güzelliğine doğru yol almaya istekli olduğumuzda, daha büyük bir konfora erişerek gerçek benliğimize biraz daha büyük bir konfora erişerek gerçek benliğimize biraz daha yakınlaşıyoruz bence.
Wilfred Bion’ın dediği gibi:
“Güzellik en zor koşulları bile tahammül edilebilir kılar.”
Her şeyi anlamak zorunda değiliz. Güzelliğe tanık olmak da yeterli.
Kaynak: Matt Haig, Rahatlama Kitabı, S. 208-210
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız