Ekim 18, 2024

Andersen Masalları (KAR ADAM)

"Öyle nefis bir soğuk ki, her yerim adamakıllı çatırdıyor,
diyordu kar adam, bıçak gibi kesen soğuk rüzgârlar, kişinin
canına can katıyor gerçekten. Nerede o bana şaşkın şaşkın
bakan alevli şey?" Alevli şey dediği o sırada batmakta olan
güneşti, "Gözlerimi kamaştırmasın benim, gözlerim kamaşsa
da parçalarımı bir arada tutabilirim ben."
Ona göz vazifesi gören iki büyük, üç köşeli kiremit kırığı
idi. Ağzını da eski bir tırmık parçasından yapmışlardı, onun
için dişliydi.
Çocukların "hurra!" diye çığırışları arasında dünyaya
gelmiş, kızakların çıkardığı çıngırak sesleri, kamçı
şaklamalarıyla selâmlanmıştı.
Gün batıyor, dolunay yükseliyor, ay, yuvarlak, koskocaman
mavi göğün aydınlığı içinde pırıl pırıldı güzeldi.
Kar adam: "Başka bir yandan yine o çıktı karşımıza" diye
söylendi. Doğan ayı yeniden meydana çıkan güneş sanmıştı.
"Beni alevlere boğmak huyundan, gözlerini dikip bana
bakmak huyundan vazgeçirmiştim ben onu, diyordu. Artık
orada, yukarılarda asılı kalabilir. Ancak kendimi görebilecek
kadar ışık saçabilir etrafa. Yalnız durduğum yerden
ayrılabilmem için ne yapmak gerektiğini bir kere
öğrenebilseydim. Buradan ayrılmayı o kadar istiyorum ki.
Bunu başarabilsem hemen aşağıya, buza iner orada gördüğüm
çocuklar gibi paten kayardım. Ama yürümeyi
başaramıyorum."
Zincire bağlı ihtiyar köpek: "Git git" diye havladı. Sesi
biraz kısıktı. Çini sobanın altında yatan bir ev köpeği
olmaktan çıkalı beri sesi kısılmıştı. "Güneş sana yürümeyi
öğretir, diyordu, geçen yıl senin yerinde olan kar adamdan
öğrendim bunu Git! git! Kar adamların hepsi gitti!"
Kar adam: "Ne dediğini anlamıyorum, arkadaş, dedi, şu
yukarıdaki mi bana yürümeyi öğretecek? demek istiyordu.
Biliyorum yüzüne dik dik bakınca evvelâ yürüyüp gitti o, ama
şimdi gene başka bir yandan çıkıyor ortaya."
"Sen bir şey bilmiyorsun, dedi zincirli köpek, seni şak şak
vura vura bir araya getirmeleri de çok olmadı gerçi. Simdi
senin şu gördüğüne ay derler, demin batan da güneşti. Yarın o
tekrar gelecek, hendeğin içine doğru yürümeyi de öğretecek
sana. Hiç şüphesiz artık havalar da yakında değişiyor. Ben
bunu sol ayağımda duyuyorum, kaşınmaya başladı çünkü.
Karların erime zamanı yaklaştı."
Kar adam kendi kendine, ne demek istiyor anlamıyorum
dedi. Ama bana ima ettiği şeyin kötü bir şey olduğunu
seziyorum. Beni ışıklara boğup alık alık yüzüme bakan o
güneş adını verdiği şey, dostum değil benim, bana içim
söylüyor bunu.
Zincirli köpek: "Git! git!" diye havladı. Üç defa kendi
çevresinde döndükten sonra uyumak için kulübesine girdi.
Havalar gerçekten değişmişti. Sabahları bütün bölgeyi
koyu ıslak sisler kaplıyordu. Güneşin doğmasından az önce
hafif bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Buz gibi esiyordu rüzgâr,
don da insanın içini titretiyordu. Ama güneş ufuktan
yükselirken ortaya çıkan manzara ne kadar muhteşemdi.
Bütün ağaçlar, bütün çalılar kırağı ile örtülmüş, her taraf ak
mermerden koca bir ormana benzemişti. Sanki bütün ağaç
dalları ak çiçeklerle örtülmüş, yazın yaprak bolluğundan
görünmeyen o sayısız küçük dalların hepsi, şimdi bir bir
beliriyor, her daldan bir ışık çağıltısı geliyormuş gibi, pırıl
pırıl, bembeyaz beliriyordu. Salkım söğüt rüzgârda sallanıyor.
Ağaçlarda ancak yazın gördüğümüz bir can var onda şimdi.
Eşsiz, görülmemiş bir güzellikti bu. Arkasından güneş
yükselince, hayır güneş yükselince değil, her şey parıltılar
içinde, elmas tozuna bulanmış gibiydi. Kar örtüsü üstünde iri
iri elmaslar parıldıyor yahut kardan daha ak, sayısız küçük
ışıklar yanıyordu.
Genç bir delikanlı ile bahçeden çıkıp tam kar adamın
yanında duran ve beraber geldikleri genç adamla birlikte
ışıltılar içindeki ağaçları seyreden bir genç kız: "Bu
görülmemiş eşsiz bir güzellik, diyordu, insan bundan daha
güzeline yazın bile rastlayamaz!" İkisinin de gözleri pırıl
pırıldı.
Genç adam: "Şu gördüğümüz adam da bulunur şey değil,
diye kar adamı gösterdi, harikulade doğrusu!"
Genç kız gülümseyerek kar adamı başıyla selâmdı, dostu
ile birlikte gıcırdayan karların üstünde dans eder gibi
yürüdüler.
Kar adam zincirli köpeğe: "Kimdi bu iki kişi” diye sordu,
sen bu avluda benden daha eskisin, tanır mısın onları?"
"Anlaşılıyor, dedi zincirli köpek, kız okşadı beni. Dostu da
birkaç kere kemik vermişti bana. Onları ısırmam tabii."
Kar adam: "Kim bunlar?" diye sordu.
"Nişanlılar, diye cevap verdi zincirli köpek, birlikte bir
köpek kulübesine taşınacak, orada da kemik sıyıracaklar. Git!
git!"
Kar adam: "O iki kişinin seninle benim kadar önemleri var
mı?" diye sordu.
"Beylerden onlar, diye cevap verdi köpek, senin bu halini
gördükçe, acaba daha dün mü doğdun, diye soracağım
geliyor. Ben yaşlıyım, birçok bildiklerim var, bu avluda ne
varsa hepsini tanırım. Şimdi burada olduğu gibi soğukta
kalmadığım, zincire bağlı olmadığım günler de gördüm ben.
Git! git!"
"Enfes bir soğuk, dedi kar adam. Anlat, anlat bana; ama
zincirlerini şakırdatma öyle, çünkü hemen benim de bir
yerlerim çatırdıyor."
Zincirli köpek: "Git! git" diye havladı. Küçük bir köpektim
eskiden. Bana sevimli, minicik derlerdi. O zamanlar şatonun
içinde, ipek kaplı bir sandalyede yatardım. En yüce bayların,
bayanların kucaklarında otururdum. Beni ağzımdan öper,
ellerimi işlemeli mendillerle silerlerdi. "En cici, güzel ayaklı,
diye ad koymuşlardı bana, ama sonra fazla büyük bulmaya
başladılar beni, kâhya kadına da onun için verdiler. Kiler
evine gittim. Durduğun yerden bakarsan içerisini bile
görürsün oranın. Bir vakitler efendi olarak bulunduğum
odanın da içi görünür oradan. Çünkü kâhya kadının
yanındayken evin efendisi bendim. Gerçi yukarda olduğum
günlere bakınca daha fukaraca bir yerdi burası, ama çok daha
rahattı. Çünkü çocuklar oradaki gibi beni mıncıklamıyor,
şuraya, buraya sürüklemiyorlardı. Yemeklerim de eskisi kadar
iyiydi, daha da boldu hatta. Kendime mahsus bir yatağım
vardı. Odada bundan başka bir de soba vardı ki bilhassa şu
zamanda dünyanın en güzel şeyi odur benim için. İyice onun
altına sokulur, gözden kaybolurdum. Ah, o çini soba! Şimdi
bile düşlerime giriyor! Git! git!"
"Çini soba dediğin o kadar güzel bir şey mi?" diye sordu
kar adam, bana mı benzer?
"Tam senin zıddın, diye cevap verdi köpek, rengi kömür
karası, pirinç bilezikli uzun bir de boynu vardır. Odun yer,
ateşler ağzından fışkırırken, onun yan tarafında, yukarısında,
yahut altında oturmalı. O zaman fevkalâde bir sıcaklık verir.
Durduğun yerden bakarsan odanın içini görebilirsin."
Kar adam, dediği yere baktı. Gerçekten parlak, cilâlı, pirinç
bilezikli, kara bir şey görünüyordu orada. Ağzından da ateş,
öne, döşemeye doğru ışıldıyordu. Bunu görünce içi bir tuhaf
oldu kar adamın. Bir şeyler duymuştu ama bunun ne
olduğunu kendi de anlayamıyordu. Vücudundan bilmediği bir
şey dokunur geçer gibi oldu. Kar adam olmayan bütün
insanlar bu şeyi bilirler.
"Peki, neden bıraktın onu? diye sordu kar adam, içinde bir
duygu, köpeğin bıraktığı şeyin güzel bir dişi mahlûk olması
gerektiğini söylüyordu. Böyle bir yeri nasıl oldu da
bırakabildin?"
"Bırakmak zorundaydım, diye cevap verdi zincirli köpek,
beni dışarıya attılar, zincire vurdular. Bir gün ben kemik
kemirirken ağzımdan kemiği çekip aldığı için asilzadelerden
en gencinin bacağını ısırmıştım. Benim prensibim "Bacağa
karşı bacaktı" ama hakaret saydılar bunu. O zamandan beri
burada zincirde bağlıyım. O berrak sesimi de kaybettim.
Dinle bak, sesim ne kadar kısık şimdi. Git! git! işte şarkı
böyle bitti."
Kar adam artık köpeği dinlemiyordu. Durmadan kâhya
kadının kiler evine bakıyor, dört demir ayak üstünde duran
çini sobanın kar adamdan asla aşağı kalmayan boyu bosuyla
tam olarak gözüktüğü odayı seyrediyordu.
Kar adam: "Tuhaf bir çatırdama oluyor bende, dedi, hiçbir
zaman oraya giremeyecek miyim acaba?"
“Masum bir istek bu bendeki. Bizim masum isteklerimiz de
yerine gelmeli elbette. Bu benim en büyük, biricik isteğim, bu
da yerine getirilmezse âdeta haksızlık olur benim için. Oraya
girmeli, pencereyi kırmak zorunda bile kalsam, sobaya
yaslanmalıyım.”
"Oraya hiçbir zaman giremeyeceksin, dedi zincirli köpek,
girer de sobaya gerçekten varırsan kendini göçmüş bil."
"Ben daha şimdiden göçmüş gibiyim, diye cevap verdi kar
adam. Galiba parçalanmaya başladın."
Kar adam bütün gün orada kaldı, gözlerini odanın içinden
ayırmadı. Akşam kararırken oda daha çekici bir hal almıştı.
Çini sobanın içinden öyle tatlı bir ışık geliyordu ki ne güneş,
ne de ay bu kadar tatlı ışık veremezlerdi. Hayır, çini sobanın
içine bir şey atılınca çok hoş ışıldıyordu. Kapı açılınca alevler
dışarı fışkırıyor. Demek ki âdeti böyleydi. Sonra kar adamın
ak yüzü alevli bir kızıllıkla yıkandı göğsü de aynı şekilde kızıl
bir ışıkla parladı.
"Dayanamayacağım artık, dedi kar adam, dilini dışarı
çıkarması, sobayı ne güzel giydiriyor."
Gece çok uzundu, ama kar adama uzun gelmedi gece, tatlı
düşünceler içine dalıp gitmişti. Onlar da donmuş
çatırdıyorlardı şimdi.
Sabahın erken saatlerinde kiler pencereleri donmuş, camlar
bir kar adamın arzulayabileceği kadar güzel, buz çiçekleriyle
donanmıştı. Yalnız bu yüzden çini soba görünmüyordu.
Pencere camlarındaki buzlar da erimediği için kar adam
sevgilisini göremiyordu artık. Her yer çatırdıyor, gıcırdıyordu.
Bir kar adamı sevindirecek kadar güzel, tam bir don
havasıydı. Ama kar adam sevinmiyordu. Pekâlâ, kendini
mesut hissedebilirdi. Mesut olmak da elindeydi, ama mesut
değildi. Soba acısı çekiyordu.
"Bir kar adam için kötü bir hastalık bu, diyordu zincirli
köpek, ben de bir zamanlar aynı hastalığa tutuldum, ama
yendim hastalığı sonunda. Git! git Hava değişiyor artık!"
Hava değişmiş, karlar erimeye başlamıştı.
Havanın ılıklığı arttıkça kar adam da eksiliyordu. Hiçbir
şey söylemiyor, hiç şikâyet etmiyordu. Bu da tam işaretti.
Bir sabah yere yığıldı. Şimdi ayakta durduğu yerde,
süpürge sapına benzeyen bir şey, yukarıya doğru yükseliyor,
çocuklar ona dayanak olan bu sapın etrafında yükseltmişlerdi
onu.
"Şimdi onun çektiği hasreti anlıyorum, dedi zincirli köpek,
kar adamın vücudunda bir soba gelberisi vardı. Onda canlanıp
kımıldayan da oydu. Nihayet yendi onu. Git! git!"
Çok geçmeden kış da yenilip gitmişti. Zincirli köpek: "Git!
git!" diye havlıyordu. Ama küçük kızlar da avluda şarkı
söylüyorlardı:
"Açın küçük çiçekler, küçücük sevimli çiçekler!
Söğüt, altın tüylerini göster bize sen de!
Kuşlar uçun, gelin, yaklaştı ilkbahar,
Şubatın son günü erişti bile,
Ben de şakıyorum seninle, kumru,
Ey güneş, sevgilim, gel artık gecikme!"
Kar adamı kimse düşünmüyordu artık.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun