Kasım 24, 2024

Farklı Biçimlerde Masallar

İnsan ve Yılan


Bir yılan görmüş, insanlardan bir insan:
— Dur, hain, demiş; geberteyim de seni,
Kurtulsun şerrinden dünya.
Bu sözler üzerine kötü hayvan,
-Kötü hayvan dediğim, yılan:
İnsan da olabilirdi pekâlâ.-
Evet, bu sözler üzerine yılan
Neye uğradığını bilemeden
Bir çuval içinde bulmuş kendini,
Anlamış idam kararı giydiğini
İdamlık suçu olsun olmasın.
Haklı olduğunu belirtmek için
İnsanoğlu bir nutuk çekmiş yılana:
— Sen, demiş, nankörlüğün ta kendisisin.
Kötülere iyilik etmek budalalıktır.
Geber ki öfken ve zehirli dişlerin
Kimsenin canına kıyamaz olsun.
Yılan savunmak istemiş kendini
Dilinin döndüğü kadar:
— Öldürmek gerekseydi, demiş;
Dünyadaki bütün nankörleri,
Kimler sağ kalırdı acaba?
Kendi ağzınla kendini suçluyorsun;
Doğruysa bütün söylediklerin
Çevir gözlerini kendine bak biraz da:
Canım elinde:
Asarsın da kesersin de,
Adalet dediğin nedir?
Senin çıkarın, keyfin, esintin değil mi?
Bu yasana dayanıp öldür beni;
Ama ölürken bırak da hiç olmazsa
Ben de şunu söyleyeyim sana:
İnsandır, insan, yılan değil
Nankörlüğün ta kendisi, bunu böylece bil.
— Bu laflar saçma olmasına saçma,
Haklı olmak yalnız bana özgüdür, ama
Başkalarına da soralım istersen.
— Soralım, demiş yılan.
Bir inek varmış orada, çağırmışlar;
Anlatmışlar durumu, inek şaşakalmış:
— Bunun için mi çağırdınız beni, demiş;
Yılan haklı elbet, sorulacak şey mi bu?
Yıllardır beslerim şu insanoğlunu
Her gün türlü iyilikler görür benden;
Her şeyim onun, yalnız onun içindir:
Sütümü, çocuklarımı yer içer satar,
Sayemde kesesi dolu döner pazardan.
Yaşlandıkça bozulan sağlığını
Hekimler değil, benim düzelten.
Benim bütün emeklerim, çektiklerim
Yalnız ona kâr ve keyif sağlar.
Hizmetinde ihtiyarladım, tükendim,
Ne ot verir, ne otlakta rahat bırakır
Bağlar unutur beni bir köşede.
Bir yılan olsaydı efendim,
Bundan daha nankör olabilir miydi?
Daha fazla söyletmeyin beni.
— Bunun lafına bakılır mı? demiş insan;
Bilmiyor ne dediğini, bunamış.
Şu öküze soralım.
— Soralım, demiş yılan.
Ağır adımlarla yaklaşmış öküz
Sorunu geviştirdikten sonra kafasında
Anlatmış bütün yıl gördüğü işlerin
Ne kadar ağır olduğunu;
Her yıl yeniden ekip üretmek için
Toprağın insanlara bol bol
Hayvanlara cimrice verdiği nimetleri,
Nasıl çiftten çifte koşulduğunu;
Bunlara karşılık ne sopalar yediğini;
Yaşlanınca da nasıl kurban edildiğini
İnsan günahlarının kanlarıyla yıkanmasını
Öküzlerin şeref sayması gerektiğini.
İnsanoğlu bu sözleri de beğenmemiş:
— Susturalım, demiş
Bu asık suratlı nutukçuyu.
Büyük büyük laflar!
Biz yargıç ol dedik.
Savcı olup suçlamaya kalkıyor beni.
Reddediyorum onu da.
Ağaç yargıç olsun.
Ağaç hepsinden dertliymiş meğer.
Sıcağa, yağmura, rüzgârlara karşı
O değil miymiş koruyan insanları?
Bağları, bahçeleri bizim için donatır,
Ne gölgeler, ne meyveler sunarmış bize.
Bunlara karşılık hödüğün biri gelir
Vurur baltayı yıkarmış ağacı yere.
O ağaç ki bütün yıl nasıl cömertçe
İlkbaharda çiçek, sonbaharda meyve,
Yazın gölge, kışın ocak şenliğidir!
Devirecek yerde budasalar olmaz mı?
Dallarını yeniden büyütebilir.
Haksız çıkmak insanın işine gelir mi?
Zorla da olsa kazanması gerek davayı:
— Benimkisi enayilik, demiş;
Ne diye dinlerim sanki bunları!
Kapmış torbayı çalmış duvardan duvara,
İçindeki yılanın canı çıkasıya.
Böyledir işte büyükler:
Akıl, mantık güçlerine gider.
Kafalarına komuşlardır bir kez
Hayvan, yılan, her şey, herkes
Onların keyfi için yaratılmıştır
Buna karşı ağzını açan
Sersemdir, aklını kaçırmıştır.
Orası öyle; ama ne yapmalı:
Ya uzaktan konuşmalı, ya susmalı.


Bayan Kaplumbağa İle İki Ördek


Kaplumbağanın biri,
Doğuştan biraz serseri,
Bıkmış yaşadığı delikten
Başka dünyalar görmek istemiş.
Yabancı ülkelere can atan çoktur:
Hele topallar arasında
Yurdunu seven pek yoktur.
Bizim kaplumbağa iki ördeğe
Dünyaya açılmak istediğini söyleyince:
— Sen bize bırak, demiş ördekler;
Bizim yolumuz şu gördüğün gökler;
Hiç üzme kendini,
Aldık mı yanımıza
Ta Amerikalara uçururuz seni.
Neler görürsün, neler!
Ne krallıklar, ne cumhuriyetler,
Ne görülmedik milletler!
Görgünü, bilgini arttırırsın.
Odysseus da öyle yapmamış mı?
Kaplumbağa Homeros'u okumamış ama
Peki, demiş ördeklere kahramanca.
İki kuş bir uçak uydurmuş:
Bir değnek almışlar, ağızlarına
Hacı bayan futunsun diye:
— Haydi, demişler, bu değneği dişle;
Ama yolda sakın,
Ağzını açmaya kalkmayasın!
Üçü birden havalanmış böylece:
İki uçta ördekler, ortada kaplumbağa.
Görenlerdeki şaşkınlığı seyret:
Mucize diye bağırmış millet.
— İster misin, demişler, bir yerde;
Bu sırtı kabuklu kraliçe olsun,
Gezdirtsin kendini göklerde!
Kraliçe!
Evet! demiş bizimki;
Kraliçe ya!
Siz ne sandınız beni!
Mübarek hayvan, konuşmasan olmaz mı?
Bırak söylesinler, sen yoluna git.
Dişleri kurtulunca değnekten,
Kraliçe inmiş baş aşağı gökten.
Seyircilerin önüne düşmüş:
Dili yüzünden canından olmuş!


Karabatak


Bir karabatak varmış, azılı;
Haraca kesmiş ortalığı.
Nerde göl, nerde balık seninki orda,
Boğaz işletmesi tıkırında.
Gel zaman git zaman karabatak yaşlanmış;
İşletme kötü gitmeye başlamış.
İnsan değil ki bu, karabatak;
Rızkını sulardan kendi çıkaracak.
Gözleri görmez olunca
Nasıl tutsun da yutsun balığı?
Açlıktan öldü ölecek zavallı.
Ama zorda kalanın kafası işler:
İhtiyaç yaman bir akıl vermiş karabatağa.
Gitmiş bir yengeç bulmuş kıyıda:
— Ahbap, demiş, hemen git,
Balık milletine şu haberi ilet:
Ölüme hazır olsun hepsi.
Neden dersen, tam sekiz gün sonra
Ava çıkacak buraların efendisi.
Yengeç yaymış haberi dört bir yana,
Balıklarda bir telaş, bir telaş;
Koşuşmuş, toplanmışlar, anlaşmışlar
Ve karabatağa bir elçi yollamışlar.
— Sayın Karabatak, demiş elçi;
Nerden aldınız bu haberi?
Bir yanlışlık olmasın sakın?
Neyse bildiğinizi bize söyleyin.
Doğruysa, bir akıl öğretin bize:
Bu beladan nasıl kurtulsak, ne yapsak?
— Göç edin buradan, demiş karabatak.
— Nasıl, nereye göçelim? demiş elçi.
— Siz bana bırakın, demiş karabatak;
Birer birer gelirseniz ardımdan
Öyle bir yere götürürüm ki sizi,
Bir Allah bilir yolunu bir de ben.
Böyle sığınak görülmemiş;
Arasın bakalım buluyor mu
Kalleş insanoğlu!
Ancak orda bulur hürriyeti
Balık cumhuriyeti.
İnanmış bu söze sessiz dünyalılar;
Düşüp karabatağın ardına,
Issız bir kayanın dibine dolmuşlar.
Daracık bir yer, ne derin, ne bulanık,
Tam karabatağın gözüne göre,
Her dalışta bir balık;
Bir gün uskumruya çıkmış, bir gün lüfere.
Cana kıyanlara güvenilir mi hiç?
Balıklar anlamış ama biraz geç.
Onu bunu yiyenin, seni beni de yiyeceğini.


Gömücü ve Ahbabı


Yemez içmez pintinin biri
Nereye yatıracağını bilemiyormuş
Yıllardır biriktirdiği paracıkları.
Cimrilik beynini kurutur insanın:
Kıvranıp duruyormuş adam
Kime versem, nereye koşam diye.
"Kendi evimde saklar mıyım, saklamam,"
Diyormuş kendi kendine;
"Para bu; ya şeytana uyar da
Bir metelik olsun alıvereyim dersem?
Bir gedik açılır yığınımda;
Kendi malımın hırsızı olurum."
Hırsızı ha? Malını yemek çalmak mı sence?
Vah zavallı dostum! Öyle aldanıyorsun ki!
Benden sana söylemesi:
Para harcanınca derde devadır,
Harcanmadı mı başımıza beladır.
Ne zamana saklamak istiyorsun paranı?
İşine yaramaz olacağı günlere mi?
Kazanılması dert, saklanması dert:
Harcanmayınca ne işe yarar bu meret?
Bizim pinti, aklı başında olsa,
Parasına emin bir yer bulurdu elbet.
Ama en iyisi toprağa gömmek demiş,
Bir ahbabının da yardımını istemiş.
Birlikte derince kazıp bir köşeyi
Bir güzel gömmüşler hazineyi.
Bir süre sonra bizim cimrinin
Altınlarını göreceği gelmiş, gelir a!..
Ama yattıkları yeri kazınca.
Bakmış bir teki yok sevgililerinin.
Ahbabından kuşkulanıp haklı olarak,
Gitmiş demiş ki hiç renk vermeyerek:
— Dostum, yarına hazır ol da,
Biriktirdiğim bir sürü altını daha
Götürüp koyalım ötekilerin yanına.
Ahbap hemen çaldığı gömüyü
Götürüp koymuş yerli yerine:
Sonra gider hepsini alırım diye.
Ama başına gelen pintiyi uyarmış meğer:
Evinde saklamış parasını.
Yemeye de karar vermiş üstelik:
"Ne biriktiririm demiş, ne gömerim artık."
Zavallı hırsız beyninden vurulmuş
Gömüyü yerinde bulamayınca.
Tuzak kuran kolay düşer tuzağa.


Kurtla Çobanlar


İyi yürekli bir kurt
-Öyle kurt da olmaz ya, neyseBir gün köşesinde oturup
Başlamış derin derin düşünmeye,
Kurt neden kurttur diye.
Keyfinden mi sanki değil; ama neden?
— Herkes bana düşman, demiş;
Dünya nefret ediyor benden,
Köpeği, avcısı, köylüsü
Canıma susamış hepsi.
İşleri güçleri kurda beddua:
Tanrı usanmış olmalı yukarda.
İngiltere'de kurt kalmamış bu yüzden:
Kellemize para koymuşlar;
Vurun kurtlan diye
Duvarlara fermanlar asmışlar.
Çocuğun biri ağzını açsa
Annesi korkutur hemen,
Kurt geliyor diyerekten.
Neden bütün bunlar? Ne yapmışız?
Bir uyuz eşek, bir mendebur koyun,
Ya da cırlak bir köpek yemişiz.
Yemesek de olur pisleri.
Haydi, yemeyelim, onların olsun!
Tek canlı varlık girmesin kursağımıza.
Ot mu yok?
Otlayalım kuzu kuzu.
Açlıktan ölsek de ne olur sanki?
Dünyanın baş belası olmak daha mı iyi?
Kurt böylece kuzu olmuş gezerken,
Çobanları görmüş bir çayırda,
Kuzuyu kesmiş biçmişler,
Şişte kızartıp geçmişler başına.
— Oh, babam, oh! demiş kurt;
Onlar keyfine bakarken sen tut,
Kuzu yemeğe tövbe de.
Kendi bekçileri yiyor be!
Yooo! Öyle yağma yok!
Vallahi enayi derler adama.
Gelsin bakalım kuzu çelebi,
Şiş miş de istemez benimki.
Arkasından anası da, babası da,
Buyursunlar mideme!
Gel de kurda hak verme.
Biz sofraları kurup keyfedelim,
Hayvanları boğazlayıp yiyelim;
Ya onlar? Onlar ne yapsın?
Melek olsun, cennet yemekleri yesinler;
Pençeleri, keskin dişleri olmasın;
Tencereye girmek için sıra beklesinler.
Kurda perhiz, çobana turşu.
Yoo, yoo, çoban kardeş; biraz da insaf!
Kurdun haksız oluşu,
Senin daha güçlü olmandan.
Evliya mı olacaktı hayvan?


Örümcekle Kırlangıç


— Ey Zeus, beyninden çıkartıverdiğin,
İltimaslı yarattığın Pallas Athena
Kıskanıp Lidya'da dokuduğum kilimleri
Örümceğe çevirdi bıraktı beni.
Ne olur, bir kez de benim derdimi dinle.
Bülbülün bacısı kırlangıç
Yiyecek bırakmıyor bana hiç.
Fırıl fırıl dönüp,
Havadan, su üstünden süzülüverip
Kapıyor sineklerimi ben kapmadan.
Sineklere benim diyebilirim,
Ağlarımı özene bezene
Onlar için germişim;
Dolacaklar sürüyle içine
Bu kör olası kuş olmasa.
Böyle saygısızca yakınmış örümcek,
Eskiden dokumacı, şimdi örücü Arahne:
İstediği de ne?
Bütün uçan böcekleri o avlayacak.
Bülbülün kız kardeşi, inadına,
Gösterip en ince marifetlerini
Kapmadık sinek bırakmıyormuş havada,
Hem kendisi, hem yavruları için,
İnsafsız, amansız bir av sevinciyle.
Obur yavruları yuvada, ağızlan açık,
Yarım yamalak seslerle ciyak ciyak,
Sinek bekliyorlar çünkü ille de sinek.
Bir deri bir kemik kalmış zavallı örümcek,
Ve kendisi de gitmiş gürültüye:
Kırlangıç bir saldırısında,
Yürütmüş ağları mağları
Örümceğin kendisiyle birlikte.
Zeus'un iki sofrası var her yerde:
Birinde usta, uyanık, güçlü olanlar yer;
Ötekinde küçükler artıkları bekler.


Keklikle Horozlar


Bir kekliği getirmiş adamın biri,
Horozlarla bir kümese koymuş.
Kekliği düşünün, hanım hanımcık;
Bir de o edepsiz, o saygısız herifleri.
Car car bağırıp çıngar çıkarmak
Bütün marifetleri.
Ama keklik sevinmiş önce
Kümeste tavuk görmeyince:
— Yaşadık, demiş; bunlar kadına düşkündür;
Âşık oldular mı bana
Kraliçe olduğum gündür.
Gel gelelim azgın ibikliler
Hiç de saygı göstermemişler
Güzelim yabancı bayana.
Bütün gün gagalayan gagalayana.
Fena alınmış kınalı keklik,.
Bu ne biçim erkeklik, kadınseverlik!
Ama bakmış işin rengi başka,
Yalnız kendine değil bu kaba şaka;
Horozun horoza ettiği bin yeter;
Nerdeyse birbirlerini yiyecekler.
— Demek âdetleri böyle, demiş;
Bunlara kızmak değil acımak gerek.
Tanrı herkesi bir örnek yaratmıyor ki
Kimini horozca yaşatıyor,
Kimini keklikçe.
Elimde olsa durur muyum içlerinde?
Gider doğru dürüst, •
Uslu akıllı erkekler bulurum kendime.
Bırakıyor mu buraların zorbası?
Tuzaklara düşürüyor bizi kör olası,
Atıyor horozların içine,
Kanatlarımızı da kesiyor üstelik.
İbiklilerin bunda suçu ne?
İnsanda bütün kötülük.

 

Kulakları Kesilen Köpek


— Ben ne yaptım, ne kusur işledim ki
Kendi efendim budadı böyle beni?
Şu maskara halime bakın:
Ben böyle nasıl çıkarım
Öteki köpeklerin karşısına?
Ah hayvanların kralları,
Daha doğrusu baş belaları,
Size yapsalar ne derdiniz buna?
Genç çoban köpeği Karabaş
Böyle yakınıp duruyormuş.
Herkes kılı kıpırdamadan seyretmiş
Kulaklarının kesilmesini insafsızca.
Karabaş çok şey yitirdiğini sanmış,
Ama çok şey kazandığını görmüş zamanla.
Dalaşmayı seven cinsten olduğu için
Kim bilir kaç kez kırlardan
Kulakları paramparça dönecekmiş eve.
Kavgacı köpek yırttırır kulağı her zaman.
Ne kadar az tutamak verirse o kadar iyi
Başka azılıların dişlerine.
Savunulacak bir tek yerin kaldı mı
Saldırıya karşı beslerler orasını,
Karabaşın boynundaki gibi bir gerdanlıkla.
Dibinden kesik de oldu mu kulakların
Kurt, kapacak yerini bulsun da kapsın.

Çoban ve Kral


Hayatımızı bölüşen iki şeytan var;
Aklın düşmanıdır bu şeytanlar.
Ben onları yenen yürek görmedim;
Kim bunlar, adları ne diye sorarsanız,
Biri sevgidir derim,
Öteki yükselme tutkusu.
Bu ikincisinin daha geniştir yurdu:
Sevgiyi de içine alır çünkü.
Örnek gösterirdim buna da,
Ama bugün anlatmak istediğim şey başka.
Bir kral, sarayına bir çobanı getirmiş.
Yaşadığımız günlerde değil
Eski güzel zamanlarda olmuş bir şey bu.
Bir kral büyük bir sürü görmüş kırlarında,
İyi otlayan, semizlenen ve her yıl,
Yurduna bir hayli gelir sağlayan,
Çobanın akıllıca bakımı sayesinde.
Kralın gözüne girmiş işini bilen bu çoban.
— Sen, demiş, insan çobanı olmaya layıksın;
Bırak koyunları, gel insanları yönet;
Yurdumun başyargıcı yapıyorum seni.
Bizim çoban bırakmış değneğini
Almış adalet terazisini eline.
Bu çobanın bütün gördüğü ömründe
Bir keşiş, koyunlar, köpekler,
Bir de kurtlarmış, hepsi o kadar.
Ama sağduyusu varmış, daha ne olsun:
Üst tarafı ardından gelmiş,
Kısacası çoban iyi bir yargıç olmuş.
Tek dostu keşiş bir koşu gelmiş yanına:
— Aman, demiş, gerçek mi düş mü
Bu gördüklerim benim?
Sen kralın yanı başında,
Sen büyükler arasında ha?
Aman krallardan sakın,
Kaypaktır sevgileri bunların;
Aldatırlar insanı ve işin kötüsü
Aldanışın pek pahalıya mal olur sana.
Bilmezsin ne beladır bu tutulduğun büyü.
Dostça söylüyorum sana, koru kendini.
Çoban gülmüş, keşiş devam etmiş:
— Bak şimdiden saray aklını bozmuş.
Yılanı kamçı sanmış bir kör vardır hani,
Ona benzetiyorum seni:
Bu kör el yordamıyla dolaşırken
Soğuktan uyuşmuş bir yılana dokunmuş;
Kamçı sanıp almış zavallı,
Kuşağından düşürüp yitirdiği
Kendi kamçısı yerine.
Tanrı'ya şükürler edip yürürken
"Aman, nedir o elindeki?"
Demiş yanından geçen biri;
"At şu belalı hayvanı elinden:
Yılan o, yılan!"
"Hayır, kamçı," demiş kör.
"Yılan diyorum sana; ne çıkarım olabilir
Nefes tüketmekte; at şu musibeti."
"Ne diye atayım? Benim kamçım eskimişti;
Bu çok daha sağlam.
Kıskandın mı yoksa?"
Uzatmayalım, kör inanmamış,
Az sonra da öbür dünyayı boylamış:
Uyuşukluğu geçen yılan
Sokuvermiş körü kolundan.
Sana gelince, inan bana,
Bundan beteri gelecek senin başına.
— Ölümden beter ne olabilir? demiş çoban.
— Ne iğrenç şeyler, görürsün, demiş keşiş.
Dediği de çıkmış peygamber sözü gibi.
Aşağılık türlü saray dolaplarıyla
Kralda kuşku uyandırmışlar
Yargıcın ahlakı ve değeri üstüne.
Ne dedikodular, ne suçlamalar,
Ceza verdiği adamları kışkırtmalar.
Yargıç meğer ne mallara mülklere konmuş,
Ne konaklar, köşkler donatmış!
Kral görmek istemiş bu yaman zenginliği;
Bakmış hiçbir şey yok görünürde,
Yargıç hep o eski yargıç, yoksul, pejmürde:
Bütün sultanlığı buymuş adamın.
— Görünüşe aldanmayın, demişler;
Kıymetli taşlara yatırdı parasını;
Koca bir sandığı var dört bir yanı kilitli.
Kendi eliyle açmış sandığı kral,
Yüzsüz jurnalciler bakakalmış aval aval:
Açılan sandıktan çıka çıka
Çoban partalları çıkmış birkaç parça:
Bir takke, bir gocuk, bir çanta, bir değnek.
Bir de kaval olsa gerek.
— Hazinelerim, eski dostlarım, demiş çoban;
Yalan dolan, kıskançlık uğramaz semtimize.
Kavuşup sarmaşalım yeniden;
Çıkalım bu zengin saraylardan
Bir rüyadan çıkar gibi.
Kralım, bu taşkınlığımı hoş görün.
Düşeceğimi bilmiyor değildim,
Yükseklere çıkıverdiğim gün.
Fazla hoşlanıp burdan, kalkıp gidemedim.
Her insan gibi bende de
Yükselme tutkusu vardı bir nebze.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun