Tarih boyunca birçok liman kenti, ekonomik canlılığını ve büyümesini korsanlıkla sağlamıştı. Hem yelken hem de kürekle kuzey denizlerinden yola çıkan Viking gemicileri, özellikle Avrupa kıyıları, Akdeniz sahilleri ve Atlantik kıyılarını yüzyıllar boyunca yağmalamışlardı. Ne var ki, onların bu saldırıları organize saldırılar değildi, Ulyssea gibi karnı doyurmak için saldırıyorlardı.
Özellikle Kuzey Afrika sahillerinde gerçek anlamda korsan devletler ancak 15. ve 16. yüzyıllarda kurulmuştu. Tunus, Cezayir gibi kentler, Barbaros ve arkadaşları ile ondan sonra gelen denizcilerin Hıristiyan gemilerinden yağmaladıkları zenginlikle olağanüstü bir ticari güce ulaşmışlardı. Tarihçiler, 1613-1621 tarihleri arasında, Cezayir kentine her ay en az 10 korsan gemisinin demir attığını iddia ediyorlar. Bu korsan devletlerin zenginliği öylesine dilden dile yayılmıştı ki, binlerce maceraperest buralara akın ediyor ve gemilerde görev almak için başvuruyordu. O dönemde, başvuranlardan iki koşul isteniyordu: İyi bir denizci olmak ve İslam dinini kabul etmek...
Kuzey Afrika'da korsan devletler olgusuna paralel olarak, Avrupa'da da ilginç bir koalisyon ortaya çıkmıştı. Denizlere egemen olmak ve yeni kıtalardan gelen zenginliklerin üzerine konmak isteyen bazı monarşiler, korsanlığı resmileştirmeye başlamışlardı. İngilizler ve Hollandalılar, bir süredir savaştıkları korsanları saraylara çağırıp, onlara "yetki belgesi" veriyorlar ve onları kral adına denizlerde düşman kovalamakta yetkili kılıyorlardı. Bu aslında, donanma için beş kuruş para harcamadan denizlere sahip olmanın bir başka yoluydu...
Kral, donanma için ek bir masrafa girmiyor, sadece yağmalanan malı korsanlarla paylaşıyordu. Korsanlar da yaşamlarını yağlı ipte sona erdirme korkusundan uzakta, kazançlarını kral ile bölüşüyorlardı. Kısacası, alanın ve verenin memnun olduğu bir "devlet korsancılığı" sistemi kurulmuştu.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız