Kasım 24, 2024

Andersen Masalları (GÜBRE BÖCEĞİ)

İmparatorun atına altın nal takıyorlardı, her ayağına bir altın nal.
Acaba altın nal takmalarının sebebi ne idi?
En güzel hayvandı, zarif bacakları vardı, zeki bakışlı
gözleri vardı. Ayrıca boynuna ipek tüller gibi dolanan yelesi vardı.
Efendisini barut kokuları, kurşun yağmurları altında
taşımış, etrafında kurşunların ıslık çaldığını, şarkı söylediğini
duymuştu. Yanına kim gelirse gelsin kapmış, kim gelirse
çiftelemiş, düşman ileriye saldırırken efendisiyle birlikte
savaşmıştı. Yere yuvarlanan düşmanın üstünden bir sıçrayışta
atlamış geçmiş, imparatorun kırmızı altından tacını kurtarmış,
imparatorun kırmızı altından daha değerli olan canını da o
kurtarmıştı. Şimdi imparatorun atına altın nal takıyorlardı.
Her ayağına bir altın nal.
Gübre böceği de sürünerek gizlendiği yerden çıktı.
"Önce, büyüklere, sonra küçüklere, diyordu. Ama altın nal
takılmasının sebebi, büyük olmak değil." Bunu söyleyerek
incecik bacaklarını uzattı.
"Ne istiyorsun?" diye sordu nalbant.
Gübre böceği: "Altın nal." diye cevap verdi.
"Sen biraz oynatmışsın galiba, diye cevap verdi nalbant,
altın nal mı istiyorsun sen de?"
Gübre böceği inatçı: "Altın nal, diye cevap verdi. Acaba
ben şu kendine her zaman hizmet edilen, durmadan tımar
edilen, her gün korunup kollanılan, en iyi yemle beslenen,
sulanan koca hayvan kadar olamıyor muyum? Ben de
imparator ahırından değil miyim?"
"Ama bu ata niçin altın nal takıyorlar acaba?” diye sordu
nalbant, sebebini anlamıyor musun?'"
Gübre böceği: "Anlamak mı, diye devam etti, beni aşağı
gördüklerini anlıyorum elbette, bir hakaret bu yaptıkları bana,
onun için ben de buradan ayrılıyor, gurbete çıkıyorum."
Nalbant gülerek: "Çek arabanı öyleyse" dedi
Gübre böceği: "Kaba adam" diye söylenerek ahırdan çıktı,
kısa bir mesafeyi uçarak geçti. Şimdi gül, lavanta çiçeği
kokan küçük, sevimli bir çiçek bahçesinin içindeydi.
Renkli, alaca, küçücük bir civciv: "Burası çok güzel değil
mi? diye sordu ona, ne tatlı kokuyor, ne hoş yer!"
Gübre böceği: "Ben daha iyi şeylere alışkınım, diye cevap
verdi, siz burayı güzel mi buluyorsunuz? Burası bir gübre
yığını bile değil."
Bunu söyleyerek ileriye yürüdü, şebboyların gölgesi altına
vardı. Karşısına sürüne sürüne yürüyen bir tırtıl çıkmıştı.
Tırtıl: "Her şeye rağmen dünya ne güzel, dedi ona, güneş
ne sıcak, herkes sevinçli, hoşnut hayatından. Bir gün uykuya
dalar da sizin dediğinize göre ölürsem, tekrar uyanacak, bir
kelebek olacağım."
"Hayal kurup durma öyle, diye cevap verdi gübre böceği,
şimdi biz kelebekler gibi uçuşuyoruz etrafta. Ben imparatorun
ahırından geldim. Ama orada hiç kimse, benim eskiyen altın
nallarımı takıp etrafına çalım satan imparatorun özel atı bile
böyle hayaller kurmuyor. Kanat sahibi olmak, uçmak mı?
Evet, şimdi uçuyoruz biz." Böyle söyleyerek havalandı.
"Kızmak istemiyorum ama kızıyorum gene de." diyordu.
Geniş bir çimenliğin üstüne konmuştu. Burada biraz
yattıktan sonra uykuya daldı.
Aman Yarabbi! Nasıl bardaktan boşanırcasına yağmur
yağıyordu! Gübre böceği su şakırtılarıyla uyandı, hemen
toprağın içine sokulmak istediyse de başaramadı.
Yuvarlanıyor, su üstünde karın üstü, arka üstü yüzüyordu.
Uçmak aklına bile gelmedi. Buradan hiç şüphesiz sağ
çıkmasına imkân yoktu. Yattığı yerde yattığı gibi kaldı.
Yağmur biraz hafifleyip de gübre böceği gözlerine biriken
suyu, göz kapaklarını kırpıştırarak etrafa saçınca önünde
beyaz bir şeyin parladığını gördü. Bu, beyazlatılmak için
oraya konmuş keten beziydi. Acele ona doğru yürüdü, ıslak
ketenlerin bir kıvrımı içine sokuldu. Tabii burada ahırdaki
sıcak gübre içindeki gibi rahat yatılmıyordu, ama ne yapmalı
ki daha iyisini bulmak imkânsız. Onun için bütün bir gün,
bütün bir gece orada kaldı. Yağmur da aynı hızla yağıp
duruyordu. Sabahın erken saatlerinde tekrar dışarı çıktı,
havanın kötü gitmesine çok öfkelenmişti.
Keten bezinin üstünde iki kurbağa oturuyorlardı. Gözleri
sevinçlerinden pırıl pırıl parlıyor. Bir tanesi: "Enfes bir hava"
diye söylendi, nasıl canlılık veriyor. Keten bezi de suyu öyle
iyi tutuyor ki. Arka bacaklarım yüzecekmişim gibi
gıdıklanmaya başladı."
İkinci kurbağa: "Ben de acaba ta uzakları gezip dolaşan
kırlangıç, dış memleketlere yaptığı bu uzun yolculuklarda
bizimkinden daha iyi bir iklim bulabilmiş mi diye merak
ediyorum, dedi, böylesine yağmur, bu kadar ıslaklık bulunur
şey değil. Sanki ıslak bir hendek içinde uzanıp yatmışız.
Bundan hoşnut kalıp sevinmeyenler mutlaka vatanlarını
sevmeyenlerdir."
Gübre böceği: "Siz hiç imparator ahırında bulunmadınız
galiba? diye sordu. Oradaki ıslaklık hem sıcak, hem de
baharat bakımından zengindir. Ben buna alışkınım, bana uyan
en iyi iklimden. Ama maalesef bu iklimi seyahate beraber
götürmek mümkün olmuyor. Acaba bu bahçede benim gibi
mevki sahibi kimselerin kendi evlerinde imiş gibi
kalabilecekleri bir gübre yastığı yok mu?"
Ama kurbağalar onun söylediklerini anlamıyor yahut
anlamamazlıktan geliyorlardı.
Aynı şeyi üç kere sorup cevap alılmayınca, "Hiçbir şeyi,
hiçbir zaman iki kere sormam." dedi gübre böceği.
Biraz daha gittikten sonra bir saksı kırığına rastladı. Gerçi
onun burada durmaması gerekirdi, ama mademki bir kere
buradaydı, bir sığınak oluyordu. Burada birçok kulağa kaçan
aileleri oturuyordu. Bunların geniş yere ihtiyaçları yoktur.
Aksine dostça, bir arada bulunmayı severler. Dişileri bilhassa
çok büyük ana şefkati göstermekle tanınmışlardır. Bu
sebepten de kendi yavrularını en güzel, en akıllı diye bilirler.
Analardan biri: "Oğlumuz nişanlandı, diyordu. Bu
masumluk ne kadar tatlı şey! En büyük ereği bir kere papazın
kulağına sokulabilmek. Öyle nazik, çocukça halleri var ki,
nişanlanır nişanlanmaz, bütün sefahatlerden uzak durmaya
başladı. Bir ana için bundan daha sevinç verici ne olabilir?"
Başka bir ana da: "Bizim oğlumuz daha yumurtadan çıkar
çıkmaz, hemen sevinç içinde oynamaya başladı. İçi kaynıyor,
boynuzlarını yoracak diye korkuyordum. Bir anne için büyük
sevinç doğrusu. Öyle değil mi bay gübre böceği?" Yabancıyı
kılığından tanımışlardı.
"İkinizin de hakkı var." dedi gübre böceği. Bunun üzerine
mümkün olduğu kadar saksı kırığının altına sokularak içeri
buyurmasını rica ettiler.
Anaların üçüncüsü ile dördüncüsü, gübre böceğine: "Bizim
küçük kulağakaçanlarımızı da görmelisiniz, o kadar sevimli ki
hepsi, hem de ne maskara şeyler. Hiç yaramazlık etmezler.
Yalnız karınları ağrımamalı. Ama onların yaşında herkesin
karnı hem de sık sık ağrır."
Bunun üzerine analardan her biri kendi yavrularından
bahsettiler. Yavrular da ara sıra söze karışıyor, bu sırada
kuyruklarındaki kıskaçlarla gübre böceğinin sakal kıllarını
sıkıştırıyorlardı.
Anneleri: "Ama siz de ne görseniz saldırıyorsunuz, küçük
maskaralar!" diyor, bunu söylerken şefkatinden de buram
buram tütüyorlardı. Gübre böceği her şeye rağmen sıkılmıştı.
"Yakınlarda bir gübre yatağı var mı?" diye sormasının sebebi
buydu.
Kulağakaçanlardan biri: "Gübre yatağı var ama çok, çok
uzak buradan, dedi, başka bir ülkede, şu hendeğin öte
yanında. O kadar uzakta ki çocuklarımdan hiçbirisi, hiçbir
zaman o kadar uzaklara gidemeyecek, öyle umuyorum; çünkü
onların oraya gitmeleri benim ölmem demektir."
"Ama ben gene de oraya kadar gitmeyi denemek istiyorum
bir kere, diye cevap verdi gübre böceği ve Allahaısmarladık
demeden çıktı gitti. Ayrılmanın en kibarcası da budur zaten.
Hendekte kendi cinsinden sürü ile gübre böceğine
rastlamıştı.
"Biz burada oturuyoruz" dedi onlar, çok sıcak burası. Sizi
de davet etmeye cesaret edebilir miyiz acaba? Herhalde
yolculuk sizi yormuş olmalıdır "
"Öyle, yordu, diye cevap verdi gübre böceği. Yağmuru
keten bezleri içinde geçirdim. Temizlik bilhassa içime
dokunur benim. Bir saksı kırığı altında, cereyanda kaldığım
için de kanat oynaklarımdan birinde romatizma başladı. Böyle
yeniden kendi cinsdaşlarının yanına ulaşmak büyük bir zevk."
Aralarında en yaşlısı: "Belki de gübre yatağından
geliyorsunuz?" diye sordu. "Daha yukarıya çıkın, diye cevap
verdi gübre böceği, ben altın nallarla doğmuş olduğum için
imparator ahırından geliyorum. Gizli bir görevle seyahate
çıktım. Şimdi onun için benden soru sormamanızı rica
ederim. Çünkü cevap veremem."
Gübre böceği bunu söyledikten sonra koyu çirkefin içine
indi. Burada üç genç kız gübre böceği oturmuşlardı.
Söyleyecek bir şey bulamadıkları için mahcup, kıkır kıkır
gülüşüyorlardı.
"Henüz nişanlanmadılar" dedi anneleri, o zaman kızlar
utançlarından kıkırdamaya başladılar.
Seyahate çıkan nazik gübre böceği: "Ben imparator
ahırında bile bunlardan daha güzelini görmedim." dedi.
"Kızlarımı şımartmayın, diye atıldı anne, ciddî bir niyet
beslemiyorsanız konuşmayın. Ama siz bir kere onların
oldunuz artık, ben de sizi mutluluyorum.
Ötekilerin hepsi birden "hurra!" diye bağırıştılar. Böylece
gübre böceği kendisini ansızın nişanlanmış buldu. Önce nişan
sonra da düğün. Ortada beklemeyi gerektirecek hiçbir sebep
yoktu.
Ertesi gün çok iyi geçti. Daha ertesi gün biraz daha yavaş
geçmişti. Ama üçüncü gün kadın için, hatta kabilse çocuklar
için yiyecek düşünmek lâzım geliyordu.
Kendi kendine, avladılar beni, diyordu gübre böceği, ben
de aynı şekilde onları avlayabilirim pekâlâ.
Dediğini yaptı da. Kaçmıştı. Bütün gün, bütün gece
ortalardan kayboldu. Karısı geçici olarak dul kalmış,
köşeciğinde oturuyordu. Öteki gübre böcekleri, aileleri
arasına tam bir serseriyi aldıklarını iddia ediyorlardı. Taze
onlara yük oluyordu şimdi.
Annesi: "Pekâlâ kız olarak yanımda kalabilir yine, diyordu,
çocuğum gibi oturur benimle. Onu aldatıp yüzüstü bırakan
rezile lânet olsun!"
Gübre böceği bu arada yine kır yoluna çıkmış, hendeğin
üzerinde bir lâhana yaprağının üstüne süzülmüştü. Sabaha
karşı ansızın iki insan çıkageldi. Gübre böceğini fark edince
aldılar, her tarafını çevirip baktılar. Başta oğlan olmak üzere
ikisi de çok şey öğrenmiş, hayretler içinde kalmışlardı. Oğlan:
"Allah kara kayanın karataşı üzerindeki kara gübre böceğini
görür. Kur’an’da böyle yazmıyor mu?" diye sordu ve gübre
böceği adını Lâtinceye çevirdi. Cinsini, vasıflarını anlatmaya
başladı. Daha yaşlı olan bilgin, onu eve götürmek taraflısı
değildi. Fikrine göre gübre böceklerinin bunun kadar iyi
örnekleri vardı evlerinde. Bilginin böyle konuşması, gübre
böceğine pek nazikâne görünmemişti. Onun için elinden uçtu.
Artık kanatları da kurumuş olduğu için epeyce bir mesafe
aşarak ser'e kadar geldi. Burada pencere camlarından biri
yukarıya sürülmüş olduğu için kolaylıkla içeri girdi. Taze
gübrelerin içinde açtığı oyuğa yerleşti.
"Burası nefis bir yer! Çok, çok güzel!" diye bağırdı.
Az sonra uykuya dalmıştı. Düşünde imparator atının yere
yuvarlandığını, bay gübre böceğine onun altın nallarından
başka ayrıca fazladan iki nal daha verilmesinin vadedildiğini
görüyordu. Böyle bir düş ne kadar hoş, ne kadar rahatlık
vericiydi... Gübreböceği uykudan uyanınca deliğinden çıktı,
etrafına bakındı. Bu ser denilen yer ne kadar eşsiz, ne kadar
güzeldi; yaprakları yelpazeye benzeyen büyük hurma
ağaçları, narin gövdeleriyle yukarılara uzanmış, gün ışığıyla
şeffaflaşmışlardı. Altlarında bir yığın yeşillik fışkırıyordu
yerden, çiçekler pırıl pırıl, ateş gibi kızıl, kehribar gibi sarı,
yeni düşmüş kar gibi ak.
"Bu ihtişam hiç bir şeyle kıyaslanamaz! Bütün bu bitkiler
bir kere çürüyünce kim bilir ne nefis, ne kadar lezzetli
olurlar." diyordu gübre böceği. "Burası enfes bir yemek odası.
Burada mutfakta bizim aile efradı oturuyordur. Bir parça
etrafı kolaçan etmeli, belki kendisiyle dostluk kurulabilecek
birisini keşfedebilirim. Ben terbiyeli, naziğim, bu da benim
övüncüm." Böyle söyleyerek her tarafı aramaya başladı. Bu
sırada düşte gördüğü at ölüsünü, kazandığı altın nalları
düşünüyordu.
Bir el ansızın gübre böceğini kavramış, sıkmaya, oraya,
buraya çevirmeye başlamıştı. Bahçıvanın küçük oğlu ile
arkadaşlarından biri ser'e gelmişler, gübre böceğini görünce,
biraz eğlenmek istemişlerdi onunla. Şimdi gübre böceği, bir
asma yaprağına sarılı olarak, sıcak bir pantolon cebinin içine
göçmüştü. Debeleniyor, kımıldıyor, ama buna mükâfat olarak
çocuk, onu eliyle bastırıyordu. Bahçenin bittiği yerde büyük
bir göl vardı, oğlan oraya varmak için acele ediyordu. Burada
gübre böceğini eski, yırtık, üst kısımları kopmuş bir tahta
pabucun içine koydular. Pabucun ortasına da gemi direği
olarak tahta bir kazık yerleştirildi, gübre böceğini de bir parça
yün ipliği ile direğe bağladılar. Kaptanlık edecekti gübre
böceği şimdi, açıklara doğru yelken açacaktı.
Çok büyük bir göldü burası, gübre böceği onun bir okyanus
olduğuna inanç getirdi. O kadar da büyük bir hayrete düştü ki,
şaşkınlığından arkası üstü yattı, ayakları havada debelenmeye
başladı.
Tahta pabuç göle açılıyordu, sularda oldukça önemli akıntı
vardı. Küçük gemi buna rağmen kıyıdan fazla uzaklaşınca
çocuklardan biri hemen paçalarını sıvadı, gemiyi sudan geri
aldı. Tekrar suya bırakıp da gemi tam yolla gitmeye
başlayınca çocukları dönmeleri için çağırdılar, hem de ciddî
olarak çağırdılar. O zaman ikisi de tahta pabucu, tahta pabuç
olarak bırakıp acele acele oradan uzaklaştı. Şimdi tahta pabuç
gittikçe açılıyor, gittikçe karadan uzaklaşıyordu. Gübre
böceğinin maneviyatı berbattı. Uçamıyordu, çünkü sımsıkı
direğe bağlanmıştı.
Bu sırada bir sinek ziyaretine geldi gübre böceğinin.
"Bugün hava çok güzel, diye söze başladı. Ben de burada
dinlenebilirim, güneşlenebilirim. Siz gerçekten çok rahatsınız
burada, keyfiniz de yerinde."
"Boşboğazlık bu yaptığınız, anladınız mı? Benim buraya
bağlanmış olduğumu gömüyor musunuz?"
"Ama ben bağlı değilim" diye cevap verdi sinek,
arkasından uçup gitti.
Gübre böceği: "Artık dünyayı tanıyorum, diye söylendi
kendi kendine. Aşağılık bir yer bu dünya, benden başka da
namuslu bir varlık yok burada. Önce bana altın nal takmayı
reddediyorlar, sonra ıslak ketenler içinde yatmak zorunda
kalıyorum, cereyanda duruyorum. En sonunda da zorla bir
karı sokuşturuyorlar bana. Bunun üzerine biraz dünya görmek
için yerimden ayrılıyorum. Başkalarının nasıl yaşadığını,
kendimin ne halde olduğumu görüyorum. Sonra bir insan
parçası geliyor, elimi, ayağımı bağlayıp bırakıyor beni açık
denize. Halbuki bu arada imparatorun atı altın nallarla
dolaşıyor etrafta. Beni en çok öfkelendiren de bu zaten. Ama
bu dünyada kimseden ne teşekkür, ne de dert ortaklığı
beklememeli kişi. Benim bayatımda başımdan geçenler çok
ibret verici, çok da eğlencelidir. Ama kimsenin haberi
olmazsa neye yarar bu? Dünya bunu öğrenmeye de layık
değil. Layık olsaydı imparator ahırında imparatorun özel atı
altın nallarla nallanırken ben de ayaklarımı uzatmıştım;
onunla birlikte bana da altın nal vururlardı. Bana altın nal
vursalardı o ahıra şeref verirdim. Ama kaybettiler beni, dünya
da kaybetti, onlar da. Artık her şey bitti!"
Ama her şey bitmemişti henüz, bir sandal geliyordu
karşıdan, içinde birkaç genç kız vardı.
Kızlar tahta pabucun bulunduğu tarafa oturdukları için
pabucu sudan aldılar, içlerinden biri ortaya küçük bir makas
çıkardı, gübre böceğine bir zarar vermeden yün ipliğini kesti.
Kıyıya yanaşınca da böceği otların içine bıraktı.
"Yürü! yürü! uç! uç, uçabilirsen! diyordu genç kız, hürriyet
güzel şeydir!"
Gübre böceği de büyük bir yapının açık penceresinden içeri
uçtu. Yorgundu, birlikte oturdukları ahırda imparator atının
ince, uzun ipek gibi yumuşak yelesi üstüne düşmüştü. Yeleye
sımsıkı yapışarak bir parça oturdu. Yavaş yavaş kendine
geliyordu. "Burada imparatorun özel atı üstündeyim, süvari
olarak biniyorum ona. Ne dedim? Evet, anlıyorum şimdi.
Güzel bir fikir bu, hem de tam gerçek! Bu ata niçin altın nal
vurmuşlardı? Nalbant da bunu sormuştu benden. Şimdi
anlıyorum sebebini ona altın nalları benim için vurmuşlardı."
Bu düşüncelerden sonra gübre böceğinin keyfi yerine geldi.
"Seyahat etmek kişinin anlayış gücünü keskinleştiriyor."
diyordu kendi kendine.
Gün ışığı tam onun üstüne vuruyordu. Pırıl pırıl güneş
açmıştı. "Dünya gene de o kadar kötü değil, diyordu, yalnız
ona karşı nasıl davranacağımızı bilmeliyiz." Dünya yeniden
güzelleşmişti. Çünkü imparatorun özel atına, gübre böceği
bineceği için altın nal vurmuşlardı.
"Ama gene de yere inmem, benim yoluma neler
yapıldığını, ailemden olanlara anlatmam lâzım. Dış
memleketlere yaptığım bu seyahatte rastladığım güzellikleri
anlatmalıyım onlara. Atın nalları eskiyinceye kadar evde
oturacağımı söylemeliyim."

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun