Ekim 18, 2024

Andersen Masalları (YAZI KALEMİYLE MÜREKKEP HOKKASI)

Eskiden bir şairin odasına girenler, mürekkep hokkasını
görünce şöyle derlerdi: "Her şeyin bu mürekkep hokkasından
çıkması ne tuhaf şey!” Acaba bundan sonra ne çıkacak? Tuhaf
şey doğrusu!"
O zaman mürekkep hokkası, kalemle, masanın üstünden
sesini işitebilecek öteki eşyaya dönerek böbürlene böbürlene:
"Tuhaf şey doğrusu, derdi, anlaşılır şey değil, ben bunu her
zaman söyledim Benden bütün bu şeylerin çıkabilmesi
gerçekten tuhaf, hatta hemen hemen inanılacak şey değil.
Adam elindeki kalemle beni sağmaya başlayınca arkasından
ne geleceğini ben de gerçekten bilemem. Benden bütün bu
şeylerin çıkabilmesi gerçekten tuhaf, sahife yazıda da neler
neler bulunabilir. Ben biraz tuhaf bir nesneyim. Şairin bütün
eserleri yalnız benden çıkıyor. İnsanların ayrı ayrı
özelliklerini belirtmek, okuyanların hemen tanıyabilecekleri
şekilde hepsinin yaşayışlarını anlatmak, o içli duygular,
neşeler, o güzel tabiat tasvirleri. Bunu ben kendim de
anlamıyorum. Çünkü tabiatı asla tanımadım, ama gene de
bende olan o, içimde o yaşıyor. Bütün o ince, uçucu güzeller
kafilesi, soluyan atlara binen o alaycı şövalyeler, neşeli,
sıhhatli tabiat çocukları, bütün bunların hepsi benden
doğmuşlardı, bugün de benden doğuyorlar. Evet, bunu ben
kendim de bilmiyorum ama düşündüğüm de yok bunu."
"Bu meselede tamamen haklısınız, diye cevap verdi kalem,
siz gerçekten hiç düşünmüyorsunuz. Çünkü düşünseydiniz,
verdiğiniz şeyin bir sıvıdan ibaret olduğunu da bilirdiniz. Siz,
benim düşündüğümü söylemem, içimde taşıdığım şeyleri
kâğıt üstüne görünebilir hale koyabilmem için gereken
ıslaklığı sağlıyorsunuz. Yazıyı ben yazıyorum. Yazan
kalemdir, bundan kimse şüphe edemez. Bununla beraber
insanların çoğu da şiir sanatı hakkında ancak eski bir
mürekkep hokkası kadar anlayış sahibidirler."
"Sizin tecrübeniz az, diye cevap verdi mürekkep hokkası,
siz bir hafta bile hizmet görmeden yarı yarıya eskiyorsunuz,
yoksa kendinizin şair olduğunu mu sanıyorsunuz? Siz yalnız
bir hizmetçiden başka bir şey değilsiniz. Ben, siz gelmeden
önce, sizin cinsinizden kaç tanesini tanıdım. Hem kaz tüyü
cinsinden olanlarını, hem İngiliz fabrikalarında yapılanlarını
gördüm. Hem kaz tüyü kalemlerden, hem de çelik uçlu
olanlardan anlarım. Bunlardan birçoğu benim hizmetimde
çalıştılar, bundan sonra da çalışacaklar. Adam, yani benim
için ellerini hareket ettiren zat da buraya gelir, benim içimden
sağdıklarını kâğıda döker. Şimdi merak ettiğim şey de önce
içimden neyi çıkaracağıdır."
"Budala bu mürekkep kabı" diye söylendi kalem.
Şair, akşam geç vakit eve geldi. Konsere gitmiş fevkalâde
bir kemancının çaldıklarını dinlemiş, çalışın üstünlüğü ona
çok büyük heyecan vermişti. Kemanından dünyayı hayretlere
düşüren sesler çıkarıyordu: bunlar kimi zaman incilene
incilene su damlaları gibi yankılanıyor, kimi zaman,
cıvıldaşan kuşlardan bir koro gibi dolgunlaşıyor, kimi de çam
ormanlarındaki fırtınalar gibi inleşiyordu. Şair çok güzel bir
kadın sesinin dokuduğu o melodilerde kendi kalbini ağlıyor
sandı. Sanki yalnız kemanın telleri değil, keman köprüsü,
hatta mandallar, ses gövdesinin zemini bile yankılar
çıkarıyordu. Çalış, öyle fevkalâdeydi; güç bir işti bu şüphesiz,
ama yayın sadece teller üstünde ileri geri gidip gelmesinden
ibaret gibi gözüküyordu, çocuk oyuncağı imiş gibi, herkes
aynı şeyi taklit edebilirmiş gibi. Sanki keman kendiliğinden
sesler veriyor, yay kendiliğinden gidip geliyor, her şeyi yalnız
bu ikisi meydana getiriyor. Ama onları idare eden, onlara can,
hayat üfleyen usta unutuluyor. Evet, usta unutuluyordu. Ama
şair onu düşünüyor, anıyor, bu sırada da düşündüklerini
yazıyordu: "Yayla kemanın, verimleriyle böbürlenmek
istemeleri ne kadar yanlış. Ama buna rağmen biz insanlar,
şairler, sanatçılar, kâşifler, ilimde keşifler yapan, yeni bir yol
açanlar, kumandanlar da çoğu zaman aynı yanlışı yapıyoruz.
Kendimizi yükseklerde görür, eserlerimizle öğünürüz.
Hâlbuki hepimiz Tanrının çaldığı âletlerden ibaretiz, şeref
yalnız ona ait. Kibirlenecek hiçbir şeyimiz yok bizim."
İşte şair bunları yazıyordu. Yazarken benzetişler yaptığı
için de bunlara: "Usta ile musiki aletleri" adını verdi.
Tekrar yalnız kaldıkları zaman kalem, mürekkep
hokkasına: "İşte ağzınızın payını aldınız, madam, dedi.
Yazdıklarımızı şair yüksek sesle okurken herhalde işittiniz,
değil mi?"
"Evet, benim size yazdırdıklarımı demek istiyorsunuz, diye
cevap verdi hokka, sizin gururunuza indirilen bir tokattı bu.
Sizinle alay edildiğini nasıl oluyor da anlamıyorsunuz! Ben
doğrudan doğruya içimden gelerek size bir darbe indirdim.
Herhalde kendi yaptığım alayın farkındayım."
Kalem: "Saf mürekkep hokkası" diye cevap verdi.
Şimdi her ikisi de birbirlerine gerekeni adamakıllı söylemiş
olduklarına inanıyorlardı. Birisine hakkını gerektiği şekilde
vermiş olmak inancı, içimize her zaman hoş bir duygu verir,
rahat uyuruz. Şimdi ikisi de rahattılar artık. Ama şair
uyuyamıyordu. Kafasında birçok düşünceler, bir kemandan
seslerin kaynayışı gibi, inci inci tanelenerek, ormanlar içinde
inleyen bir fırtına gibi kalbinde seslenerek kaynaşıyordu.
Ölümsüz usta da gelen ışığı duyuyordu kendinde. Şeref yalnız
onun üstünde olsun.
 

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun