İstanbul'da, yüzlere gülücükler serpiştiren, sözleri ve davranışlarıyla herkesi kahkahaya boğan veya hem güldüren hem düşündüren yarı filozof yarı meczup tipler, muzipler, mukallitler varmış. Bu karakterleri 'rol icabı' geçim yolu seçenleri ise tarih bize meddah, hayalci, ortaoyuncu, maskara, cambaz... olarak tanıtıyor. Bu oyuncuların sahneleri de çınar altlarından han avlularına, iskele ve çeşme meydanlarından selâtin meyhanelere, mesirelerden saray sofalarına kadar bütün açıklıklar, ferah mekânlarmış.
Yabancı gözlemci ve yorumculara bakılırsa biz Türkler 'kalın çizgili' güldürülerden hoşlanırmışız. Şimdilerde öyle olabilir, ama mizah dünyasında Tıfli Çelebi, İncili Çavuş, Bekri Mustafa, Çıplak Mustafa, Oturaklı Salih, Torbalı Hüseyin, Acem Rıza, Arap İsmail, Eğrikılıç Memiş Paşa, Deli Hidayet, Pazarola Hasan Bey gibi portreler bulunan dünkü toplum için bu bir iftiradır. Çünkü güldürü tarihimizin 16. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıla uzayan 400 yıllık sürecinde, çiçek bahçeleri kadar renkli sergilemeler ve tipler, hünerler ve eğlenceler karşımıza çıkıyor.
1582 şenliğindeki hünerbazlıkları yansıtan minyatürler elimizde kanıt. Canbazlar ip üzerinde yürürken burunlarının ucuna diktikleri sopada çanak çevirmişler; At Meydanı'nda dikilitaşlara tırmanmışlar; maskaralar, soytarılar, hokkabazlar olmadık numaralar yapmışlar. Bin türlü esprinin, ironinin işlendiği Karagöz ve Hacivat oyunları (Osmanlıcası: Zıll-i hayal, muhabbet / ibret perdesi) ise alaturka eğlencelerimizin en yaygını olarak biliniyor. Bir mendil ve bir değnekle ademoğlunun her türlüsünü canlandıran meddahlarımız ve ortaoyuncularımız da ikinci sıradadır.
Halk, her üç teknikten de gülerek ve ibret alarak iki türlü yararlanıyormuş. Herkes, Karagözcünün, meddahın veya ortaoyuncunun dilinden, esprilerinden, hareketlerinden kendince yorumlar çıkartır; hikmetler, ibretler yakalar; hatta gülerken ağlama çelişkisine düşenler bile olurmuş.
Yorumlar
Çok yetenekli insanlar gelip geçmiş
Gerçekten çok ilginç değil mi?
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız