Kasım 24, 2024

Andersen Masalları (BUZ KIZI) (III)

Rudi'nin şimdi yerleştiği evindeki insanlar çok şükür,
görmeye alışık olduğu insanlardı. Evde yalnız bir tek kretin
vardı. Aptal, fukara bir oğlandı bu. Onun gibi kimsesiz, fakir
yaratıkları Wallis kantonundaki aileler nöbetleşe beslerlerdi.
Her evde birkaç ay kalırdı bunlar. Rudi geldiği zaman zavallı
Saperli oradaydı. Amcası henüz kuvvetli bir avcıydı, ayrıca
fıçıcılık sanatından da anlardı. Karısı, yüzü kuş yüzüne,
gözleri kartal gözlerine benzeyen, uzun boynu baştan başa
tüylerle örtülü, ufak tefek, canlı bir kadındı.
Her şey Rudi için yeniydi bu kadında: elbisesi, âdetleri,
alışkanlıkları hatta dili bile. Ama çocuk kulağı bu dili çok
geçmeden öğrenir, anlayabilir. Büyük babasının evine
bakınca, burada her yerde bir dereceye kadar daha büyük bir
bolluk kendini duyuruyordu. Oturdukları oda daha büyüktü.
Duvarlar yaban keçisi boynuzlarıyla, pırıl pırıl silâhlarla
süslenmişti. Kapının üstünde Tanrı anasının resmi asılıydı.
Resmin önünde de taze derilmiş katmerli zakkumlarla, daima
yanan bir kandil vardı.
Amca, dediğimiz gibi o bölgenin en gayretli dağ keçisi
avcılarından biriydi. Ayrıca en iyi, en usta kılavuzu idi
oraların. Rudi'nin çok geçmeden bu evin en sevilen insanı
olması umulabilirdi. Hiç şüphesiz böyle biri, daha önceden de
vardı burada. Artık iş göremeyen, ihtiyar, kör, sağır bir
köpekti bu. Bir zamanlar kendini sadıklığıyla, çalışkanlığıyla
tanıtmıştı. Evde hayvanın geçen yıllardaki bu çalışkanlığını
unutmamışlardı. Onun için şimdi aileden sayılıyor, sevabına
besliyorlardı onu. Rudi evde henüz yabancı olmasına rağmen
artık yabancılarla düşüp kalkmayan köpeği okşuyordu. Ama
Rudi'nin yabancılığı çok sürmeyecekti. Çok geçmeden evde
de, kalplerde de sağlam olarak yerleşecekti. "Burada, Wallis
kantonunda hayat, hiç de kötü değildir, diyordu amcası. Dağ
keçilerimiz var. Onların yabani tekeler gibi kolay kolay
cinsleri tükenmiyor. Buradaki hayat şimdi, eski zamanlara
bakınca çok daha iyileşti. Eski zamanın şerefine ne kadar çok
şey anlatılırsa anlatılsın, bugün çok daha iyi durumdayız.
Torbaya bir delik açtılar, bizim kapalı vadimizin içinden
şimdi serin bir rüzgâr esiyor. Eskiyen, ömrünü tamamlayan
şeyler göçüp gitse bile yerlerine daima daha iyileri geliyor."
Amca böyle söylüyordu. İyice coştuğu zamanlarda da
babasının en güçlü erkeklik çağına rastlayan kendi gençlik
çağlarından söz açardı. Meşhur deyimi ile Wallis o zamanlar
henüz lüzumundan fazla fukara halkı, yoksul kretinlerle dolu,
kapalı bir torbaymış. "Ama Fransız askerleri geldiler, diyordu
amcası, insanları vurup öldürmeyi iyi bilir Fransızlar, türlü
türlü vuruyorlardı etrafı, Fransız kadınları da vurmasını iyi
bilirler." Amca bunu söylerken doğuştan Fransız olan karısına
dostça başını sallıyor, gülüyordu. "Fransızlar taş kırmanın da
ustasıdırlar. Simplon yolunu kayalar içinden onlar açtı. Öyle
bir cadde yaptılar ki orada, üç yaşındaki bir çocuğa bile şöyle
diyebilir insan: Aşağıya, İtalya'ya in! Ama ana caddeden hiç
ayrılma sakın! Bir çocuk ana caddeden ayrılmazsa İtalya'ya
muhakkak varır." Amca bunları anlattıktan sonra bir Fransız
şarkısı söyler, Napoleon Bonaparte'ı da göklere çıkarırdı.
O zaman Rudi Fransa'dan, Lyon'dan, amcasının eskiden
bulunduğu Rhone'daki büyük şehirden bahsedildiğini ilk defa
duyuyordu.
Rudi hiç şüphesiz birkaç sene içinde usta bir dağ keçisi
avcısı olacaktı. Amcasının fikrine göre istidatlıydı bu iş için.
Ona dipçiği omuza dayayarak silâhın nasıl tutulacağını, nasıl
nişan alınacağını, nasıl ateş edileceğini öğretiyordu. Av
mevsimi gelince onu birlikte yanına alıp dağa çıkıyor, ona
sıcak dağ keçisi kanı içiriyordu. O bölgede herkesin
inandığına göre, dağ keçisi kanı avcıları baş dönmesinden
kurtarırmış. Amcası ona ayrıca çeşitli dağ yollarından çığların
hangi zamanlarda yuvarlandığını, bunların gün ışıklarının
tesirine göre öğleyin mi, akşam vakitleri mi indiğini
öğretiyordu. Bir kere sıçradıktan sonra nasıl ayak üstüne
düşüleceğini, ayakta nasıl sıkı durulacağını öğrenmek için
yürürken onu durdurur, dağ keçilerini dikkatle tetkik ettirirdi.
İnsan bir kaya yarığında ayağına dayanak olacak bir yer
bulamayınca, dirsekleriyle tutunmaya bakmalı,
kalçalarındaki, baldırlarındaki kaslarla kayalara yapışmaya
çalışmalı idi. Hatta pek sıkışınca ensesi ile bile sımsıkı
tutunabilirdi insan. Dağ keçileri akıllıdır, aralarından öncüler
gönderirler. Ama avcı onlardan daha akıllı olmalı, onları
şaşırtabilmelidir. Amca çok eğlendirici usullerle onları tuzağa
düşürmesini bilirdi. Ceketini, şapkasını, bastonunun ucuna
asar, dağ keçileri elbiseyi adam sanırlardı. Bir gün Rudi ile
birlikte avda iken bu eğlenceli oyunu yapmıştı.
Kayalıklarda patika dardı, daha doğrusu patika diye bir şey
yoktu ortada, yalnız baş döndürücü uçurumun hemen
kıyısında, fark edilir edilmez bir korniş vardı. Bunun
üzerindeki buzlar yarı erimiş, taş öyle gevrekleşmişti ki
ayakla basınca parçalanıyordu. Amca onun için uzun boyu ile
yere uzandı, ileri doğru sürükledi kendini. Kopan her taş
aşağıya düşüyor, bir yere çarpıp geri fırlıyor, sıçrıyor,
yuvarlanıyor, karanlık derinliklerde sessizliğe kavuşuncaya
kadar bir kaya yüzünden öbürüne sıçraya sıçraya iniyordu.
Rudi amcasının yüz adım gerisinde, sağlam olan en dış
kenarın üstünde ayağa kalktı. O sırada havada, amcasının
üstünden yavaş yavaş süzülen, kanatlarını vurarak yerde
sürünen bir solucanı yemek için kokmuş bir hale getirmek
üzere uçurumun dibine fırlatmak isteyen, bir kuzu kapan,
akbaba gördü. Amca yalnız kaya yarığının ötesinde
yavrusuyla birlikte beliren bir dağ keçisini görüyor, başka bir
şeye bakmıyordu. Rudi ise kuştan gözünü ayırmıyor, onun ne
istediğini anlıyor, onun için birden ateş edebilmek üzere elini
tetikten ayırmıyordu. O sırada dağ keçisi sıçramaya başladı.
Amca ateş etti. Hayvan öldürücü kurşunu yemişti. Halbuki
yaşadığı kadar kaçmak, tehlikelerle yüz yüze gelmek zorunda
kalacak olan yavrusu geniş adımlarla sıçrayıp kaçmıştı. Şimdi
silâh sesinden ürken yırtıcı kuş, uçuşunu başka bir tarafa
yöneltmişti. Amca geçirdiği tehlikeden habersiz, bunu
sonradan Rudi'den öğrenmişti.
Şimdi her ikisi de keyifli keyifli tekrar yola düzüldüler.
Amca çocukluk zamanından bildiği bir şarkıyı ıslıkla
çalıyordu; birdenbire çok uzak olmayan bir yerden acayip bir
ses çınladı. O tarafa baktılar, yukarıya baktılar. Orada, ta
yükseklerde, kayalar arasındaki eğri yarıkta, kar örtüsünün,
bir yerinden havaya kalktığını gördüler. Rüzgâr yere yayılan
bir keten bezi altından esiyormuş gibi dalgalanıyordu.
Yukarıya doğru kabaran dalgalar birdenbire parçalandı, sanki
köpüren bir şelâle halinde yerlerinden çözüldü. Şimdi boğuk,
gök gürültüsüne benzeyen sesler çıkararak, çatırtı ile aşağıya
düşüyorlardı. Bu aşağı yuvarlanan bir çığdı. Rudi ile
amcasının üzerine değil yanlarına, pek yakınlarına doğru
iniyordu.
"Sıkı dur Rudi, diye bağırdı amcası, bütün kuvvetinle
sımsıkı dur!"
Rudi en yakındaki ağaca sarıldı, amcası onun üstünden
ağacın dallarına tırmandı, tutundu. Çığ onlardan epeyce
uzaktan aşağıya yuvarlanıyordu. Ama meydana getirdiği
kasırgalı fırtına çatırtılarla devam ediyor, etraftaki ağaçları,
fundaları, sanki bunlar kuru kamışlarmış gibi kırıyor, ortalığa
fırlatıyordu. Rudi bir anda yerde buldu kendini. Tuttuğu
ağacın gövdesi testere ile kesilmiş gibi, taç kısmı epeyce
uzağa fırlamıştı. Amcası kırılmış dallar arasında başı
parçalanmış bir halde yerde yatıyordu. Elleri henüz sıcaktı,
ama yüzü tanınmayacak hale gelmişti. Rudi titreyerek ayağa
kalktı. Bu, ilk korkusuydu hayatta, ilk ürkme duygusuydu bu
duygu.
Akşam geç vakit ölüm haberiyle eve döndü. Matem de
birlikte sökün etmişti eve. Amcasının karısı konuşmadan,
ağlamadan, öylece duruyordu. Acısı cenaze eve getirildiği
zaman boşandı. Zavallı kretin yatağına büzülmüştü, bütün
gün ortalarda gözükmedi. Akşama doğru Rudi'nin yanına
geldi:
"Bir mektup yaz bana. Saperli yazı yazmasını bilmez. Ama
Saperli mektubu postaya götürebilir."
"Mektubu sen mi yazdıracaksın? diye sordu Rudi, kime
yazılacak mektup?"
"Bay İsa'ya."
"Kimi demek istiyorsun bununla?"
Kretin denilen bu yarı deli, Rudi'yi içe dokunan bir bakışla
süzdü, ellerini kenetledi. Sonra merasimli, dindarca bir
deyişle: "İsa Yesus” dedi. Saperli ona bir mektup yollamak
istiyor. Ondan burada evde yatan adamın değil, Saperli'nin
ölmesini rica etmek istiyor."
Rudi Kretin'in elini sıktı. "Bu mektup, yerine varamaz,
dedi, bu mektup onu bize geri vermez."
Bunun imkânsızlığını ona anlatmak bir hayli güç oldu Rudi
için.
"Artık bu evin dayanağı sensin" dedi analığı Rudi'ye. Rudi
de artık evin dayanağı olmuştu.
 

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun