İstanbul tam olarak Osmanlı ordusunun eline geçince, artık 'Fatih' ünvanını kazanmış olan II.Mehmed kente yeniçerileri ve vezirleri ile birlikte girdi. Kafile kentin sokaklarından geçerek Ayasofya 'ya geldi.
Burada atından inen genç hükümdar, yerden aldığı bir avuç toprağı kavuğunun üzerine serpti. Bu hareketiyle, Allah'a sığındığını belirtiyordu. Fatih, Ayasofya'ya girdi. Bir müddet sessizce bekledi. Belki de zafer için şükrediyordu. Bu sırada bir askerin kilisenin mermerlerini sökmeye çalıştığını gördü. Askere kızarak bunların ganimet olmadığını söyledi. Kilisede korkuyla bekleşen Bizanslıların emniyet içerisinde evlerine götürülmelerini söyledi. Daha sonra bu kilisenin camiye dönüştürülmesini emretti. Ulemadan birisi ezan okudu. Fatih, namaz kıldıktan sonra bu zaferi için dua edip Ayasofya'dan ayrıldı.
Fetih'ten sonra İstanbul'dan kaçanlar Ege adalarına ulaştıklarında, İstanbul’un düştüğü haberi her tarafa yayıldı. Haber adalardan, Papa'ya ve Avrupa'nın çeşitli makamlarına yazılan mektuplarla bildirilmişti. Hıristiyanlar, İstanbul'un Türklerin eline geçmesini, 'insanlık tarihindeki büyük felaketlerden biri' olarak algıladılar. Hammer'den Stefan Zweig'a kadar birçok batılı tarihçi ve yazar, İstanbul’un fethinin son safhasını da hep şu şekilde anlattı: Surların arasında dolaşan birkaç Türk askeri, Edirnekapı ile Eğrikapı arasında bulunan ve “Kerkoporta” denilen yayalara ayrılmış küçük kapılardan birisinin -aklın alamayacağı bir unutkanlık yüzünden- açık kaldığını görürler. Diğer askerlere de haber verilir ve Türkler bu kapıdan girerek İstanbul'u fethederler...
Bu bilgi, sadece Dukas Tarihi'nde vardır ve dönemin diğer kaynaklarıyla uyuşmaz. Dönemin Türk kaynakları ile Barbaro ve Dolfin incelendiğinde, fethin son aşamasının hiç de bu şekilde olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu söylence, batıda çok yaygındır. Fakat yerli ve yabancı tarihlerin çoğuna göre, Türk askerleri bugünkü Topkapı'ya yakın bir yerden, savaşarak kente girmişlerdir.
Nitekim bu bölgenin ismi de, surlarındaki tahribat nedeniyle, fetihten sonra 'Top Yıkığı Mahallesi' olarak anılmıştır. İstanbul’un fethi genç padişaha sonsuz bir kudret ve otorite sağladı. Fetih öncesi büyük kargaşalıklar içerisinde çalkalanan Osmanlı devleti bu fethin getirdiği prestijle, hem İslam dünyasının en parlak devleti haline geldi , hem de düşmanları üzerinde yılgınlık yarattı. Fatih, fetihten hemen sonra iktidarını sınırlayan Çandarlı'yı görevden aldı ve bir süre sonra öldürttü. Aynı şekilde hükümdarlığı üzerinde bir tehdit olarak gördüğü Orhan Çelebi'yi de muhtemelen, fetih sırasında ortadan kaldırtmıştı.
Fatih'in veziriazamlarının sonuncusu hariç, hepsi kapıkulu kökenlidir. Bu durum hüküm- dara aristokrat Türk ailelerinin nüfuzundan kurtulmasını sağlamıştır. Ancak her şey devşirmelere bırakılmamış; dini, idari ve mali bürokrasi Türk kökenlilerden teşkil edilmiştir. Böylelikle, kapıkulları ile Türkler arasında bir denge kurularak, devlet yönetiminde tek söz sahibinin padişah olması sağlanmıştır. Halil İnalcık, Fetret Devri'nin gerçek bitişinin İstanbul'un fethiyle olduğunu söyler. Fetih sayesinde II. Mehmed’in kendisini “cihanşümul” bir imparatorluğun temsilcisi' olarak gördüğünü belirtir.
Bu durum, merkeziyetçi devletin kurulabilmesini ve devamlı fütuhatı sağladı. Fatih'in dünya egemenliği düşüncesinin temelleri, geniş bir yelpazeden oluşuyordu Türk-Moğol hükümdarlık geleneği, İslami hilafet telakkisi ve Roma imparatorluk fikri... Fatih fetihten sonra, Bizans imparatorlarıyla akraba olan tüm sülaleleri ortadan kaldırmak için faaliyete geçti. Halil İnalcık, Fatih'in şahsında Türk-İran-İslam ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren bir Osmanlı padişahı tipinin doğduğunu belirtir.
Yorumlar
İstanbul'un fethi öyle kolay olmamış
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız