Tufan Gündüz'e göre, devlet, nüfusu artan bir aşiretin bölünerek yeni bir cemaat meydana getirmesine de karışmazdı. Yeni bölünen bir cemaat nüfus durumuna göre “mahalle” veya “oymak” adıyla anılırdı.
Bunlar başlangıçta ayrıldıkları aşiretin bir parçası olarak kaydedilirler, eski kethüdalarının idaresinde kalırlar ve daha önce birlikte konup göçtükleri aşiret ile konup göçmeye devam ederlerdi. Eğer, nüfus olarak temsil edilecek güce ulaşırlarsa kendi içlerinden seçtikleri bir kethüda tarafından idare olunurlar, genellikle o kethüdanın adını alırlar ve “cemaat” olarak anılırlardı.
Osmanlı İmparatorluğu, konar-göçer toplulukları hiçbir zaman kendine rakip olarak görmemiş, onlara imparatorluk tebaasının bir bölümü ve ekonominin bir parçası olarak bakmış ve asayişi bozmadıkları sürece, üzerlerine girmemişti. Nitekim aşiretler de Celali isyanlarının en yoğun olduğu devrilerde bile, nadir olarak eşkıyalık faaliyetlerine karışmışlardı.
İktisadi açıdan köylüler ve şehirlilerin yanında, Türkmenler üçüncü bir gücü oluşturmaktaydı. Osmanlı yönetiminin Türkmenlere yönelik özel bir siyaseti yoktu; temelde iktisadi faaliyetin devamına ve asayişe bakılıyordu. Devlet, tebaasından hiçbir grubu diğerinden daha üstün ya da daha aşağı seviyede görmemiştir. Paul Wittek'e göre, aşiretler, Osmanlı cemiyetine girerek, bu toplumda Türk unsurunu devamlı olarak kuvvetlendirip, yenilemişlerdir.
Yorumlar
İyi yönetmiş
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız