Ekim 18, 2024

Andersen Masalları (SUCUK ŞİŞLERİNDEN ÇORBA)(III)

Andersen Masalları (SUCUK ŞİŞLERİNDEN ÇORBA)(III)

 

 

Üçüncü fare konuşmaya başlamadan söze atılan dördüncü
farenin anlattıkları
Ben derhal şehirlerin en büyüğüne gittim, diye söze
başladı, ama hafızam zayıf olduğu için şimdi buranın adını
hatırlayamıyorum. Trene binmiştim, inince el konulan
eşyalarla birlikte belediye dairesine vardım, doğru hapishane
gardiyanına koştum, Gardiyan mahpuslardan bahsediyor,
bunların arasında bilhassa birtakım manasız sözleri halk
arasına yayılan birisi üzerinde duruyordu. Bütün mesele
sucuk şişlerinden yapılan bir çorba, ondan ibaret diyordu
gardiyan ama bu çorba onun kellesine mal olabilirdi. Bu
sözler üzerine bahsi geçen mahpusla ilgilendim. Hemen bir
fırsatını bulup odasına koştum. Kapalı kapıların arkasında
daima bir fare deliği bulunur. Mahpus uçuk benizli bir
adamdı. Uzun bir sakalı, iri parlak gözleri vardı. Odada lâmba
tütüyor, fakat duvarlar dumana alışık oldukları için daha fazla
kararmıyorlardı. Mahpus isli duvarların üstüne parmağıyla
resimler yapıyor, şiirler yazıyordu. Ama yazdıklarını
okuyamıyordum. Muhakkak canı sıkılıyordu. Ben onun için
bir tanrı misafiriydim. Bana ekmek parçaları gösteriyor, ıslık
çalıyor, tatlı sözlerle beni yanına çağırıyordu. Beni görünce o
kadar sevinmişti ki... Yavaş yavaş içimde ona karşı bir güven
belirdi, yanına geldim ve dost olduk. Ekmeğini, suyunu
benimle paylaşıyor, bana peynirle sucuk veriyordu.
Mükemmel bir hayat sürmeye başlamıştım. İtiraf etmeliyim ki
beni bu adama bağlayan, her şeyden ziyade nezaketiydi. Beni
eli üstüne alıyor, kollarında yürütüyordu. Bazen de yeninden
omzuna kadar çıkıyor, sakalı içinde oynadığım oluyordu.
“Küçük dostum” adını takmıştı bana. Yavaş yavaş onu
sevmeye başlamıştım. Böyle şeylerin karşılıklı olduğu
malûmdur. Dışarıda, gurbetteki vazifemi unutmuş, getirdiğim
sucuk şişini de döşeme tahtasının bir yarığında bırakmıştım.
Bu odada kalmak istiyordum. Çünkü çekilip gitsem zavallı
mahpus yapyalnız, kimsesiz kalacaktı. Dünyada kimsesiz
olmak da en büyük yoksulluktur. Böylece orada kaldım. Fakat
o kalmadı... Son günü bana çok kederli sözler söyledi, her
zamankinden fazla, iki misli ekmek, peynir kırıntısı verdi.
Ayrılırken de bir parmağı ile bir öpücük yolladı bana, öyle
gitti, bir daha da dönmedi. Sonra ne olduğunu da bilmiyorum.
O zaman gardiyanın bana sucuk şişi çorbasından bahsettiğini
hatırladım, ona gittim. Ama bu adama inanmamalı imişim.
Gerçi evvelâ o da beni eline alıp okşadı ama arkasından bir
kafese, bir işkence makinesine kapadı. Korkunç bir şey bu.
Koşuyor, koşuyor, yine olduğunuz yerde kalıyor, bir adım
öteye gidemiyorsunuz. Üstelik herkes hailinize bakıp gülüyor.
Gardiyanın bir yeğeni vardı. Sarı saçlı, gözleri her zaman
gülen, sevimli bir kızdı bu. Dudaklarında hiç tebessüm eksik
olmazdı. Bir gün bana, zavallı küçük farecik diye seslenerek
çirkin kafesime baktı. Demir sürgüyü açtı. Bir anda pencere
kenarına sıçradım, oradan da tavan yarığına fırlayarak ondan
kaçtım. Hürriyet, hürriyet diye haykırıyor, yalnız kurtuluşu
düşünüyordum. Seyahatimin gayesi aklıma bile gelmiyordu.
Karanlıktı, gece olmuştu. Eski bir kalede kendime
barınacak bir yer aradım. Burada bir bekçi otururdu, bir de
baykuş vardı, ikisine de güvenemiyordum; bilhassa baykuşa
hiç inancım yoktu. Kediye benziyordu. Ayrıca fare yemek
gibi bir kusuru vardı. Ama herkes yanılabilir. Bu noktada ben
de yanılmıştım. Baykuş fevkalâde saygı değer, ihtiyar,
yetişkin bir şahsiyetti. Bilgice bekçiden üstün olduğu gibi bu
bakımdan hemen hemen bana yaklaşıyordu. Yavruları her
şeyden mesele çıkarır, fevkalâde gürültü ederlerdi. O zaman
ihtiyar baykuş onlara "Yine sucuk şişlerinden çorba yapmaya
kalkışmayın" diye söylenirdi. Söyleyebileceği en ağır söz de
bundan ibaretti. Ailesi efradına karşı o kadar şefkatli
davranırdı. Ona karşı içimde öyle bir güven uyandı ki nihayet
saklandığım delikten "cik" diye seslendim. Bu güven hoşuna
gitti, beni himayesi altına alacağına dair teminat verdi. Hiçbir
hayvanın beni yaralamasına yahut öldürmesine müsaade
etmeyecek, ancak kış gelip kıtlık baş gösterirse beni kendisi
yiyecek, o zamana kadar da muhafaza edecekti.
Baykuş her işte aynı zekâyı gösteriyor, meselâ bekçinin
belinde sallanan boru olmadan, boru çalmasına imkân
olmadığını söylüyordu. Bu bekçi de çok kendini beğenmiş bir
adamdı, kalede kendini baykuşla bir tutuyordu. Boru çalıyor,
bunu bir şey sanıyordu. Hâlbuki boru çalmak da neydi ki.
Sucuk şişlerinden yapılan çorbaya gelince: baykuştan bunun
nasıl yapıldığını bana öğretmesini rica ettim. O zaman bana
şöyle bir açıklama yaptı: sucuk şişlerinden çorba, insanların
kullandığı bir söz temsilinden başka bir şey değildir. Birçok
manalara gelir. İsteyen onu istediği gibi, doğru bulduğu
şekilde manalandırır. Yani lâftan ibaret bir şeydir bu.
Lâftan ibaret bir şey, diye tekrar ettim kendi kendime. Bu
açıklama beni şaşırtmıştı. Hakikat her zaman hoşumuza
gitmez, ama yine de en yüce şey odur. İhtiyar baykuş da bu
fikirde idi. Kendi kendime düşününce, bu en yüce şeye
erişebilirsem, sucuk şişi çorbasından daha değerli bir şey elde
etmiş olacağımı anladım. Onun için hemen vakit geçirmeden
memlekete dönmeyi, en iyi en yüce şey olan hakikati buraya
vaktinde ulaştırmayı uygun buldum. Fare milleti en aydın, en
uyanık milletlerden biridir, fareler kralı da hepimize
hükmeder. Beni hakikat adına kraliçeliğe yükseltmek de
kralımızın elindedir."
Henüz konuşmak için müsaade almamış olan fare: "senin
söylediğin hakikat, bir yalandan ibaret, diye atıldı. Ben bu
çorbanın pişirilmesini biliyorum, pişireceğim de."

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun