Rudi Bex'den ayrıldı, memlekete dönüyordu artık. Taze
serinletici havasıyla dağları arıyordu. O karla örtülü, buz
kızının hükmettiği dağları arıyordu. Orman ağaçları, çok
aşağılarda kalmış patateslere benziyorlardı. Çamlar, fundalar
küçülüyor, katmerli zakkumlar karın içinden fışkırmış
beyazlatılmaya konulmuş keten bezleri üstünde şurada burada
görülen lekeleri andırıyorlar, içe felahlık veren havada mavi
bir çiçek sallanıyor, Rudi silahının dipçiğiyle bu çiçeği
kırıyor.
Yukarılara doğru daha yükselince iki dağ keçisi göründü.
Gözleri hemen parladı Rudi’nin, düşünceleri yeni bir hız
almaya başlamıştı. Ama atışından emin olabilecek kadar
yakın değildi onlara biraz daha yukarılara, taşları arasında
ancak bodur otların bittiği yere çıktı, dağ keçileri kar tarlası
üstünde sakin sakin yollarına devam ediyorlardı. Rudi acele
adımlarını sıklaştırdı. Sis yığınları etrafını çepeçevre
kaplıyordu. Birdenbire kendini dik bir kaya kenarının önünde
buldu. Yağmur suları aşağı akmaya başlamıştı.
Çok susamıştı, içi yanıyordu. Başı ateş gibi sıcak,
vücudunun öteki kısımları ise üşüyordu. Av çantasındaki
şişeye attı elini, ama şişe boştu. Dağlardan yukarı doğru
fırladığı sırada onu doldurmayı düşünmemişti. Bu zamana
kadar hiç hasta olmamıştı, ama şimdi böyle bir duygu
hissediyordu kendinde. Yorgundu, kendini bir yere atıp
uyumak isteği geçiyordu içinden, ama her taraftan sular
akıyordu. Onun için kendini toparlamaya çalıştı. Gözlerinin
önünde her şey acayip acayip titremeye başlamıştı. Birdenbire
o ana kadar farkına varmadığı, yeni yapılmış, alçak kayalara
yaslanan bir ev gördü. Kapıda bir genç kız duruyordu, ilk
bakışta onu dans ederken öptüğü öğretmenin kızı Anette
sandı. Lâkin Anette değildi gördüğü. Gene de onu bir yerde
görmüş olması gerekti. Belki de Interlaken'deki avcılar
bayramından eve döndüğü akşam yolda rastladığı kızdı bu.
"Nasıl geldin buralara?" diye sordu kıza,
"Ben burada oturuyorum, diye cevap verdi kız, sürümü
otlatıyorum."
"Sürünü mü? Nerede otluyor sürü?" diyerek gülmeye
başladı, "Burada yalnız kar, yalnız kayalar."
"İyi tanıyorsun buraları, diye cevap verdi kız. Şurada,
arkada, biraz aşağıda küçük bir çayırlık vardır. Keçilerim
orada yayılıyor. Ben iyi otlatırım onları, bir tanesini bile
kaybetmem. Benim malım bende kalır."
"Cesur bir kızsın sen." dedi Rudi.
"Sen de cesursun" diye cevap verdi kız.
"Sütün var mı? varsa bir yudum ver bana. Öyle müthiş
susadım ki."
"Sütten daha iyi bir şeyim var" diye cevap verdi kız,
"Vereyim sana. Dün buraya kılavuzlarıyla birlikte birkaç
seyyah gelmişti, giderken yarım şişe kadar senin ömründe
tatmadığın bir şarap bıraktılar, bir daha almayacaklar. Ben de
şarap içmem sen iç onu."
Kız bunu söyleyerek şarabı getirdi, tahta bir kadehin içine
koyarak Rudi'ye uzattı.
"İyi şarap" dedi Rudi, "İnsanı bu kadar ısıtan, böyle ateşli
şarap ömrümde içmedim." Gözleri parlıyordu. Onu üzen,
kederlendiren ne varsa hepsi uçup gitmiş gibi kendinde yeni
bir can, yeni bir ateş duyuyordu. Çağıltılı, taze insan
yaradılışı, içinde canlanmaya başlamıştı. Birdenbire:
"Ama öğretmenin kızı Anette bu, diye haykırdı. Bir öpücük
ver bana!"
"Eğer parmağındaki güzel yüzüğü bana verirsen...."
"Nişan yüzüğümü mü?"
"Ta kendisi" diye cevap verdi kız, kadehe tekrar şarap
koydu, Rudi'nin dudaklarına uzattı. Rudi içti şarabı.
Gerçekten bir yaşama sevinci kanında çağıldıyor, sanki bütün
dünya onun olmuş gibi. İnsan zihnini neden boş hayallerle
yormalı? Bize zevk verecek, bize baht sağlayacak her şey var
bu dünyada. Hayat akışı, sevinç akışı demektir, sevinçten
kopup gelir, sevinç taşır onu, hayat baht demektir. Genç kıza
baktı. Anette'di bu, ama gene de Anette değildi.
Grindelwald'da karşılaştığı zaman o hayalet adını verdiği kız
da değildi. Dağdaki bu kız, yeni düşen kar gibi taze, katmerli
zakkumlar gibi ferahlatıcı, bir geyik gibi hafifti. Ama gene de
Âdem'in kaburga kemiğinden yaratılmıştı... o da Rudi gibi bir
insandı.
Kolunu kızın beline doladı. Işıklı harikulade gözlerinin ta
içine baktı. Bir tek saniye sürmüştü bu bakış; şimdi sen söyle,
kelimelerle ifade et bize, o gözleri bu bir tek saniye içinde
dolduran şey, ruhun yahut ölümün canlanışı mı idi? Rudi'yi
yüceltiyor mu, yoksa ölüm uçurumunun dibine, ta derinlerine
mi indiriyordu? Buz duvarlarının mavimtırak yeşil camlar
gibi parıldadığını görüyor, çevresinde hudutsuz yarıklar,
uçurumlar açılıyor, su, çıngırak sesleri çıkararak, inciler gibi
pırıl pırıl, mavi beyaz alevlerle tüterek, damla damla aşağı
dökülüyordu. Buz kızı Rudi'yi iliklerinin içinden geçerek
beynine kadar donduran bir öpüşle öpmüştü. Bir ıstırap çığlığı
ile haykırdı Rudi. Kendini koyuverdi, çırpındı, düştü.
Gözlerinin önünde gece başlamıştı, ama gene açtı gözlerini,
kötü kuvvetler ona bir oyun oynamıştı.
Alp kızı gitmiş, ona sığınaklık eden kulübe kaybolmuştu.
Sular çıplak kaya yüzlerinden aşağı akıyor, etrafında çepçevre
kar. Rudi soğuktan titriyor. İliklerine kadar ıslanmıştı.
Babette'in parmağına geçirdiği nişan yüzüğü de ortada yoktu.
Tüfeği yanında, karın üstünde duruyor, onu alıp yerden
kaldırdı, atmak istiyordu ama tüfek ateş almadı. Uçurumun
üstünde kar yığınları gibi ıslak bulutlar kümelenmiş, baş
dönmesi üstlerinde o tutuyor, kuvvetten düşen kurbanını
gözetliyordu. Aşağıdaki derin uçurumun içinden bir kaya
yuvarlanmış gibi bir ses duyuldu. Kayanın yuvarlanmasına
engel olabilecek, ne varsa, hepsi yerinden kopuyor, parça
parça oluyor.
Ama Babette değirmende oturmuş ağlıyordu. Altı gündür
görünmemişti Rudi. Haksız olan oydu.
Af dilemek zorunda olan oydu. Bütün kalbiyle sevdiği
Rudi altı gündür gelmemiş
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız