Kasım 24, 2024

Andersen Masalları (KULE BEKÇİSİ OLE)

KULE BEKÇİSİ OLE

 


"Hayat bir yukarı doğru yükselir, bir aşağı doğru iner. Bir
aşağı doğru iner, sonra yeniden yukarıya yükselir. Şimdi ben
de yükseğe çıkamam artık." Kule bekçisi Ole böyle
söylüyordu: "Çoğu insanlar bir yükselip bir alçalmaya, sonra
yeniden yükselmeye mecburdurlar. Aslını ararsan hepimiz
sonunda bir kule bekçisi olacağız, eşyayı ve hayatı yüksekten
göreceğiz."
Dostum ihtiyar bekçi kulenin üstünde böyle konuşuyordu.
Neşeli, çok konuşmayı seven bir oğlandı, artık her şeyi
söylediğini sandığı bir anda gene de birçok şeyler içinde
söylenemeden kalırdı. İyi insanların çocuğuydu bu bekçi.
Bazıları onun bir müşavirin oğlu olduğunu söylüyorlardı.
Tahsil görmüş, öğretmen yardımcılığı, kilise idare memuru
yardımcılığı yapmıştı. Ama ne faydası vardı bunların?
Eskiden kilise idare yardımcısının yanında oturur, evde ne
isterse yapardı. O zamanlar alışılmış deyimi ile henüz gençti,
güzeldi, çizmelerinin cilalanıp parlatılmasını ister, kilise
memuru yardımcısı da yalnız boyatılması yetsin isterdi. Bu
nokta üstünde anlaşamazlardı bir türlü. Biri cimrilikten, öteki
kendini beğenmişlikten bahsederdi. Böylece çizmelerin
cilâlanması yüzünden birbirlerine düşman oldular, ayrıldılar.
Ama şimdi kilise memurundan ne istediyse, dünyadan da onu
istiyor, buna karşılık da daima cilâ yerine boya elde ediyordu.
Bu sebepten yavaş yavaş bütün insanlardan uzaklaştı,
münzevi bir adam oldu. Ama gereken geçimi sağlamak
şartıyla bir inziva, büyük şehirlerde yalnız kilise kulelerinde
bulunur. Onun için o da bir kilise kulesine tırmanmış,
çubuğunu onun tenha merdivenlerinde içiyordu. Kuleden
aşağıya, yukarıya bakıyor, bu sırada düşüncelere dalıyor,
gördüklerini görmediklerini, kitaplarda, kendi içinde
okuduklarını kendine mahsus bir tarzda anlatıyordu. Ben ona
çok defa okumak için ödünç olarak güzel kitaplar verirdim.
İnsanın kendi değeri de, münasebette bulunduğu kimselere
göre şekillenir. Dediğine göre İngilizce yazılmış çocuk dadısı
romanlarından hoşlanmadığı gibi bunların Fransızca
olanlarını da sevmezdi. Çünkü bunlar kanaatine göre hava
akımı ile asma yapraklarının bir arada kaynatılmasından
meydana gelmiş şeylerdi. Bu sebepten daha ziyade hayat
tasvirlerinden hoşlanır, tabiatın mucizelerini anlatan kitapları,
ötekilere üstün tutardı. Ben onu hiç olmazsa yılda bir defa,
umumiyetle hemen yılbaşından sonra ziyaret ederdim. Yılın
değiştiği bu sıralarda daima zihninin onunla ilgili bazı
noktalar üzerinde söyleyecekleri bulunurdu.
Ben şimdi size onun yanına yaptığım iki ziyareti
anlatacağım, elimden geldiği kadar da kendi sözlerini
kullanacağım.


Birinci ziyaret


Ole'ye okumak için verdiğim son kitaplar arasında bir
tanesi çakıl taşları üzerineydi. Bu kitap onu hepsinden çok
ilgilendirmiş, ilmini en çok meşgul etmişti.
"Öyle, diyordu, bu çakılların her biri zaman görmüş birer
ihtiyarmış gerçekten. Buna rağmen insanlar hiçbir şey
düşünmeden önlerinden geçip gidiyorlar. Ben kendim de
onların yığınla bulunduğu tarlalardan deniz kıyılarından
geçerken aynı şeyi yapardım Kaldırım taşlarına basar dururuz.
Hâlbuki bunlar çok eski devirlerden kalma harabelerden
başka bir şey değil. Evet, ben de aynı şeyi yapardım. Ama
şimdi her kaldırım taşına karşı saygı duyuyorum. Çok
teşekkür ederim, bütün zihnimi işgal eden bu kitap için.
Benim bütün eski alışkanlıklarımı, eski düşüncelerimi bir
tarafa atmama sebep oldu. Bu çeşit birçok başka kitaplar
okumak için hırsım arttı. Arzın romanı bütün romanlar içinde
en dikkate değer olanı bence, ilk kısımlarının okunmasına
imkân olmaması ne yazık. Öyle bir dille yazılmış ki, bu dili
bize öğretmediler. İnsan arz tabakalarını, çakıl taşlarını, bütün
arz çağlarını okumak zorunda kalıyor. Ancak altıncı bölümde
romanın kahramanları olan Bay Âdem ve Bayan Havva
ortaya çıkıyorlar. Bu biraz geç, birçok okuyucular için, çünkü
onlar romandaki asıl şahıslarla hemen karşılaşmak isterler.
Ama benim için ikisi de bir. Maceralarla dolu bir romandı bu
doğrusu, hepimiz de onun içinde rol almışız. Hepimiz
çırpınıyor, didiniyor ama olduğumuz yerden ayrılamıyoruz.
Ama arz yuvarlağı dünyadaki denizleri üzerimize dökmeden
dönüp duruyor. Üzerinde yürüdüğümüz arz kabuğu dünyanın
dağılmasını önlüyor, biz de aşağı yuvarlanmıyoruz. Üstelik
milyonlarca yıldan beri sürüp giden, durmadan değişip
gelişen bir hikâyesi de var dünyanın. Çakıl taşları üzerine
yazılmış olan bu kitaba çok teşekkür ederim. Bunun yazarları
hikâye nasıl anlatılır, biliyorlar. Ara sıra birer hiçten ibaret
olduğumuzu hatırlatmak, benim gibi yüksek yerlerde otursa
bile yine de bu küçük arz yuvarlağı üzerinde ömürlerini
çabucacık bitiren varlıklar için karıncalardan ibaret
olduğumuzu düşünmek eğlenceli değil mi? Gerçi rütbe,
mansıp sahibi karıncalar bunlar; şeref, itibar sahibi
karıncalarız hepimiz ama yine de karıncalardan ibaretiz. İnsan
kendini milyonca yıl yaşamış bu ihtiyar, saygı değer çakıl
taşları yanında, gençmiş gibi hissediyor, tuhaf bir duygu
doğrusu. Yılbaşı gecesi bu kitabı okuyordum, bu meselelere
öyle dalmışım ki, her sene o gece cadılara önümden
resmigeçit yaptırırdım, bu eğlenceyi tamamen unutmuşum.
Ya, demek bunu bilmiyorsunuz siz?
Cadıların süpürgeye binip uçmalarını herkes bilir.
Walpurgis gecesinde Blocksberg dağına giderler. Ama bizim
Danimarka'da da kendi cadılarımız vardır. Bunlar yerli ve
zamanımızın yaratıkları, yılbaşı gecelerinde Amager adasına
uçarlar. Erkekli, kadınlı bütün kötü şairler, kötü besteciler,
gazete yazarları, tanınmış sanatçılardır bunlar, hiçbir değerleri
yoktur. Yılbaşı gecesi gelince havadan Amager adasına
uçarlar. Uçarken fırçalarının yahut kaz tüyü kalemlerinin
üstüne ata biner gibi otururlar. Çelik uçlu kalemler sert olduğu
için bir işe yaramaz. Dediğim gibi her yılbaşı gecesi onları
gözümün önünden geçiririm. Çoğunu adlarıyla da anabilirim
size, ama üzerlerinde durmaya değmez bunların. Hem kaz
tüyü kalemlerine binerek Amager'e yaptıkları bu yolculuğun
duyulmasını da istemezler Benim bir nevi yeğenim, bir
balıkçı karısı vardır. Kendi dediğine göre üç kocaman sayfa
küfür yazabilirmiş bu kadın. Bir kere o da davetli bir misafir
olarak bu yolculuğa katılmış, ama kaz tüyü kalemlere değer
vermediği gibi bunlara binmesini de bilmediği için
aralarından atmışlar onu, öyle anlattı bana. Söylediklerinin
yarısı yalan, ama geri kalanı da yetiyor hani. Oraya gittikleri
zaman eğlencelere, şarkı söylemeye başlamışlar.
Misafirlerden her biri, önüne kendi yazdığı bir şarkı koymuş,
en iyi kendi şarkısı olduğunu sandığı için de herkes yazdığı
şarkıyı söylermiş. Bundan sonra küçük arkadaş grupları
halinde alay başlamış, önden giderek alayı harekete
geçirenler, ağız çalgıları çalanlarmış. Bunlar herkesin rağbet
göstermeye alışık olduğu kimseler, davul zurna ile büyük
kafileler halinde sokak sokak ilâncılık yaparlarmış.
Arkalarından da aileler içinde ilâncılık yapan küçük trampet
çalgıları geliyormuş. Yazı yazdıkları halde imzalarını
kullanmayanlarla tanışılırmış orada, yani boya cilâ yerine
geçermiş. İnzibat çavuşu ile uşağı da eksik olmazmış orada,
bunlardan en gayretlisi, en serti de uşakmış. Çünkü öyle
olmasa itibar göremez ki. Çöp tenekelerini karıştırıp boşaltan,
her şeye "İyi, çok iyi, fevkalâde, mükemmel!" diyen çöpçü de
oradaymış.
Bu umumi eğlencenin ortasında birdenbire bir sırık, bir
ağaç, muazzam bir çiçek, büyük bir mantar, baştan başa bir
çatı meydana fırlamış. Sayın kalabalığın geçen bir yıl zarfında
dünyaya sunduğu her şeyi taşıyan "aylak gezenler sırığı" imiş
bu. Etrafa alevlere benzeyen kıvılcımlar fışkırtıyormuş.
Bunlar, oradakilerin eserlerini süsleyip de şimdi havai
fişekleri şeklinde bu eserlerden kurtulup uçan aşırılmış
düşünceler, fikirlermiş. Yeğenim, çok eğlenceliydi orası, dedi,
bundan başka acı olmasına rağmen çok eğlenceli birçok başka
şeyler de ekliyordu anlattıklarına, ama ben bunları
tekrarlayamayacağım, çünkü insan, iyi insanlara uymalı,
ukalâlara değil. Bununla beraber adada geçen bu bayram
hakkında benim gibi etraflı bilgi sahibi olanlar için her sene
yılbaşı gecesinde oraya giden bu cadı sürüsünü seyretmenin
çok çekici olduğunu siz de görüyorsunuz. Bir sene bunlardan
bir kısmını göremezsem, gelecek yıl yerlerine başkaları gelir,
ama bu sene oraya giden bütün misafirleri göremedim. Bir
yığın yuvarlaklarla, çakıl taşlarıyla yuvarlanıp gittim. Hem de
milyonlarcasının içinde yuvarlandım. Kuzey
memleketlerindeki kayaların gürültüler çıkararak aşağıya
yuvarlandıklarını, henüz Nuh’un gemisi yapılmadan çok
evvel buz kitleleri üstünde dolaştıklarını, sonra yere oturup
tekrar deniz altındaki kayalar üstünde havaya yükseldiklerini
gördüm. Denizden çıkan bu kısımlara "adı Seeland olsun"
denildi. Bunların sonradan bugün artık adlarını tanımadığımız
kuşlara yuva yerleri olduklarını, aynı şekilde adları unutulan
yabani kabilelerin buralarda oturduklarını gördüm. Bunlardan
adları balta ile ağaçlara kazılmış olan pek azı, tarih başı
oldular. Ama ben zaman ve soru hakkında bütün o söylenen
şeyleri unuttum. Birdenbire dünyaya üç dört kadar çok
muhteşem akan yıldız düştü. Hepsi birden pırıl pırıl yanınca
düşüncelerim başka bir yöne çevrildi. Akan yıldız ne
demektir, biliyorsunuz tabii. Siz bilmezseniz bilginler de
bilmez bunu. Benim bu konuda kendine mahsus düşüncelerim
var, şimdi de bu düşüncelerden hareket ederek konuşacağım.
İyi, güzel bir şey meydana getirmiş olanlara karşı çoğu zaman
içten şükran, kutlama duyguları duyulur. Şükran duygusunun
ifadesi çok defa sessizdir, yeryüzüne kadar da erişmez. Ben
bunun güneş ışığı tarafından yakalandığını, sevap işleyen
kimselere güneş ışıkları tarafından ulaştırıldığını sanıyorum.
Eğer bu şükran duyguları bütün bir millet tarafından, uzun bir
zaman içinde ifade edilirse, o zaman kocaman bir çiçek
demeti şekline girer ve kendisine karşı şükran duyulan sevap
işlemiş kimsenin mezarı üstüne bir akar yıldız gibi düşer.
Eğer ben bilhassa yıl başı gecelerinde böyle bir akar yıldız
görürsem, bu çiçek demeti şeklindeki şükran ifadesi kime ait
olursa olsun kendi payıma çok sevinirim.
Bir gün bizim mezarımızın üstüne de bir akar yıldız
düşeceğini bilmek, büyük neşe veren bir düşünce. Böyle bir
mazhariyet hiç şüphesiz benim yakınlarıma isabet etmeyecek,
hiçbir güneş ışığı bana şükran için inmeyecek. Çünkü
teşekküre değer bir şey yapmadım. Burada hem ben cilaya
kadar yükselemeyeceğim. Kaderim yalnız boyadır benim."
Ole böyle söylüyordu.


İkinci ziyaret


Tekrar kuleye çıktığım zaman yine bir yılbaşı günüydü. Ole
bu sefer bana, kendi deyimi ile eski damlaların yeni damlalara
geçişi sırasında boşaltılan kadehlerden bahsetti. Bana
kadehlere ait kendi başından geçen bir hikâyeyi anlattı.
Hikâyedeki düşünce sıralanışı şöyleydi: "Yılbaşı gecesinde
çan on ikiyi vurunca insanlar oturdukları sofradan ellerinde
dolu kadehlerle ayağa kalkar, yeni yılın şerefine içerler. Yeni
yıla elde kadehle başlanır. Sarhoşlar için güzel bir başlangıçtır
bu. Eğer yeni yıla yatağa girmekle başlanırsa, bu da aynı
şekilde tembeller için iyi bir başlangıç olur. Hiç şüphesiz
uyku, yılın süresi boyunca mühim bir rol oynayacak, kadehler
de ona eklenecektir. "Kadehlerin içinde ne bulunur bilir
misiniz?" diye sorduktan sonra kadehlerin içinde sağlık, neşe,
kaygısızlık bulunur, diye devam etti. Ama kadehlerin içinde
öfke, acı talihsizlik de bulunur. Ben kadehleri sayarsam
tabiatıyla, her kadehin onu içen çeşitli insanlara sağladığı
dereceleri de birlikte sayarım.
Bakınız, kadehlerin birincisi, sağlık kadehidir. Sağlık otu
onun içinde büyür, hayat ağacının gövdesine yapışır, yıl
sonunda da sağlık ağacının yaprakları arasında oturursunuz.
İkinci kadehi alınız. Onun içinden küçücük bir kuş uçar;
masum, neşeyle cıvıldayan bir kuş. İnsan onun şakımasını
dinler, belki de beraber şakır onunla: yaşamak güzel, başımızı
önümüze eğmeyelim, cesaretle ileri yürüyelim!
Üçüncü kadehin içinden küçük, kanatlı bir oğlan çocuğu
belirir. Ona bir melek çocuğu adını veremeyiz. Çünkü
damarlarında şeytan kanı vardır. Şeytan çekici gibi düşünür,
şaka etmez, alay eder. Kulağımızın arkasına yerleşir, cesaretli
bir fikir fısıldar kulağımıza. M’de boşluğumuzun içine oturur,
bizi ısıtmaya başlar, gevşeriz; öteki alaycıların kanaatine göre
biz de alaycı bir insan oluruz.
Dördüncü kadehte ne ot, ne kuş, ne de oğlan çocuğu vardır.
Onun içinde bir akıl çizgisi bulunur. Çizgiye de asla
basmamalı insana uğur getirmez.
Beşinci kadehi ele alırsan, kendi haline ağlarsın. Bir hoşluk
duyarsın içinde, bir acı. Kimi mesut olur, içinin bir başka
şekilde ferahladığını duyarsın. Kadehin içinden büyük
gürültülerle bir karnaval prensi fırlar, gevezedir, saygısızdır,
seni birlikte sürükler götürür. Eğer haysiyet sahibi bir
insansan, haysiyetini unutursun, unutmaya mecbur olur yahut
izinli olduğun şeylerden daha fazlasını unutursun Etrafında
her şey şarkı, oyun, ses haline gelir. Maskeli insanlar seni
sürükler, çiçekler, ipekler içindeki maskeli şeytan kızları,
çözülmüş saçları, güzel vücutlarıyla sana gelirler;
kurtarabilirsen kurtar kendini.
Altıncı kadehe gelince. Evet, bunda doğrudan doğruya
şeytanın kendisi bulunur. Ufacık, tefecik, güzel giyinmiş,
konuşkan, çok hoşumuza giden bir adamcağızdır bu, seni
tamamıyla anlar, her şeyde sana hak verir. Senin kendi
ben'indir o. Elinde bir fenerle gelir, eve kadar sana arkadaşlık
eder. Bir masal vardır, yedi öldürücü günahtan birini seçmek
zorunda kalan bir azizden bahseder. Bu aziz kendisine en
ehven görünen günah diye sarhoşluğu seçmiş. Ama bu günahı
işleyince öteki günahları da işlemiş. Altıncı günah insanla
şeytan kanlarını birbiriyle karıştırır, o zaman da bizdeki bütün
kötü niyetler birdenbire artmaya, yemiş vermeye başlar.
Bunların her biri İncil’deki hardal tanesi gibi büyür, ağaç
haline gelir. O zaman bu günahı işleyen çoğu insanlara, bir
eritme fırınına atılarak yeni bir kalıba dökülmekten başka
yapacak şey kalmaz.
Kule bekçisi Ole: "işte kadehlerin hikâyesi de bu, dedi, bu
hikâyeyi ister boya, istersen cilâla, ikisi de olur. Ben ikisini
aynı miktarlarda birbirine kattım bu hikâyede.”
Ole'nin yanına yaptığım ikinci ziyaret bu idi. Arkasını da
dinlemek istiyorsan, bu ziyaretleri devam ettirmek lâzım gelir
o zaman.
 

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun