Kasım 24, 2024

Altı Kafadar Dünyayı Dolaşıyor

Bir zamanlar bir adam vardı; elinden çok iş gelirdi. Savaşa katıldı ve büyük cesaret gösterdi. Savaş sona erdiğinde ordudan ayrıldı; yolluk olarak ona üç metelik verdiler. Adam çok kızdı. "Dur hele, bir yolunu bulup krala çıkacağım; o da bana tüm ülkenin hazinelerini versin" diye öfkeyle söylenerek ormana daldı.

Orada altı tane koskoca ağacı buğday sapı gibi kökünden söküp koparan bir adam gördü. Ona, "Benim hizmetkârım olur musun? Birlikte dolaşırız" diye sordu.

Ağaç koparan, "Olur" dedi. "Ama önce anneme şu odunları götüreyim" diyerek ağaçlardan birini aldı, diğer beşiyle sarıp sarmaladıktan sonra sırtına attığı gibi oradan ayrıldı. Sonra yine geri döndü.

Emekli asker, "Şimdi birlikte rahatça dünyayı dolaşabiliriz" dedi.

Bir süre birlikte yürüdükten sonra çömelerek tüfeğini doğrultan bir avcı gördüler.

Emekli asker, "Heey, Avcı! Neyi vurmak istiyorsun?" diye sordu.

Avcı cevap verdi. "Buradan iki mil ötedeki bir meşe ağacının dalma bir sinek konmuş; onun sol gözüne nişan alıyorum!"

"Bırak onu da, benimle gel! Üç kişi olunca dünyayı daha rahat dolaşabiliriz" dedi emekli asker.

Avcı razı olarak onlara katıldı. Derken yedi tane yel değirmeni gördüler; kanatları hızlı hızlı dönmekteydi. Oysa sağda solda, hiçbir yerde rüzgâr esmiyordu.

Emekli asker, "Bu değirmen nasıl çalışıyor, anlamadım gitti. Hiçbir yerde rüzgâr yok ki" diye söylendi.

Ama sonra yoluna devam etti. İki mil gittikten sonra ağaca çıkmış bir adam gördüler; burun deliklerinden birini kapamış, öbüründen hava üfürüyordu.

"Ne yapıyorsun orda, ağacın tepesinde?" diye sordu asker.

"İki mil ötede yedi tane yel değirmeni var, bak! Çalışsınlar diye onlara hava üflüyorum" diye cevap verdi adam.

"Boş ver! Sen bizimle gel; dört kişi olunca dünyayı daha rahat dolaşırız" dedi asker.

Hava üfüren, ağaçtan inerek onlara katıldı.

Bir süre sonra tek ayak üstünde duran ve takma bacağını yanına koymuş bir adam gördüler. Asker: "Böyle daha mı rahat ediyorsun?" diye sordu.

"Ben koşucuyum" diye cevap verdi adam. "Çok hızlı koşmayayım diye takma bacağımı çıkardım. Yoksa iki bacağımı kullanarak koşarsam kuş gibi uçarım!"

"O zaman bizimle gel. Beş kişi olduk mu, dünyayı daha rahat dolaşırız" dedi asker.

Beş kişi yola koyuldu. Çok geçmeden bir kulağını tamamen örtecek şekilde beresini aşağı çekmiş bir adama rastladılar.

Asker, "Bere böyle mi giyilir! Seni gören de keçileri kaçırmışsın sanacak" dedi.

"Başka türlü giyemem" diye cevap verdi Bereli. "Onu düz giyecek olursam her taraf buz tutar, gökyüzündeki tüm kuşlar donar ve yeryüzündeki herşey ölür."

"Sen de bize katıl. Altı kişi olduk mu bütün dünyayı daha iyi dolaşırız" dedi asker.

Derken bir şehre geldiler. Bu yöreyi idare eden kral şöyle bir duyuru yapmıştı: Kim ki, kızıyla koşu yarışına girip kazanırsa onunla evlenebilecekti, kazanamazsa kellesi gidecekti!

Bunun üzerine emekli asker bu iddiayı kabul etti. "Ama benim yerime yardımcım koşacak" dedi.

Kral, "Tamam! Ama kaybederse o zaman hem senin hem de onun kellesi gider" diye cevap verdi.

Anlaştılar. Asker, koşucunun takma bacağını yerine takarken kulağına, "Hızlı koş da, iddiayı kazanalım" diye fısıldadı.

Oldukça uzakta bulunan bir kuyudan alınacak suyu kim daha önce getirirse, iddiayı o kazanmış olacaktı. Koşucuyla kralın kızına birer maşrapa verildi.

İkisi de aynı anda koşmaya başladı. Kralın kızı az bir yol kat etmişken koşucu rüzgâr gibi koşup gözden kayboluverdi. Kısa bir zaman sonra kuyunun başına geldi; maşrapasını suyla doldurduktan sonra geri döndü. Ama yolun ortasına gelmişken üzerine bir ağırlık çöktü; maşrapasını yere koydu. Ölmüş bir at kafasını yastık niyetine kullandı; sert olsun da zamanında uyansın diye! Ve yere uzanarak biraz kestirdi. Bu arada, aslında iyi bir koşucu olan kralın kızı da kuyuya vardı; maşrapasını doldurup geri döndü. Koşucuyu uyur bulunca çok sevindi. "Koşucuyu yendim" diye söylenerek onun maşrapasını boşalttı.

Ama sarayın çatısına çıkmış olan avcı keskin gözleriyle olan biteni görmemiş olsaydı her şey mahvolacaktı.

"Kız bu yarışı kazanmamalı" diyerek silahın doğrulttu ve öyle bir atış yaptı ki, koşucunun başını koyduğu at kafası, koşucuya hiç zarar vermeden paramparça oldu.

Koşucu hemen uyandı, bir de baktı ki maşrapa bomboş! Kralın kızı da almış başını gidiyor! Ama cesaretini yitirmedi. Maşrapasını alarak kuyuya koştu; yeniden suyla doldurdu ve kralın kızından on dakika önce saraya vardı.

"Bundan öncekine koştum diyemem, asıl şimdi koştum, iki bacağımı kullanınca" dedi.

Kral bozuldu, kız daha da fazla! Emekli bir askere varmak istemiyordu. Baba kız bu heriften nasıl kurtulsak diye kafa kafaya verdi.

Kral, "Ben bir yol buldum! Sen hiç korkma! Onlar buradan sağ salim çıkmayacak" diyerek altı kafadarı çağırdı. "Yiyin, için, eğlenin" diyerek onları bir salona soktu.

Burasının zemini ve kapısı demirdendi; pencereleri de demir parmaklıklıydı. Uzun bir yemek masasının üstünde nefis yemekler görülüyordu. "Keyfinize bakın" dedi kral.

Onlar içeri girer girmez kapı arkalarından kapandı, sürgüler çekildi.

Kral aşçıyı çağırarak: "Öyle bir ateş yak ki, demir zemin akkor haline gelsin" diye emretti.

Aşçı söyleneni yaptı. Altı kafadar yemeğe oturdu. Ama öyle terlediler ki, önce bunun yemekten kaynaklandığını sandılar. Ancak ısı gittikçe arttı. Dışarı çıkmak istediler. Ama kapılar ve pencereler kapalıydı. O zaman kralın kendilerine oyun oynadığını anladılar; havasızlıktan boğulup öleceklerdi!

"Bunu başaramayacak! Öyle bir soğuk yapacağım ki, ateş bile korkup sinecek" diyen bereli beresini düzeltti. Aynı anda etrafa buz gibi bir hava yayıldı; sıcaklıktan eser kalmadı; tüm yemekler ve tabaklar donmaya başladı.

Aradan birkaç saat geçti. Kral, bunlar hararetten erimiştir diye düşünerek kapıyı açtırdığında hepsini karşısında dipdiri buldu.

Altısı da sapasağlam ve zindeydi. Buradan çıkmak istediklerini, çünkü yemeklerle tabakların donduğunu söylediler.

Kral öfkeyle aşçının yanma vardı ve neden emirlerini yerine getirmediğini sordu.

Aşçı, "Ateş hâlâ yanıyor; akkor halinde. Gelin, kendiniz görün" diye cevap verdi. Kral gidip baktı, gerçekten de ateş sönmemişti.

Bu yolla altı kişinin hakkından gelemeyeceğini anladı. Kral bu uğursuz misafirlerden kurtulmak için emekli askeri çağırdı.

"Sana ne kadar istersen o kadar altın vereceğim, ama karşılığında kızımdan vazgeçeceksin?" diye sordu.

"Olur kralım; bana uşağımın taşıyacağı kadar altın verin, kızınızdan vazgeçeyim" dedi asker.

Bu öneri kralın hoşuna gitti.

Asker, "O zaman on dört gün sonra gelip altınları alacağım" dedi.

Ve ülkedeki tüm terzileri topladı onlara on dört gün boyunca koskocaman bir çuval diktirdi.

Bu iş bitince ağaçkoparan çuvalı sırtladığı gibi emekli askerle birlikte kralın huzuruna vardı.

Kral, "Ev büyüklüğündeki yükü taşıyacak olan bu adam çok güçlü olmalı. Ama nasıl olsa altını taşıyamaz" diye düşündü ve bin ton altın getirtti.

Ülkenin en güçlülerinden oluşan on altı kişilik bir grup bu yükü zor taşıdı. Ne var ki, ağaçkoparan bu yükü tek elle kaldırıp çuvala soktu; çuvalın yarısı ancak doldu.

"Daha fazla getirin be! Üç beş parça yetmez ki" diye seslendi.

Tüm ülkedeki altınlar toplandı; yedi bin araba altın getirtildi. Öküz arabasına yüklü altın külçelerini ağaçkoparan birer birer alıp çuvala koydu.

"Hâlâ dolmadı! Ama bu işi burda keselim" diyerek çuvalın ağzını bağladı. Sonra onu sırtladığı gibi arkadaşlarıyla birlikte oradan ayrıldı.

Kral tüm servetinin tek bir adam tarafından alınıp götürüldüğünü görünce öfkesinden küplere bindi.

Atlı askerlerini göndererek altı adamı yakalayıp altınları geri getirmelerini emretti.

İki alay asker yola çıktı; kısa zamanda altı kafadara yetiştiler.

"Teslim olun! Altınları yere bırakın. Yoksa hepinizi öldürürüz" diye tehdit ettiler.

"Siz ne diyorsunuz be?" diyen hava üfüren burnunun deliklerinden birini tıkayarak öbüründen hava üfleyince tüm askerler darmadağın oldu; hepsi havaya uçarak dağların ardında kayboluverdi.

Ordu kumandanı pes etti; dokuz yerinden yara almıştı. Aslında cesur biriydi, hakareti hak etmemişti.

Hava üfüren üfürmeyi kesti. Ona yaklaşarak, "Git kralına söyle! Ne kadar asker gönderirse hepsini havaya uçururum ben" dedi.

Kral bunu duyunca, "Bırakın herifleri gitsin! Bunlar tekin değil" dedi.

Böylece altı kafadar serveti paylaştı ve hepsi ömürlerinin sonuna kadar zengin yaşadılar.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun