Kasım 24, 2024

Büyülü Bahçenin Kapıları

Kedi İle Tilki


Kediyle tilki
İki evliya gibi,
Hac yolunu tutmuşlar.
İkisi de serseri, hinoğluhin,
Cennet mennet umurunda değil hiçbirinin.
Maksat yol harçlığı almak Tanrı'dan,
Horoz tavuk aşırmışlar şuradan buradan;
Çeşit çeşit de peynir.
Hac yolu bu, git git bitmez,
Konuş konuş laf yetişmez.
Sıkılmış bizim erenler.
Dövüşelim de vakit geçsin demişler.
Kavga iyi şeydir, kızıştırır,
Kavga olmadı mı uyku bastırır.
İki hacı bağrışa bağrışa,
Ses kalmamış gırtlaklarında.
Bırakmışlar sövüşmeyi,
Başlamışlar konu komşuyu çekiştirmeye.
O da bitince tilki demiş ki:
— Sen pek akıllı sanıyorsun kendini,
Ama bendeki kurnazlık var mı sende?
Ben yüz oyun çıkarırım sıkışınca.
— Ha bak, demiş kedi, bende oyun bir tek;
Bir tek ama, senin yüz oyununa denk.
Sen tilki ol da dayan bu söze
Yeniden girmişler birbirlerine:
Sen şöyle, ben böyle derken,
Bir sürü köpek sökün etmiş karşıdan.
— Haydi, bakalım, demiş kedi;
Göster şimdi marifetlerini!
Bak, benimki şu kadarcık:
Fırt demiş bir ağaca çıkmış.
Tilkiyse takmış köpekleri peşine
Türlü dolaplar çevirmiş boşuna.
Her girdiği delikten çıkarmış köpekler,
Hangi birini atlatsın?
Kiminde bacak kuvvetli, kiminde burun.
Tam arayı açmışken bir yerde
İki tazı çullanmış üstüne.
Çok tarakta bezin oldu mu,
O mu, bu mu derken kaçırırsın ipin ucunu.
Marifet bin bir oyun bilmekte değil;
Bir oyun bil, ama iyi bil!


Karı Koca ve Hırsız


Bir koca kör kütük âşıkmış
Ama karısına âşık, orası kötü:
Yâri koynunda, yine de mutsuzmuş.
Kadın bir kapalı kutu:
Ne kaş göz oynatırmış,
Ne bir tatlı söz edermiş;
Ne olur bir yakınlık gösterse,
Adamcağızı birazcık pohpohlasa.
Hayır! Sen gel de böyle bir kadınla
Sevilip sevilmediğini anla.
Adam haklı dertlenmekte;
Nikâhla, düğün dernekle
Murada erilmez ki her zaman;
Sevişmekten zevk mi alır insan
Sevgisine karşılık görmeyince?
Olmaz olsun böyle gelin güveylik.
Bizim mutsuz güvey bir gece
Yine boşuna yakınıp dururken
Bir kez boynuna sarılmayan bu gelinden
Bir hırsız gelmiş son vermiş sızlanmasına:
Öyle korkmuş, öyle korkmuş ki kadın,
Ne de olsa bir sığınaktır diye
Atılmış kocasının kolları arasına.
Canım hırsız, demiş adam; sen olmasaydın
Bu zevki tatmayacaktım dünyada.
Neyi istersen al götür evimden,
Evim de senin olsun istersen.
Hırsızlar ne utanır, ne nazlanırlar:
Bizimki de alabildiğini almış götürmüş.
Bu masaldan anlaşılıyor ki
En güçlü tutkudur korku.
Tiksinme duygusunu yener;
Aşkı bile yendiği olur.
Ama korkuyu da yenen aşk vardır;
Örnek isterseniz, bir âşık, İspanya'da,
Evini yakmış, sevgilisi kucağında,
Alevler arasından çıkmak için.
Bu taşkınlık hoşuma gitmedi desem yalan
Hikâyeyi bir kitapta okuduğum zaman.
İspanyol ruhu tam budur işte:
Çılgınlık da var içinde yiğitlik de.


Hazineye İki İnsan


Adamın biri umudu kesmiş dünyadan
Bıkmış kesesinde seyretmekten
Cinlerin cirit oynamasını.
İyisi mi, demiş asayım kendimi de
Öcümü alayım bu züğürtlükten
Nasıl olsa açlıktan ölecek zaten.
Kimi insan sevmez ölümün adım adım
Üstüne geldiğini görmeyi.
Kesin kararını vermiş adam,
Yıkık dökük bir kulübeymiş seçtiğin yer
Bu dramı koymak için sahneye.
Bir iple bir çivi götürmüş kulübeye
İlmiği hazırlamak için bir duvarda.
Öyle çürükmüş ki bu duvar
Yarısı yıkılmış yere bir vuruşta
İçindeki hazineyle beraber.
Bizim ölüm yolcusu bırakıp ilmiği
Altınları doldurmuş cebine saymadan
Bundan çoğunu dileyemezmiş Tanrı'dan.
Bizimki hoplaya zıplaya gidedursun,
Hazinenin sahibi gelmiş, ne görsün:
Yeller esiyor yerinde!
Yoo, demiş, bunca altınım gider de
Ben nasıl kalırım artık bu dünyada!
Asmıyorsam kendimi hemen
Buralarda bir ip yok da ondan.
Bakmış ip hazır, ilmiğiyle hem de,
Bir insan eksik yalnız içinde.
Takıverip boynuna asmış kendini;
Ölürken de tek avuntusu cimrinin
İp parası vermemek olmuş.
Böylece ilmik de, hazine de
Kendilerine yaraşır adamı bulmuş.
Dertli ölmeyen cimri yok gibidir;
Parasından en az yararlanan kendisidir:
Cimri toplar toplar,
Ya hırsız, ya akraba yer,
Ya da toprakta kalır.
Bu masaldaysa yaman bir değiş tokuş
Kader Tanrıça'nın oynadığı oyun.
Cilveleridir bunlar onun; eğlenmeyi sever:
En beklenmedik şeyler en çok hoşuna gider.
Bu ele avuca sığmaz Tanrıçanın
Şu yaptığı işe bakın:
Kendini asan bir insan
Görmek istemiş canı, keyif bu ya.
Ama kim asmış kendini sonunda
İlmiği hiç de kendine hazırlamayan.


Maymunla Kedi


Bertran'la Raton, biri maymun biri kedi;
Evleri bir, efendileri aynı efendi,
Birbirinden betermişler kötülükten yana.
Bir şey kayboldu mu ortadan,
Kimse kuşkulanmıyormuş konu komşudan:
Hep maymunmuş bahçeyi talan eden.
Kedi de farelerden çok
Peynirlerin peşindeymiş.
Bir gün, bizim iki azılı kopuk
Bakmışlar kestane kızartılıyor mangalda.
Aşırmaya can atıyormuş ikisi de;
Bir taşla iki kuş vuracaklar çünkü:
Kendilerine çıkar sağlamak bir
Başkalarına zarar vermek iki.
Bertran Raton'a demiş ki:
— Bak kardeş, bu iş senin işin:
Bütün dehanı göstermelisinTanrı külkedisi yaratsaydı beni
Tek kestane bırakmazdım şu mangalda.
Maymun böyle der de durur mu kedi;
Uzatmış usturupluca pençeyi,
Biraz kül savurup çekivermiş geri:
Gelsin bir kestane, bir daha, bir daha:
Bertran yutuyormuş hepsini bir kapışta.
Ama hizmetçi çıkagelince birden
Kestaneleri yiyen değil
Külden çıkaran olmuş dayağı yiyen.
Budur çok kez başına gelen
Ufak tefek kralların:
Onlar yer zapartayı
Büyük kral vurur parsayı.


Çaylakla Bülbül


Bir çaylak varmış,
Hırsızlığı dillere destan;
Köyün üstünden geçtiği zaman
Çocuklar bağırırlarmış
Eşkıya geliyor diye.
Günün birinde bir bülbül
Düşmüş bu çaylağın pençesine.
Baharın müjdecisi kuş
Çaylaktan aman dileyecek olmuş:
— Seni doyurmaz ki, demiş, benim etim:
Bütün servetim sesimdir benim.
Beni yemektense türkümü dinlesenize:
Bırakın da Tereus'un başına gelenleri Anlatayım size!
— Kimmiş o Tereus? diye sormuş çaylak;
Eti budu seninkinden daha mı toparlak?
— Hayır, demiş bülbül; tam tersine,
Bir deri bir kemik kaldı aşkı yüzünden.
Bir türküsünü söyleyeyim de dinleyin:
Kim dinlese doyamıyor dinlemeye.
— Ya öyle mi? demiş çaylak;
Benim derdim sadece karnımı doyurmak.
Senin müziğin benim neme gerek?
— Ama beni krallar dinliyor, demiş bülbül.
— Derdini krallara anlat demiş çaylak;
Karnım zil çalarken benim
Umurumda mı senin türkülerin!


Çoban ve Sürüsü


— Nedir çektiğim, demiş çoban;
Bu sersem koyun milletinden?
Kurt geldi mi hepsi kuzu,
İstediğin kadar say, boşuna,
Sürü eksiliyor boyuna.
Dün saydım, bin koyundular,
Bir tek kurdun hakkından gelemediler.
Bir mor koyunum vardı,
Hep peşimde gezerdi;
Bir parçacık ekmekle,
Cehenneme gitsem gelirdi.
Kaval çaldım mı hele,
Karşı dağdan gelir, beni bulurdu.
Canım, mor koyunum nerede şimdi?
Zavallıyı kurt geldi yedi,
Koca sürü ne yaptı kurda? Hiç!
Bu ağıttan sonra çoban,
Sürüye bir nutuk çekmiş;
Büyüğüne, küçüğüne, topuna birden
Güzel öğütler vermiş:
— Birlik olur, sıkı durursanız, demiş.
Kurt giremez aranıza!
Koyun milleti yeminler etmiş çobana:
— Kurdu yanaştırırsak, demişler.
Yuf olsun bize.
Kahrolsun sırtımızdan geçinen,
Mor koyunu çiy çiy yiyen!
Ölmek var, kurda koyun yok!
Çoban inanmış, aferin demiş sürüye.
Ama daha o gece,
Uzaktan bir kurt görününce,
Darmadağın olmuş koca sürü.
Üstelik de gördükleri
Kurdun gölgesiymiş sadece.
Kötü askere istediğin kadar nutuk çek,
Yemin ettir ölürüz de dönmeyiz diye,
İlk ateşte hepsi kaçar yel yepelek,
Ağzınla kuş tutsan nafile.


Madame De La Sabliere'e Söylev


İris, sizi övmekten daha kolay ne var?
Ama kaç kez istemem dediniz bana.
Kimselere benzemiyorsunuz bunda.
Başkaları hep övülmek istiyorlar.
Hoşlanmayanı yok pohpohlanmaktan.
Kınamıyorum onları, hoş görüyorum;
Tanrıların, kralların, güzellerin
Ortak bir huylan bu deyip geçiyorum.
Nektar dedikleri bir içki var hani
Şairlerin övdüğü Zeus'un sevdiği
Dünya tanrılarının başını döndüren;
Övgüdür işte o İris;
Ama ondan hoşlanmıyorsunuz siz.
Başka sözler istiyorsunuz övgü yerine:
Tatlı söyleşiler, karşılıklı düşünmeler,
Ne rastgelirse, her şey üzerine;
O kadar ki sizin konuşmalarınızda
Boş söz oyunlarının bile yeri var.
İnanmıyorlar buna, inanmasınlar.
Oyun, bilim, hayal, boş söz, hepsi güzeldir;
Bence söyleşilerde hepsi gereklidir.
Baharın donattığı bir bahçedir bu:
Arı türlü çiçeklere konar orada
Bala çevrilir her üstünde durduğu.
Bunu söyledikten sonra izin verin de
Masallara biraz filozofi de girsin:
Bir çeşit, bir başka filozofi,
İnce, meraklı, cüretli bir yanı düşüncenin.
Yeni filozofi diyor buna kimi,
Bilmem kulağınıza geldi mi?
Bu filozofiye göre hayvan bir makinedir;
Her yaptığı kendi isteğiyle değil
İçindeki zembereklerin etkisiyledir.
Ne duygusu, ne ruhu, yalnız bedeni vardır:
Tıpkı bir saat gibi hep eşit adımlarla
Körü körüne, bir amacı olmadan yürür.
Açın kapağını, bakın içine:
Bir sürü çarktır düşüncenin yerini tutan.
Bir çark bir başka çarkı iter,
O çark ötekini ve saat çalar.
Hayvan da tıpatıp böyledir diyorlar.
Gördüğü şey bir yerine çarparmış,
Bu çarptığı şey dosdoğru gider bu haberi
Komşusuna verirmiş, bizim anlayacağımız.
Ondan ona çarçabuk giderek duyum
Kavrama oluverirmiş; ama neden olurmuş;
Gereksinmeden olur diyorlar:
Duygulanmadan ve ister istemez.
Hayvanlarda bu türlü oluyormuş halkın
Üzüntü, sevinç, sevgi, haz, acı
Diye adlandırdığı türlü haller.
Hiç yokmuş böyle duygular meğer.
Hayvan neymiş?
Bir saat. Ya biz? Bir başka!
Descartes böyle düşünüyor işte.
O Descartes ki tanrı denirdi kendisine
Paganlar arasında yaşamış olsaydı;
O Descartes ki insanla ruhu arası bir yerdedir
Nasıl hayvan gibi çalışan bir uşak
İstiridyeyle insan arasındaysa.
İşte, diyorum, böyle düşünüyor Descartes.
Evet, bende bir düşünme gücü var,
Düşündüğümü de biliyorum üstelik.
Oysa İris, bir sezgiyle bilirsiniz ki
Hayvanda düşünce olsa bile
Dünyası, düşüncesi üstüne düşünemez.
Descartes daha ileri giderek
Kesip atıyor hiç düşünmez diye.
Siz de ben de inandık diyelim buna.
Ama ne deriz o zaman şu gerçeğe:
Boynuzları onu bulmuş yaşlı geyik
Ormanda boru ve insan seslerinin
Ardını bırakmadığını anlayınca,
İzini, geçitlerini kaybettirmek için
Türlü oyunlara başvurduktan sonra,
Kendinden genç bir geyiği koyup yerine
Zorla sürer onu köpeklerin önüne.
Şu akıl yormalara bakın yaşamak için!
Geri dönmeler, kurnazlıklar, aldatmacalar,
Ve bu değiştirmece, daha neler, neler.
Büyük komutanlara lâyık tabiyeler.
Bunlarla şanlar, nişanlar kazanır insan,
Oysa paramparça ederler geyiği
Bu şereftir zavallının görüp göreceği.
Keklik tehlikede gördü mü
Kanatları yeni çıkan yavrularını,
Bilir uçup kurtulamayacaklarını;
Yaralanmış gibi kanadını sürte sürte
Avcıyı, köpekleri takar peşine,
Uzaklaştırır tehlikeyi yuvasından.
Ve köpek kıstırdı kekliği sanırken avcı
Bizimki uçar gider pırrr diye gülerekten
Avcı şaşkın şaşkın bakakalır ardından.
Kuzey kutbuna yakın bir ülke var;
İnsanlar orada, duymuşsunuzdur,
İlk çağlardaki gibi yaşarlar,
Kapkara bir bilgisizlik içinde.
İnsanlar dedim; hayvanlara gelince
Onlar azgın selleri bile durduran
Nice sağlam yapılar kurarlar;
Bir kıyıdan ötekine tünel kazarlar.
Olduğu gibi kalır bütün yaptıkları.
Her kunduz çalışır; hepsi ortaktır işte.
Yaşlılar durmadan çalıştırır gençleri.
İşçibaşları koşuşur, sopa elde.
Platon'un devletine hocalık eder
Bu karada ve denizde düzen kuranlar.
Kışlık evleri vardır buzlar içinde;
Köprüleri vardır göller üstünde
Elleriyle ustaca yaptıkları.
İnsanlar bakmış bakmış da ne öğrenmiş?
Suyu yüzerek geçmesini sadece.
Bu kunduzlar kafasız bir beden olacak ha?
Zor inandırırlar beni buna.
Ama bakın dahası var, dinleyin şunu:
Şanlı bir kraldan öğrendim bunu;
Kuzeyi savunan beni de savunacak:
Zaferin sevgilisi bir kral konuşacak;
Adı Osmanlılara karşı bir duvar olmuş
Polonya kralı bu; bir kral yalan söylemez.
Diyor ki bu kral yurdunun sınırlarında
Hayvanlar birbiriyle savaşırmış zaman zaman;
Babalardan oğullara gelen kan
Besler sürdürürmüş bu savaşları.
Tilki soyuna yakın hayvanlarmış bunlar:
Bobaklar ve can düşmanları korsaklar.
İnsanlar arasında hiçbir savaş
Onlarınki kadar ustalıkla yapılmamış,
Bu yaşadığımız yüzyılda bile.
İleri karakollar, gözcüler, casuslar,
Pusu kurmalar, ikiye bölünmeler;
Cehennem kızı ve kahramanlar anası
Olmaz olası bir bilimin türlü buluşları
Bu hayvanlara sağduyu ve görgü kazandırmış.
Savaşlarının destanını yazmak için
Homeros öbür dünyadan geri gelmeliymiş.
Ah gelse keşke; Descartes da gelse de bari
Görsek nasıl açıklar bu örnekleri.
Demin dediklerimi söyler herhalde:
Doğa yalnız birtakım zembereklerle
Hayvanlara bütün bunları yaptırabilir.
Bellek bedensel bir şeydir
Ve yalnız ondan yararlanır hayvanlar
Benim burada anlattığım bütün hallerde.
Görülen şey tekrar görüldü mü,
Aynı yoldan kendi bölümüne gider
Önce çizilmiş izi bulur ve aynı yoldan,
Düşüncenin aracılığı olmadan,
Hayvanın aynı işi yapmasını sağlar.
Bizim davranışımızsa başka türlü:
Bize istemimiz yaptırır her şeyi,
Dışımızdaki nesne, ya da içgüdü değil.
Ben ister konuşurum, ister yürürüm;
Bir güç duyarım içimde beni iten.
Beden makinem emrindedir
Bu düşünce dediğimiz ilkenin.
Bedenden ayrıdır bu ilke;
Açıkça kavrarız onu,
Bedenden daha iyi kavrarız hem de.
Odur her yaptığımızın yüce hakemi;
Ama beden nasıl duyar, anlar onu?
Bütün sorun burada işte:
Görüyorum, aracı yönetiyor elim,
Ama elimi yöneten kim?
Kim yönetiyor gökleri, yıldızları?
Her gezegenle bir melek mi görevli yoksa?
Bir ruh yaşıyor içimizde,
O kımıldatıyor zembereklerimizi
Ve kavrıyoruz. Nasıl? Bilemem onu.
Tanrı'ya kavuşmadan bilinemez bu.
Doğrusunu söylemek gerekirse
Descartes da bilmiyordu ölmezden önce.
Bu konuda o da, biz de eşit durumdayız.
Benim bildiğim bir şey varsa, İris,
Örnek verdiğim hayvanlarda o ruh yok:
O ruhun tapınağı insandır yalnız.
Ama hakkını yememek gerek hayvanın da
Bitkide olmayan bir şey var onda.
Hoş bitki de soluk alıyor ya neyse.
Şu anlatacağıma ne buyurulur,
Sorarım herkese.


İki Sıçan, Tilki ve Yumurta


İki sıçan yiyecek ararken
Bir yumurta bulmuşlar;
Yeter onlara, daha ne bulsunlar,
Bir öküz bulacak değillerdi ya!
Tam yumurtayı bölüşüp yiyeceklerken,
Büyük bir iştah ve sevinçle,
Biri gözükmüş uzaktan, hem de kim? Tilki.
Tam da gelecek zamanı bulmuş mübarek:
Yumurtayı nasıl kurtarmalı şimdi?
İyice sarıp sarmalayarak
Ön ayaklarıyla mı taşısınlar?
Yuvarlasınlar ya da çeksinler mi yoksa?
Olacak iş değil, hem ya kırılırsa?
Zorda kalan yaratır;
Onlar da bir kolayını bulmuşlar.
Yuvalarına yakın bir yerdeymişler,
Eşkıyaysa henüz yarım fersah ötede.
Sıçanların biri sırtüstü yatmış
Kolları arasına almış yumurtayı,
Öteki çekmiş olun kuyruğundan;
Birkaç çarpma sürçmeyle atlatmışlar vartayı.
Bunu dinledikten sonra çıksınlar da
Hayvanlarda düşünce yok desinler bana.
Çocuklarda nasıl varsa
Onlarda da var derim ben.
Çocuklar en küçük yaşta düşünmüyorlar mı?
Demek kendini bilmeden düşünmek mümkün.
Buna dayanarak, hayvanlarda
Bizimkisi gibi bir akıl değilse bile
Kör bir zemberekten çok daha fazlasını
Görmekten yanayım ben.
Bir maddeyi incelttikçe incelttin, diyelim.
O kadar incelsin ki kolay kavranamasın.
Atomun, ışığın özü gibi bir şey olsun.
Ateşten daha diri, daha kıvrak bir şey.
Neden olmasın? Odundan alev çıkmıyor mu?
Alevi daha da arıtacak olursak
Ruh üstüne bir fikir veremez mi bize?
Kurşunun bağrından da altın çıkmıyor mu?
Bu incelttiğim madde yalnız
Duysun ve duyduğunu yargılasın, o kadar.
Yargı dediğin ham bir yargı elbette.
Maymundan mantık oyunları bekleyecek değiliz.
Biz insanlara gelince çok daha zengin
Bir pay ayırırım kendimize.
İki hazinemiz olur bizim:
Biri can, ki eşittir hepimizde,
Akıllıda, delide, çocukta, sersemde,
Dünyanın misafiri bütün canlılarda.
Öteki ruh ki bölüşülür az çok
Meleklerle insanlar arasında.
Ayrıca yaratılmış olan bu hazine
Çıkar gider gök katlarına,
Bir noktanın içine bile rahatça girer,
Başlangıcı var sonu yoktur onun;
Bunlar aklın almadığı gerçekler.
İşte bu ruh, bu göklerin kızı,
Çocuk olduğumuz sürece,
Nazlı, hafif bir ışık gibidir yalnız,
Ama beden gürbüzleşince
Akıl deler karanlıklarını maddenin,
Öteki kaba saba ruhu saran maddenin.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun