Aslan
Kaplan padişahmış bir yerde;
Bütün hayvanlar emrine amade:
Çayırlarında öküz, inek sürü sürü,
Ormanlarında geyik tümen tümen:
Koyun dersen ovalar dolusu.
Derken bir aslan doğmuş komşu ormanda
Ufacık, tombalak bir aslan yavrusu.
Maşallah demeye gitmiş kaplan;
Yavru da elini öpmüş amcasının:
Büyükler arasında böyle gerek.
Dönüşte kaplan çağırmış veziri tilkiyi
Ve anlatmış mutlu olayı.
Tilki kaçın kurası, sevinir mi böyle şeye?
Tutmuş çenesini, başlamış düşünmeye.
— Ne o? demiş kaplan;
Korkuyor musun yoksa benim komşucuktan?
Babası ölmüş, anası iki büklüm,
Ne yapabilir zavallı yetim?
Acımak gerek böylesine;
Kendi başını kurtarsa yeter,
Başkasına saldırmak nesine?
Tilki başını sallamış:
— Bu türlü yetimlere acımam ben, demiş;
Böylesine ya kendini sevdirecek, yaranacaksın,
Ya da erkenden icabına bakacaksın.
Dişi, pençesi bir büyüdü mü,
İş işten geçmiş ola.
Bir an kaybetmeye gelmez, Haşmetlim;
Ben bunu bilir, bunu derim.
Üstelik fala da baktım demin:
Kanlı savaş günleri yakın.
Bu aslan kasıp kavuracak ortalığı.
Ya dostluğunu kazanmaya bakmalı,
Ya şimdiden soluğunu kesmeye.
Tilki ne söylese boşuna;
Padişah yatmış gaflet uykusuna.
Yalnız o mu? Bütün millet, toptan.
Bu arada küçük aslan olmuş mu sana koca aslan!
Başlamış imdat çanları çalmaya,
Korkudan herkeste şafak atmaya.
Ne yapmalı, ne etmeli?
Kimden yardım istemeli?
Vezire başvurulmuş gene,
Bir of çekip demiş ki tilki:
— Telaş edip aslanı kızdırmayın bari
Olan oldu, ne yapsanız boşuna.
Şuradan buradan yardım gelip de ne olacak?
Gelenlerin karnı nereden doyacak?
Hem aslana koyun, hem bir sürü aç kurda.
İyisi mi doyurun aslanı, olsun bitsin;
Onun gücü bizim birleşiklerin topundan üstün,
Ne diye sırtımızdan geçinsinler boşuna?
Aslanın üç dostu var yalnız, hem de bedava:
Korkmazlığı bir, gürbüzlüğü iki, uyanıklığı üç.
Atın hemen önüne bir koyun, doymazsa bir daha.
O da yetmedi mi, bir öküz verin,
Hem de en beşlisini, esirgemeyin,
Yoksa bütün sürünün gittiğinin resmidir.
Tilkinin bu öğüdü tutulmamış,
Üzüntüden ölmüş zavallı.
Ama Kaplanıştan ve daha bir sürü İstan
Bir şey kazanmamış dayatmaktan:
Aslan hepsini haklayıp geçmiş başa
Ya aslandan yana olun,
Ya da bırakmayın aslan olsun!
Zeus ve Oğlu
Zeus'un bir oğlu olmuş;
Babasına çeken bu oğulun ruhu
Alabildiğine tanrısalmış.
Çocuk ruhu hiçbir şeyi sevmez
Onunkiyse kendini çok tez
Sevme sevilme kaygılarına salmış.
Onda birleşen akıl ve sevgi
Geride bırakmış zamanı, o zaman ki
Her mevsimi ne çabuk getirir zaten.
İlkin güler yüzlü otlar-çiçekler olmuş
Olympos'lu gencin yüreğini çelen.
Tutkunun bütün hallerini yaşamış:
İnce duygular, tatlı ürperişler,
Ahlar, vahlar, hepsini, hepsini tatmış.
Zeusoğlu'nun doğuştan bir başka iç zenginliği varmış
Öteki tanrıların çocuklarından.
Eskiden çok âşık olmuş da sanki
Yeniden yaşıyor gibiymiş o günleri:
Öylesine kusursuzmuş sevgi işlerinde.
Ama Zeus öğrenim görmesini istemiş.
Toplamış tanrıları, demiş:
— Bugüne dek Tek başıma çektim çevirdim evreni.
Ama o kadar değişik işler var ki
Bunları yeni tanrılara dağıtmam gerek.
Bu sevgili oğlumu almalıyım ele
Kanı benim kanım, üstelik de şimdiden
Her yanda tapınaklar kurulmuş ona.
Her şeyi bilmeli ki hak etsin
Ölümsüzler katına yükselmeyi.
Böyle demiş eli şimşekli tanrı.
Ötekiler alkışlamış:
— Bu üstün zekâ
Her şeyi çabucak kavrar demişler.
Savaş Tanrısı atılmış hemen:
— Ben sanatımı kendim öğretirim ona,
Ne kahramanlar yetiştirdi bu sanat, demiş;
Ne şanlar, ne ülkeler kazandırdı Olympos'a.
— Ben de çalgı öğretmeni olurum onun, demiş sarışın ve
bilgin Apollon.
— Ben de, demiş aslan postlu Herakles,
Yenmesini öğretirim ona kötülükleri;
Dizginlemesini zehir saçan azgınlıkları,
Yüreklerde ölüp dirilen o ejderhaları.
Yumuşak keyiflerin düşmanıyım ben,
Çiğnenmemiş yeni yollar öğrenir benden
Erdem adımlarıyla şereflere götüren.
Sıra Sevgi Tanrısı'na gelince
— Benimle öğrenemeyeceği şey yoktur.
Sevginin dediği doğrudur;
Neyin hakkından gelinmez
Kafa istekle birleşir birleşmez.
Çiftçi, Köpek ve Tilki
Kurt da, tilki de belalı komşulardır:
Ben olsam onlara yakın ev kurmam.
Bir çiftçinin tavuklarını dikizliyormuş.
Tilkinin biri sabah akşam.
Kurnazların kurnazı olduğu halde
Bir türlü gerçekleştirememiş nedense
Tavuklar üstüne kurduğu hayalleri.
Açlık bir yandan, can korkusu bir yandan:
Nasıl çıksın tilki işin içinden.
— Hey Allahım, demiş; şu bir sürü enayi
Korkusuzca hiçe mi sayacaklar beni?
Nedir çektiğim: Git gel, çalış, didin,
Bin bir türlü kurnazlık düşün.
Bu arada şu kaba köylü yan yatsın.
Keyfine baksın evinde;
Horozu tavuğu satsın, para kazansın;
Kesip, haşlayıp çengellere assın;
Bense, usta geçinen ben, ben tilki,
Fit olayım kart bir horoza bile!
Sorarım öyleyse Sayın Zeus Baba'ya,
Ne diye bu tilkilik işini verdi bana?
Zeus'a da, Olympos'a da yemin:
Duyacaklar nasıl öç aldığını tilkinin.
Beklemiş, dünyayı afyonlamakta cömert
Sisli, puslu bir geceyi.
Bakmış horul horul uyuyor millet:
Ev sahibi, uşakları, köpekleri,
Horozları, tavukları, piliçleri.
Üstelik çiftçi, alay eder gibi tilkiyle,
Kümes kapısını açık bırakmış, budala.
Tilki bir tur atıp çevrede
Girmiş ne zamandır girmek istediği yere.
Kasmış kavurmuş, kana boyamış ortalığı.
Gün ağarınca serilmiş gözler önüne
Zalim tilkinin neler yaptığı:
Sürüyle ölü, kan revan içinde.
Güneş görmemek için bu korkunç sahneyi
Dönecekmiş nerdeyse çıktığı denize.
Böylesini güneş yalnız, Apollon'un
Mağrur Agamemnon'a kızıp da
Çevresine ölüm saçtığı zaman görmüş:
Bir gece içinde
Bütün Yunan ordusu kırılmış neredeyse.
Bir de azgın Aias, çıkıp çadırından
Koyunları, tekeleri kesip biçtiği zaman,
Kof öfkesiyle öldürdüğünü sanarak
Rakibi Odysseus'u ve ona haksız yere
Akhilleus'un silahlarını verenleri.
Tilki Aias kesilip tavukların başına,
Almış götürmüş götürebildiğini,
Üst tarafını bırakmış serili yerde.
Bütün yapabildiği çiftçinin,
Başına böyle işler gelen her çiftçi gibi,
Bağırıp çağırmak olmuş adamlarına
Ve en çok da köpeğine:
— Geberesi hayvan, demiş, boğmalı seni;
Haber verip önleyemez miydin bunu?
— Ya siz, demiş köpek, sizin aklınız neredeydi?
Siz mal sahibi, siz horoz tavuk yiyen ağa,
Siz kümesi kapamadan uyuyacaksınız da,
Ben köpek, hiçbir çıkarım olmadan,
Ben mi olacağım tatlı uykularımdan?
Doğru söylemiş köpek;
Hep beğenirdik bu sözleri
Bir efendi ağzından işitsek.
Ama söyleyen köpek olduğu için sadece,
Dinlememiş bile kimse.
Basmışlar zavallıya kırbacı.
Ey sen, herhangi bir aile babası,
(Bu şerefini hiç kıskanmadım doğrusu)
Sen uyurken başkasının gözüne güvenmek
Pek akıl kârı olmasa gerek.
En geç sen yat,
Kapıları da kendin kapat.
Önem verdiğin bir işte
Hiçbir aracıya güvenme.
Bir Moğolun Rüyası
Eskiden bir Moğol, Moğolistan'da,
Bir veziri cennette görmüş, rüyasında.
Cennette vezir olmaz, ama görmüş işte adam;
Hem de hurili melekli bahçelerde.
Aynı rüyada gördüğü bir dervişse
Cehennem alevlerinde yanıyormuş;
En mutsuzlar bile açıyormuş adama.
Bunda bir iş var, demiş Moğol uyanınca:
Cehennemlik cennette, Cennetlik cehennemde!
Gitmiş rüyadan anlayan birini bulmuş;
Böyle böyle, demiş, bu ne biçim düş?
— Merak etmeyin, demiş rüyacıbaşı;
Karanlık değil bu rüyanın anlamı.
Bu işlerden biraz anlıyorsam, bence,
Tanrılar bir öğüt vermek istemiş size:
O vezir zaman zaman bırakıp sarayları,
Tek başına bir köşeye çekilirmiş;
O dervişse ikide bir bırakıp köşesini,
Vezire yaranmaya gelirmiş.
Bu yoruma diyecek yok ama
Ben de bir çift söz etmek isterim
Yalnızlık sevgisinden yana:
Neler neler bulur köşesinde insan
Başı belaya girmeden;
Ne temiz keyifler tadar, bedava;
Gökten rahmet yağar gibi üstüne.
Ne gizli tatlar bulmuşumdur yalnızlıkta!
Nerede o eskiden, herkesten uzakta,
Serin gölgeliklerinde yattığım yerler?
Bir gitsem, kim karışır orada keyfime?
Bir silinse kafamdan saraylar, şehirler;
Dokuz Kızlar seslense yine gökten,
İçimde uyuyan şaire.
Görmediklerimi gösterseler bana yukarıda,
Yıldızlarla kıpır kıpır karanlıklarda.
Öğrensem serseri gezegenlerden
İnsanoğlunun kaderini,
Geçmişini geleceğini.
Bu büyük düşünceler beni aşsa bile
Oturur seyrederdim dünyayı
Dere kıyısında, bir çimende.
Şiir yazardım allı morlu
Çiçek açar gibi kıyılarda.
Altını gümüşü eksik olsun dünyanın
Yaldızı, ceviz kaplaması neme gerek
Yattığım odanın?
Daha mı derin, daha mı tatlı sanki
Zengin yerde uyunan uyku?
Çekilir uyurum tenha köşemde.
Ölülere karışma vaktim gelince de
Gözüm arkada kalmadan,
Alır başımı giderim
Kalenderce yaşadığım dünyadan.
Aslan, Maymun ve İki Eşek
Aslan ahlak dersi almak istemiş
Ülkesini daha iyi yönetmek için;
Çağırtmış maymunu bir gün:
Çünkü hayvanlar arasında maymun
Bizde üniversite hocası neyse odur.
Hocanın verdiği ilk ders şu olur:
— Yüce Kral, der, bilgece bir yönetim için
Yurtseverliğin daha ağır basması şarttır
Genel olarak özseverlik denilen
Bir çeşit duygudan ki bu duygu
Biz hayvanlarda görülen
Bütün kusurların başlıca kaynağıdır.
Bu duyguyu koparıp atmak
Öyle bir günde başarılacak
Küçük işlerden değildir.
Ne mutlu bize eğer bu sevgiyi
Biraz olsun dizginleyebilirsek,
Bu yolu tutmakla yüce Sultanımız İki şeye düşmekten
kurtulur:
Gülünç olmak bir, haksız olmak iki.
Yüce Sultan demiş ki:
— Sen bu iki şeyi iki örnekle anlat.
Her soy, her meslek, demiş hukuk doktoru.
(En başa da bizimkini koyabilirim)
Kendini üstün sayar, hem de kat kat,
Başkalarının tümünden:
Bütün ötekiler görgüsüz, bilgisizdir
Hepsi akla karşı saygısızdır.
Bol keseden hep atar tutarız böyle.
Özseverlik bir başka oyun oynatır bize:
Kendimizi değil de benzerimizi yüceltiriz;
Benzerimizi çıkardık mı göklere
Biz de ardından yükseliriz.
Yukarıda bütün söylediklerimden şu çıkar ki
Bu dünyada nice üstünlükler sahtedir;
Bilgiçlik eden, ün sağlamayı becerenler
Bilginlerden çok bilgisizlerdir.
Geçen gün önümde yürüyen iki eşek
Sözü biri bırakıp biri alarak
Övdükçe övüyorlardı birbirini.
Biri şöyle diyordu meslektaşına:
"Aman bayım, ne haksız, ne budala, değil mi
İnsan denen o sözde kusursuz yaratık?
Neden dil uzatır bizim şanlı adımıza?
Nerede cahil, kaba, sersem birini görse
Eşek diyor hemen, bu ne küstahlık!
Bir söz daha ediyor böyle yersizce:
Anırmak diyor bizim söylevlerimize.
Gülünç oluyor doğrusu insanlar,
Bizi alçaltıp kendilerini yücelttikçe.
Ne demek? Siz konuştunuz mu örneğin,
Onların hatiplerine susmak düşer.
Anıran onlar asıl, ama ne derse desinler:
Siz beni anlıyorsunuz,
Ben de sizi anlıyorum ya, yeter.
Hele nedir o sizin, türkü söylerken
Çıkardığınız tanrısal sesler!
Bülbül acemi çaylak kalır yanınızda;
Ayağınıza su dökemez Tenor Lamber."
O bitirince aldı öteki:
"Aman Üstat, asıl güzel ses sizinki..."
Bu minval üzere pohpohlaşan bu iki eşek
Bununla yetinmeyerek
Gidip şehir şehir dolaşır dururlar
Birbirinin eşekliğini överek.
Her biri aklı sıra yükselecek
Benzerlerini çıkardığı göklere;
Verdiği değer dönüp kendine gelecek.
Böyle çoklarını tanırım ben,
Yalnız eşekler arasında değil,
Kaderin daha yüksek yerlere oturttuğu
Nice ağalar beyler arasında.
Korkmasalar haşmetli diyecekler birbirine
Sayın, soylu sözlerini küçümseyerek.
Belki gereğinden fazla ileri gittim,
Ama Haşmetli Efendimiz bunları
Bir sır olarak saklarlar sanırım.
Efendimizin benden istedikleri
Bir örnek vermekti sadece
Özseverliğin bizi nasıl gülünç edeceğine.
Haksızlığa nasıl düşürdüğüne gelince
O bahis daha uzundur,
Bir başka güne kalsa daha iyi olur.
Sözü böylece bitirmiş maymun.
Kimselerden duymadım sayın doktorun
Haksızlığa nasıl bir örnek verdiğini.
Vermemiştir, çünkü o bahis netameli.
Bizim yaman hocaysa elbet biliyordu
Bu aslanın ne mene bir haşmetli olduğunu.
Kurtla Tilki
Ezop tilkiyi neden tutar enikonu?
Kurnazlıktan yana eşi yoktur diye mi?
Gerçekten öyle midir bilmem doğrusu:
Canını kurtarmak ya da can almak gerekti mi
Kurt daha az mı marifetlidir?
Bana kalırsa o daha çok oyunlar bilir
Ustamla tartışabilirim bu konuda.
Ama şu anlatacağım olayda
Tilkiye düşüyor bütün şeref payı.
Tilki bir gece sapsarı dolunayı
Issız bir kuyunun dibinde görmüş.
Bu yusyuvarlak ışıltılı nesne
Kocaman bir peynir gibi gelmiş kendisine.
Kuyuda asılı iki bakraç varmış
Biri inerken öteki çıkarmış.
Açlıktan gözü dönmüş tilki ne yapsın,
Atlamış kuyu dibindeki bakracın
Yukarıda tuttuğu bakraca
Ve hop inivermiş aşağıya.
Peyniri ara da bul suda!
Yukarı da çıkabilirsen çık:
İşte şimdi yandık, demiş bizimki.
Öyle ya nasıl çıkabilir?
Bir başka aç çıkagelecek de
Aynı görüntüye kanacak da
İnmek için aynı yola başvuracak
Ve o belasını bulurken
Tilki havalanıp paçayı kurtaracak.
İki gün geçmiş, ne gelen var ne giden.
Bu arada zaman hiç durur mu
Kemirip oymuş yine bir yanağından
Ay sultanın değirmi gümüş yüzüğünü.
Tilki arpacı kumrusu gibi düşüne dursun
Kurt çelebi su ararken yana yana
Gelmiş ötesini berisini yoklamış kuyunun.
Tilki bağırmış: Arkadaş, buraya bak
Gel bir ziyafet çekeyim sana.
Nedir biliyor musun şu gördüğün sarı yuvarlak?
Bir peynir ki tadına doyamazsın;
Orman Tanrısı yapmış bunu,
Tanrıça Io'nun sütünden
Hani o inek olmuş Tanrıçanın.
Zeus hastalanacak olsa günün birinde
Bu peynirle iştahı geliverir yerine.
Ben şu kıyısını yedim doydum,
Tüm kalanı senin olsun, bol bol ye.
Bir bakraç var ya yukarıda, onu ben koydum
Atla üstüne in aşağıya.
Tilkinin can havliyle uydurduğu bu masalı
Kurt yutmuş, boş bulunmuş zavallı!
Atlamış bakraca bütün ağırlığıyla
Ve tilki öteki bakraçla fırlamış yukarıya.
Pek o kadar gülmeyelim kurda
Bizim aramızda da
Böyle masalları yutanlar vardır:
İnsan korktuğuna ya da arzuladığına
Çok kolay inanır.
Tunalı Köylü
Görünüşüne aldanmamalı kimsenin
İyi bir öğüttür bu, yeni değilse de.
Fare yavrusunun yanılgısıyla da
Doğrulamak istediğim buydu benim.
Bugün de Sokrates Baba'yı
Ve Ezop'u öne sürebilirim,
Bir de Tuna kıyılarından bir köylüyü.
Marcus Aurelius çizmiştir
Sadık bir portresini bu köylünün.
Ötekileri herkes bilir;
Köylüye gelince şöyle bir insan düşünün:
Tepeden tırnağa kıllar içinde
Bir ayı, iyi yalanmamış gibi hem de.
Gözleri kalın kaşlar içinde saklı;
Çarpık bakışlı, kıvrık burunlu, kalın dudaklı.
Sırtında keçi postundan bir gömlek,
Belinde ince sazlardan bir kuşak.
Bu adamı Tuna'nın yıkadığı kentler
Elçi olarak Roma'ya yollamışlar.
O zamanlar açgözlü Romalıların
El atmadıkları yer yokmuş dünyada.
Elçi gelmiş ve şu söylevi çekmiş:
— Romalılar, demiş, ve ey sizler,
Oturmuş beni dinleyen senato üyeleri;
Dilerim tanrılar desteklesin beni;
Dilimi dizginleyip süren ölümsüzler
Geri alacağım sözler söyletmesin bana.
Onlar yardım etmese insanoğluna,
Kötülük ve haksızlık sarar dünyayı;
Tanrı'yı dinlemeyen çiğner kanunlarını.
Biz dinlemedik de ne oldu bakın:
Doymaz pençesine düştük Roma'nın.
Çektiklerimiz kendi günahlarımız yüzünden
Roma'nın zaferlerinden daha fazla;
Korkun, Romalılar, korkun tanrılardan,
Bir gün ağlatır, aç bırakırlar sizi de;
Bizim elimize verip, haklı bir dönüşle,
Size verdikleri silahları bir gün
Amansız öçlerinin alınması için.
Bir öfkelendiler mi siz efendilerimiz
Bizim kölelerimiz olabilirsiniz.
Biz niçin köleniz olalım sizin?
Bunca milletin en iyisi siz misiniz?
Hangi hakla efendisi oldunuz dünyamızın?
Ne diye gelir zehir edersiniz
Bunca zararsız insana yaşamayı?
Bizler tarlaların bereketiyle
Yaşayıp gidiyorduk barış içinde.
Çifte, çubuğa, türlü zanaatlara
Yatkındı ellerimiz.
Cermenlere ne öğrettiniz sanki siz?
Hünerli elleri, sağlam yürekleri vardı.
Sizler gibi gözü doymaz olsalar,
Ve kaba güçlerini kullansalar,
Belki imparatorluğu onlar kurar
Ve sizden daha insanca yönetirlerdi.
Anlatsam aklınız almaz
Valilerinizin bize ettiklerini;
Bunlar tapınaklarınızın şanına sığmaz;
Tanrıların gözü üstünüzde, bilesiniz.
Bütün gördükleri korkunç, kanlı sahneler,
Tanrıları, tapınakları hiçe sayma,
Azgınlığa varan bir kazanç tutkusu.
Doymak nedir bilmiyor gözü
Roma'dan gelenlerin başımıza.
Toprağın, insan emeğinin tüm ürünleri
Az geliyor bu sizin adamlarınıza.
Çekin onları, istemiyoruz artık
Toprağı onlar için bellemek.
Köyü kenti bırakıp dağlara kaçar olduk,
Çoluğu çocuğu yüzüstü bırakarak.
Ayılarla düşüp kalkıyoruz yalnız,
Dünyaya yeni mutsuzlar gelmesin,
Roma'nın ezdiği bir memleketin
Nüfusu çoğalmasın, azalsın diye.
Doğmuş çocuklarımıza gelince,
Büyümeden ölmelerini diliyoruz.
Mutsuz yaşatmakla kalmıyor bizi valiler,
Günaha giriyor, cinayetler işliyoruz.
Çekin onları; çıkarcılık ve kötülük
Bize bütün öğrettikleri.
Sonunda Cermenler de onlar gibi
Gözü dönmüş birer yağmacı kesilecek.
Başka ders almadım Roma'yı gördüm göreli:
Hediyeler, rüşvetler vereceksin;
Bulunmaz Hint kumaşları bulup getireceksin;
Boşuna güvenir, başvurursun kanunlara:
Uzattıkça uzatır işi kanun adamları.
Pek hoşunuza gitmemiş olsa gerek
Bu fazla sert sözlerim benim.
Ölümle cezalandırın razıyım,
Yüreğimden çıkarıp söylediklerimi.
Böyle deyip yüzükoyun yatmış elçi.
Şaşırmış, hayran kalmış herkes.
Bu yaman yürek ve sağduyu karşısında.
Boynunu vuracak yerde
Patrislik payesi vermişler bu vahşiye,
Bu söylevden ancak böyle öç alınır diye!
Valiler değiştirilmiş ve senato
Zapta geçirilmesini istemiş
Bu adamın bütün söylediklerinin,
Örnek olsun diye gelecek söylevcilere.
Ama tabii bu moda
Pek uzun sürmemiş Roma'da.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız