Ekim 18, 2024

Bayan İnci Serisi II

II

 

İşte her yıl gibi o yıl da haçı suya atma yortusunu kutlamak üzere Chantallere akşam yemeğine gitmiştim.

Göreneğimize göre Bayan Chantal, Bay Chantal ve Bayan İnci ile kucaklaştım, Matmazel Louise'le Matmazel Pauline'i de derin bir saygıyla selamladım. Bana bin şey, sokak haberleri, politika, Tonkin sorunu konusunda halkın ne düşündüğü, temsilcilerimiz üzerine sorular sordular. İri yapılı bir hanım olan ve bütün düşünceleri bana yontma taşlar gibi dört köşeli gelen Bayan Chantal, siyasetle ilgili her konunun sonucu olarak şu tümceyi söylerdi: "Bütün bunlar, sonrası için kötü tohumlardır." Neden her zaman Bayan Chantal'in düşüncelerinin dört köşe olduğunu düşünmüşümdür? Orasını bilmem. Fakat onun her dediği kafamda bu biçimi alır. Bir kare, karşılıklı dört köşesiyle kocaman bir kare. Düşünceleri bana hep yuvarlak ve çember gibi tekerlenir gelen başka insanlar da vardır. Herhangi bir şey üzerinde bir tümceye başladılar mı on, yirmi, elli yuvarlak düşünce çıkar, gider, yuvarlanır ve gözümün önünde, irili ufaklı, birbirinin arkasından, ta ufukta bir noktaya kadar koşar. Birtakım insanların da sivri düşünceleri olur. Neyse, bunların pek önemi yok.

Her zamanki gibi sofraya oturuldu ve yemek, akılda kalacak bellibaşlı bir şey konuşulmadan bitti.

Sıra tatlıya gelince sofraya kral pastası getirildi. Her yıl Bay Chantal kral olurdu. Sürekli bir raslantının mı, yoksa ailece bir anlaşmanın mı sonucuydu, bilmem, kendisine düşen pastanın içinde baklayı kesinlikle o bulur ve Bayan Chantal'i de kraliçe ilan ederdi. Onun için ağzımdaki pasta lokmasında az kalsın bir dişimi kıracak olan çok sert bir şey olduğunu anlayınca, şaşırdım. Bunu yavaşça ağzımdan çıkardım ve boyu bir fasulye tanesini geçmeyen büyük bir porselen bebek gördüm. Şaşkınlık bana bir "A!" dedirtti. Herkes yüzüme baktı ve Chantal alkışlayarak haykırdı: "Gaston'a çıktı! Gaston'a çıktı! Yaşasın Kral! Yaşasın Kral!"

Hepsi bir ağızdan: "Yaşasın Kral!" diye yineledilar. Ben de biraz budalaca durumlarda çok kez yok yere kızarıldığı gibi kulaklarıma kadar kızardım. O çini parçasını iki parmağımın arasında tutarak gözlerim inik duruyor, gülmeye çalışıyor ve ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilmiyordum. Bu sırada Chantal: "Şimdi bir kraliçe seçmek gerek" dedi.

İşte o zaman sıfırı tükettim. Bir saniyede aklımdan bin düşünce, bin olasılık geçti. Bana küçük Chantallerden birini mi seçtirmek istiyorlardı? Bu, onlardan hangisini yeğlediğimi bana söyletme vesilesi mi, yoksa olası bir evlenmeye doğru tatlı, hafif, duyulur duyulmaz bir ana baba atılımı mıydı? Baş göz etmek konusu, kızları büyümüş bütün evleri durmadan uğraştırır ve her biçime, her kılığa, her vesileye bürünür. Beni büyük bir sürçme korkusu, aynı zamanda Matmazel Louise'le Matmazel Pauline'in o kadar şaşmaz biçimde dürüst ve kapalı durumları karşısında büyük bir çekingenliktir aldı. Kızlardan birini öbürünün zararına seçmek, bana iki su damlası arasında bir fark gözetmek kadar zor geldi. Sonra, hiç istemezken, usul usul hep bu anlamsız krallık kadar sessiz, sezilmez, gizli kapaklı yollarla sonunda evlenmeye sürüklenebileceğim bir serüvene atılmak da midemi çok kötü bulandırıyordu.

Fakat ansızın içime bir şey doğdu ve porselen bebeği Bayan İnci'ye uzattım. Herkes önce bir şaşırdı. Sonra, kuşkusuz sakınım ve inceliğim beğenilmiş olacak, çılgın bir alkıştır koptu. "Yaşasın Kraliçe! Yaşasın Kraliçe!" diye haykırıyorlardı.

Ona gelince, zavallı yaşlı kız, bütün ölçülülüğünü yitirmişti. Şaşırmış, titriyor ve kekeliyordu: "Ama hayır.. ama hayır.. ama hayır.. ben olmayayım.. rica ederim.. ben olmayayım.. rica ederim..."

O vakit ömrümde ilk kez olarak Bayan İnci'ye baktım ve kendi kendime kim olduğunu sordum.

Onu, çocukluktan beri üzerlerinde hiç dikkat edilmeden oturulan eski kumaş koltuklar ne gözle görülürse, bu evde öyle görmeye alışmıştım. Bir gün, bilinmez neden, bir güneş ışığı o koltuğa vurur da insan ansızın kendi kendine: "Bak hele," der; "bu parça çok ilginç bir şey." Sonra ağacın bir sanat adamı tarafından işlenmiş olduğu, kumaşının dikkate değdiği keşfolunur. Ben de Bayan İnci'ye hiç dikkat etmemiştim.

O Chantal ailesindendi. İşte o kadar. Ama nasıl? Kim olarak? Bu, silik kalmaya çalışan, fakat önemsiz de görünmeyen iri yapılı ve kuru bir insandı. Kendisine bir kahya kadından ileri, bir akrabadan geri sayılacak biçimde dostça davranılıyordu. O zamana kadar hiç önem vermediğim bir sürü küçük noktayı şimdi ansızın kavrıyordum! Bayan Chantal ona: "İnci", genç kızlar: "Bayan İnci" diyorlardı! Chantal ise, sanırım, daha saygılı bir edayla her zaman "bayan" diye konuşuyordu.

Kendisine bakmaya başladım. Kaç yaşındaydı? Kırk mı? Evet, kırk. Bu kız yaşlı değildi, yaşlanıyordu. Gözüme ansızın bir şey çarptı. O, gülünç bir biçimde baş yapıyor, giyiniyor, süsleniyordu. Fakat bunlara karşın hiç de gülünç değildi. Kendisinde öyle yalın, doğal bir hoşluk, örtülmüş, dikkatle saklanmış bir hoşluk vardı. Gerçekten ne acayip yaratıktı! Nasıl olmuş da ona şimdiye kadar daha iyi bakmamıştım? Ağarmaya başlamış küçük ve her bakımdan gülünç saç büklümleriyle garip bir baş yapıyordu. Bu bozulmaktan korunabilmiş kız oğlan kızlık saçının altında iki derin çizgiyle, iki sürekli üzüntü çizgisiyle bölünmüş geniş ve dingin bir alın görülüyor, sonra da iri ve tatlı, gayet çekingen, gayet korkak, gayet iddiasız iki mavi göz, küçük kız hayretleriyle, taze duygularla, aynı zamanda onları bulandırmadan sulandırarak içlerine sızmış yaşlarla dolu, gayet masum iki güzel göz seçiliyordu.

Bütün yüz ince ve kapalıydı. Bu, yorgunluklarla veya yaşamın büyük yürek çarpıntılarıyla örselenip solmadan sönmüş yüzlerden biriydi.

Ne güzel ağzı vardı! Ne güzel dişleri vardı! Fakat o, sanki gülümsemeye cesaret edemiyordu.

Birdenbire onu Bayan Chantal'le bir tarttım. Hiç kuşku yok, Bayan İnci üstün, yüz kere üstündü; daha ince, daha soylu, daha ağır başlıydı.

Görüşlerim beni şaşırtmıştı. Şampanya veriliyordu. İyi düşen bir nezaket tümcesiyle kadehimi, sağlığına içmek üzere, kraliçeye doğru uzattım. Yüzünü peçetesiyle örtmeye can atıyordu. Dudaklarını duru şaraba değdirirken herkes: "Kraliçe içiyor! Kraliçe içiyor!" diye haykırdı. O zaman o kıpkırmızı oldu ve tıkandı. Gülüyordu. Onu evde çok sevdiklerini iyice gördüm.

 

 

Guy de Maupassant

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun