İlkbahar, cevizlerin, kestanelerin atlas yeşilinden tacını
geliştirmiş. Bu yeşillik en çok St. Maurice'deki köprüden
Rhone boyunca Cenova gölüne kadar artıyor, bollaşıyor.
Nehir yeşil buzulların, buz yarıklarının altındaki kaynağından
hızla çığıldayarak akıyor. Buz kızının oturduğu, kendini sert
rüzgârlarla en yüksek kar tarlaları üstüne taşıttığı, sıcak gün
ışığı altında taze, temizlenmiş yastıklar üstüne uzandığı
yerlerden akıyordu. Buz kızı orada oturmuş uzaklara, içinde
insanların karıncalar gibi kaynaştığı derin vadilere doğru
bakıyor.
"Ruh kuvvetleri, kendinize güneşin çocukları adını
verirsiniz, diyordu buz kızı, siz toprak kurtlarısınız!
Yuvarlanan bir kar topu ile kendiniz de, evleriniz de ezilecek,
hayat levhasından silineceksiniz! "Bunu söyleyerek kibirli
başını daha yükseklere kaldırıyor, ölüm saçan gözleriyle
çevresine, uzaklara, derin vadilere doğru bakıyordu. Ama
vadinin içinden acayip bir yuvarlanış duyuldu. Kayaları
dinamitle patlatıyorlardı, insanların işiydi bu. Demiryolu için
yollar, tüneller açılıyordu.
"Aşağılık köstebekler!" diye söylendi buz kızı, "Yol açıp
duruyorlar, bu tüfek seslerine benzeyen sesler onun için
duyuluyor. Saraylarımı başka yere taşısam gürültü daha çok
artacak, gök gürültüsünü andıracak."
Vadiden tüller gibi dalgalanarak ileriye doğru giden bir
duman yükseldi. Bu, yeni açılan demiryolunda bir sıra vagonu
arkasına takmış çeken lokomotifin sorgucundan geliyordu.
Kıvrıla kıvrıla yürüyen bir yılandı bu, arka arkaya dizilen
vagonlar, onun vücudunu meydana getiriyor, ok hızıyla uçup
gidiyordu.
Buz kızı: "Bu ruh kuvvetleri tanrılık oyunu oynuyorlar
aşağıda." diye söyleniyordu kendi kendine. "Ama gene de tek
hâkim, tabiatın yarattığı kuvvetlerdir." Gülüyor, şarkı
söylüyor, sesi vadide yankılar yapıyordu.
Aşağıdaki insanlar: "Az önce bir çığ yuvarlandı oradan."
dediler. Ama güneşin çocukları, insan düşüncesi hakkında
daha yüksek sesle şakımaya başlamışlardı. Denizi
boyunduruk altında tutan, dağları bir yerden öbür yere
taşıyan, vadileri dolduran bu düşünceydi. Tabiat kuvvetlerinin
efendisiydi o. Tam o sırada kalabalık bir seyyah kafilesi buz
kızının oturduğu kar tarlası üstünde yürüyordu. Kendilerini
iplerle birbirlerine bağlamışlar, böylece kaygan buzun, derin
uçurumların üstünde, bir tek kocaman vücut haline
gelmişlerdi.
"Toprak kurtları!" diyordu buz kızı, "Tabiat kuvvetlerinin
efendisiymiş bunlar." Bunu söyleyerek yüzünü onlardan
çevirdi, alaylı bir bakışla, az önce trenin vızıldayarak geçtiği
derin vadiye baktı.
"İşte şurada oturuyor o düşünceler, görüyorum onları, tabiat
kuvvetlerinin emri altında hepsi. Trendeki bütün insanları
teker teker görüyorum. Bir tanesi tek başına oturmuş, bir kral
gibi kendini beğeniyor, bir kısmı da başka bir yere toplanmış,
hepsi bir arada, yarısı uyuyor. Buharlı ejderha bir yerde
durunca inecekler, yollarına gidecekler. Düşünceler uzun bir
seyahate çıkıyor." Bunları söyleyerek güldü.
Aşağıda, vadide oturanlar: "İşte bir çığ daha yuvarlandı."
dediler.
"Buharlı ejderhanın sırtında oturanlardan iki kişi "Bize
rastlamaz o," dedi. "İki ruh, tek düşünce, şarkıdaki gibi."
Bunlar Rudi ile Babette'di, Müller de onlarla beraberdi.
"Eşya olarak seyahat ediyorum ben, dedi Müller, lüzumlu
bir dert gibi seyahat ediyorum onlarla."
Buz kızı: "İşte ikisi de oturuyorlar, diyordu, birçok dağ
keçisi parçaladım, milyonlarca katmerli zakkumu kırıp ezdim,
kökleri bile kalmadı. Düşünceleri, ruh kuvvetlerini yok
ediyorum ben!" Bunları söyleyerek gene güldü.
Aşağıda, vadide oturanlar: "Bir çığ daha yuvarlandı."
dediler.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız