Ekim 18, 2024

Andersen Masalları (YENİ YÜZYILIN MÜZ'Ü)

Bizim değil de çocuklarımızın çocuklarının çocuklarının
tanıdığı, belki de daha sonra gelecek bir kuşaktan olanların
tanıyacağı bir yeni yüzyıl Müz'ü ne vakit belirir? Görünüşü
nasıldır? Neler şakır? Ruhun hangi tellerine dokunacak?
İçinde belirdiği çağı hangi yüce noktaya yükselecektir?
Bizim çok meşgul çağımızın birçok soruları bunlar. Öyle
bir çağ ki, şiir, yolumuzun üstünde neredeyse bir engel
sayılacak. Öyle bir çağ ki, günümüz şairlerinin yazdığı birçok
ölümsüz eserlerin, belki de kömürle yazılmış kitabeler
halinde, hapishane duvarlarında bulunduğunu kesin olarak
biliyoruz. Bunları da ancak sayıları pek az olan meraklılar
görüp okuyor.
Şiirin, bizim gayretlerimize katılması lâzım. O, hiç olmazsa
kana yahut mürekkebe bulanan, parti kavgalarına ilgi
gösterilmesini sağlamaya çalışmalı.
Çok kimseler, bunun tek taraflı bir istek olduğunu söylüyor.
Şiir bizim zamanımızda da unutulmuş değildir.
Hayır! Hâlâ öyle insanlar var ki akşamdan kalma olunca,
şiire karşı içlerinde bir ihtiyaç, bir itiş duyarlar. Hiç şüphesiz
bu manevi gürültüyü, daha asil kısımlarında duydukları
zaman da kitapçı dükkânına bir adam yollar, tabii en çok salık
verilen cinsinden, tam dört kuruşluk şiir satın aldırırlar.
Kimileri de pekâlâ kendilerine cabadan verilen kitaplarla
yetinir yahut da bakkaldan bir şey alınca kese kâğıdının
üstünde okuyabildikleri kadarı ile memnun olurlar. İyice
doyurur bu onları. Bu türlüsü daha ucuzdur. Bizim çok
meşgul çağımızda da ucuzluk herhalde dikkate alınmaya
değer bir şey. İhtiyaç ancak sahip olduğumuz şeylere karşı
duyulmalı, bu da yeter. Yarının musikisi gibi yarının şiiri de
Don Kişot'lara ait. Bunlardan bahsetmek, Uranüs’teki seyyah
keşiflerinden bahsetmekle bir.
Zaman hayal oyunlarımıza yetmeyecek kadar kısa ve
pahalı. Hem bir kere makul konuşmak gerekirse, şiir
dediğimiz de nedir? Bu sesler çıkaran duygu, düşünce
coşkunlukları, sinirlerin titreyişlerinden, hareketlerinden
başka bir şey değil ki. Bütün hayranlıklar, sevinçler, acılar,
hatta maddi çabalar bile, bilginlerin bize güvenle
söylediklerine göre, sinir titreyişlerinden ibarettir. Hepimiz bir
çalgı telinin verdiği seslerden başka bir şey değiliz.
Ama bu tellere dokunan kim? Onları titreten, oynatan kim?
Ruh, göze görünmeyen tanrısal ruh, hareketlerini, isteklerini o
tellerde yankılandırır, öteki tel oyunları da bunları anlar,
böylece birlikte ahenk halinde çalışır, karşı seslerin
dissonancelariyle yankılanırlar. Bu eskiden böyleydi. Hürlük
şuuru içindeki insanlığın büyük ilerlemelerinde bundan sonra
da böyle olacaktır.
Her yüzyılın, her bin yılın, yücelik ifadesini şiirde
bulduğunu söylemek bile kabil. Biten bir zaman bölümünde
doğar, belirir, yeni başlayan bir zaman bütününde hükümran
olur.
Yeni yüzyılın Müz'ü de bizim çok meşgul, makine
gürültüleriyle dolu zamanımızda doğmuş bulunuyor. Ona
selâmımızı gönderiyoruz. Belki demin andığımız kömürle
yazılı kitabeler arasındadır. Selâmımızı duysun yahut okusun.
İnsan ayağı kuzey kutbunun en uzak noktasına basıp oradan
canlı gözler kutup göklerinin kara kömür torbasındaki en uzak
noktaya kadar nüfuz ettiği zaman, onun beşiğindeki
sallanmalar en yüksek derecesini buldu. Biz makine
gürültülerinden, lokomotif düdüklerinden, madde kayalarının
eski ruh zincirleri gibi koparılıp parçalanmasından bu
sallanışı duyamadık.
O, yaşadığımız çağın içinde buhar basıncının gücünü
denediği o kansız ustanın çıraklarıyla birlikte gece gündüz ter
döktüğü büyük fabrikanın içinde doğdu.
Elinde Vesta rahibelerinin alevi, içinde ihtiras ateşi bulunan
bir kadının büyük aşk dolu yüreği var onda. Aklın şimşekli
ışığını, menşurun bütün bin yıllar süresince durmadan
değişen, daima moda olan renge göre değerlendirilen,
renklerini, armağan diye beşiğine bıraktılar. Hayalin
muazzam kuğu tüyleri onun ihtişamıdır, kuvvetidir. İlim
dokuyor onu, uçuşunu sağlayan gücü de tabiatın ezeli
kuvvetleri veriyor.
Baba tarafından bir halk çocuğu, düşüncesi, kalbi sağlam,
bakışları ciddî. Dudaklarında neşe, alay vardır. Anası yüksek
soydan, yaldızlı Rokoko hatıralarıyla süslü, akademik
yetişmiş bir muhacir kızı. Yeni yüzyılın Müz'ünde, kan da,
can da bir araya gelmiştir.
Beşiğine muhteşem vaftiz hediyeleri koydular:
şekerlemeler, içinde çözümlemeleri de serpiştirilmiş gizli
tabiat sırlarından yapılmıştı. Dalgıçlar ona denizin
derinliklerinden eşsiz biblolar çıkardılar. Her biri bir dünya
olan binlerce adalarıyla gök denen o sakin açık denizin
haritası, basılmış bir halde ve yatak levazımı diye beşiğinin
içine serildi. Güneş ona resimler yapar, fotoğrafçılık da ona
oyuncaklar verir.
Süt annesi ona, Firdevsi ile orta çağ âşıklarından şarkılar
söylemiş, Heine'nın gerçekten bir şair ruhu ile başı boş bir
öfke ile şakıdığı şarkılarla uyutmuş onu. Süt ninesi ona çok
şeyler, lüzumundan fazla şeyler anlattı. İnsanın içine ürperti
veren bedduaların, lânetlerin kanlı kanatlarla hışırdayarak
uçuştuğu o eski masalların anası Edda'yı anlatmış, bütün doğu
ülkelerinin bin bir gece masallarını çeyrek saat içinde ondan
dinlemişti.
Yeni yüzyılın Müz'ü henüz çocuk, çocukluğuna rağmen
beşiğinden dışarı fırlamış, ne istediğini bilmiyor, ama irade ile
dolu.
Hâlâ sanat hazneleriyle, Rokoko ile ağzına kadar dolu olan
süt ninesinin odasında oynuyor. Yunan tragedyası, Roma
komedyası mermerlere oyulmuş olarak orada. Çeşitli
milletlerden halk şarkıları, kurutulmuş bitkiler gibi
duvarlarda. Bunun yeniden tazelenmesi, çiçeklenip kokular
saçması için birkaç öpücük yetişir. Beethoven'nın, Gluck'un,
Mozart'ın, öteki büyük ustaların o ses halindeki düşünceleri,
ölümsüz ahenkleriyle çevrelenmiş, sarhoş... Kitap rafında,
yaşadıkları çağın ölümsüz diye anılan sayısız eserleri, ayrıca
adlarını ölümsüzlüğün telgraf tellerinde çınlarken
duyduğumuz, sonra gene telgrafla ölenlerin birçok eserlerine
de epeyce yer var.
Korkunç denecek kadar çok şey okumuştur; zamanımızda
doğmuş tabii. Gene de korkunç denecek kadar çok şey
unutmaya mecburdur. Müz'ler unutmasını bilirler:
Yeni bir bin yılda yaşayacak olan, kendi şarkısını
düşünmez. Musa'nın şiirleri, Ritpai'nin yaldız basma "Tilkinin
hileleri, saadetleri" adlı masalları nasıl yaşıyorsa, o da öyle
yaşayacak. Niye gönderildiğini, parlak yarınını düşünmez o.
Henüz havayı sarsan milletler savaşı içinde, kalemlerin,
topların çapraz ateşleriyle meydana gelen sesli işaretlerin, o
çözülmesi güç eski yazıların arasında yaşar.
Başında Garibaldi şapkası vardır, ara sıra Shakespeare'i
okur, kısa bir an için, belki ben büyüyünce tekrar temsil edilir,
diye düşünür. Calderon, eserlerinin mermer sandukası içinde
istirahat etmektedir, ama başı ucundaki şöhret kitabesiyle.
Müz kozmopolit yaradılışlıdır. Onun için Holberg'i, Moliere,
Plautus ve Aristophanes'le bir iple bağlar, gene de en çok
Moliere'i okur.
Alplerdeki dağ keçilerini dağ dağ sürükleyen
huzursuzluklardan kurtulmuş, ama dağ keçileri nasıl dağın
tuzunu özlerse onun ruhu da hayatın tuzunu öyle özler.
Kalbinde eski İbrani Çağının masallarındaki yeşil ovalarla,
sessiz yıldızlarla pırıl pırıl gecelerde yaşamış olan bedevi
kavmin seslerindeki huzur vardır. Ama bir şarkıda söylenince,
Yunan çağının Tesalya'dan gelen dağlı muhariplerinin
söyledikleri şarkılardan daha çok coşturur insanı bunlar.
Müz'lerin Hıristiyanlığı nasıldır acaba? O, felsefenin
kanunlar yazılı büyük, küçük levhalarını ezberlemiştir.
Unsurlar teoremi, süt dişlerinden birinin patlamasına sebep
olmuş, ama yerine yenisi çıkmış. Bilgi ağacının yemişini daha
beşikte iken ısırmış, yemiş, böylece akıl sahibi olmuş.
Kendisinin ölümsüz olduğu fikrini de insanlığın en dahice bir
düşüncesi olarak karşılar.
Şiirin yeni yüzyılı ne vakit gelecek? Müz ne vakit
görünecek, kendini tanıtacak? Bize kendini ne vakit
dinletecek?
Onu bir ilkbahar sabahı ansızın, lokomotif denen ejderhaya
binmiş, tünellerin içinden, kemerli köprüler üzerinden
vızıldayarak geçerken yahut bir soluyan yunus balığı üstünde,
engin denizleri hızla aşarken yahut Mongolfier kuşunun
sırtında havalarda yelken açıp gezerken görüyoruz... Aşağıya,
yeryüzüne iniyor, insan cinsini ilk defa balonun içinden
tanrıça sesiyle selâmlıyor. Ama nerede? Orası Kolomb'un
keşfettiği, o yerlilerin yabani hayvan gibi avlandığı,
Afrikalıların iş hayvanı olarak kullanıldığı, "Hiawatha"
şarkısının duyulduğu hürriyet diyarı mı? Yahut oranın
mukabiline düşen, güney denizindeki altın külçeler memleketi
mi? Bizim gecemizin gündüz olduğu, mimoza ormanlarında
kara kuğuların şakıdığı tezatlar diyarı mıdır? Yahut
Agamemnon sütunlarının dün gibi bugün de seslerle
yankılandığı çölün şarkı sfenksini anladığımız memleket mi?
Yoksa Shakespeare'in Elizabeth devrinden beri hâkim olduğu
maden kömürü memleketi mi? Yahut Tycho Brahes'in
kendisine vaktiyle tahammül edilmeyen memleketi mi? Yoksa
Wellington ağacının, tacını ormanlar kralı gibi yükselttiği
maceralar memleketi Kaliforniya mı?
Yıldız ne vakit parlayacak? Müz'ün alnında parlayan yıldız
o yapraklarında asrın, güzelliğin ifadesi, şekil, renk ve koku
olarak yazılı olan çiçek ne vakit parlayacak?
Zamanımız işlerinden bilgisi olan millet meclisi üyeleri
"Yeni Müz'ün programı nedir?" diye soruyorlar. "İstediği
nedir?" diye.
Siz onun neleri istemediğini sorsanız daha iyi edersiniz.
Geçmiş devirlerden bir hayalet gibi belirmemek istiyor o,
modası geçmiş muhteşem sahne eserlerinden dramlar
derlemesini istemiyor. Onun önümüzden uçar gibi geçişi
Thespis'in[Thespis: Milâttan önce VI. yüzyılda yaşamış bir
Yunan şairi.] arabalarının mermer amifelere doğru gidişine
benzeyecek. Sağlam konuşma dilini parçalayıp eski aşk
müsamerelerinin riyali sesleriyle dolu, yapma bir çan sesine
eklemez o. Şiir sanatını asaletli, nesri ise halktan sayamayız.
Musiki ile iç şiir, dolgunluğu ve güç bakımından birbirlerine
eşit sayılmalı. İzlanda'nın masal ciltleri içinden eski Tanrıların
da kesilip çıkarılmasını istemez. Onlar ölmüşlerdir artık, yeni
çağın onlara sempatisi yoktur, onlarla bir akrabalığı yoktur.
Çağdaşlarını Fransız roman meyhanelerinde fikirlerini
yerleştirmek için davet etmez. İnsanları günlük hikâyeler
kloroformu ile uyuşturmak istemez. Bir hayat iksiri getirmek
ister o. Mısrası yahut nesirle söylediği şarkı, kısa, aydınlık,
zengin olmalı. Muazzam evrim ansiklopedisi içinde millet
kalplerinin her anılışı bir harften başka bir şey değil. Ama o,
her harfi aynı sevgiyle alır, hepsiyle kelimeler meydana
getirir, kelimeleri ritimler halinde örer. Bundan da yaşadığı
çağın şarkısını yaratır.
Bu zaman ne vakit gerçekleşecek?
Henüz burada, geriye kalan bizler için o güne kadar çok
zaman, önümüzden koşanlar için de kısa bir müddet geçip
gidecek.
Çok geçmeden Çin şeddi yıkılacak, Avrupa demir yolları
Asya'nın kültür arşivlerine kadar uzanacak, iki kültür cereyanı
karşılaşacak birbiriyle. Sonra belki de şelâle, derin yankılar
yaparak köpürecek. O zaman çağımızın ihtiyarları olan bizler,
aramızda bir Ragnarok'la birlikte titreşerek onun çıkardığı
kuvvetli sesler arasında eski tanrıların düşlerini duyacağız.
Yaşadığımız çağla birlikte bugün yaşayan milletlerin
kaybolmaya mahkûm olduklarını unutacağız. Yalnız tek tek
kimselerden, sözün soluğuna bürünmüş küçük bir resim
kalacak, bu resimler birer lotus çiçeği gibi ebediyetin akışı
üstünde yüzecek ve bize onların hepsinin farklı kılıklarda
görünmelerine rağmen dün gibi bugün de kanımızdan
olduklarını söyleyecek. Yahudilerin resmi, İncil’de parıldıyor,
Yunanlılarınki İtalya’da, Odisse’de. Bizimki nerede
parıldayacak? Bunu yeni yüzyılın Müz'üne sorun. Yeni olan
da eskisi gibi tecelliye, anlayışa yücelecek mi?
Bütün buhar kuvveti, günümüzün bütün basıncı birer
maniveladan ibaret. Zamanımızın hükümdarları gibi gözüken
o kansız usta ile onun çok meşgul adamları, merasim
salonunu süsleyen, hazneleri ısıca taşıyan, büyük bayram için
gereken sofraları hazırlayan birer hizmetçiden, kara esirlerden
ibarettirler. Bu sofralarda bir çocuk masumluğu, bir bakirenin
heyecanını, hayranlığı ile Müz bulunacak, zengin, tanrısal
ateşle alevlenmiş bir kalple dolu olan anne de, şiirin büyülü
ışığını onunla birlikte yüceltecek.
Yeni yüzyılın Müz'ü sana selâm olsun! Selamımız sana
yükseliyor!
Yeni bir bahar parıldar, saban toprağa çiziler çizerek biz
toprak kurtlarını da yeni gelecek nesle umut sağlasın, yeni şiir
olgunlaşabilsin diye ezerken, bir sabanın ucuyla parçalanan
toprak kurdunun düşüncesindeki şarkı nasıl işitilirse, bizim
selamımız da öyle işitilecek. Sana selâm olsun, yeni yüzyılın
Müz'ü!

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun