Ekim 18, 2024

Gizemli Masallar

Köpeklerle Kedilerin ve Kedilerle Sıçanların Savaşı


Geçimsizlik Tanrıçası
Hüküm süregelmiştir evrende.
Anlatmakla bitmez dünyamıza ettikleri,
Bizleriz ona en çok kurban kesen de.
Dört unsuruna bakın doğa'nın:
Şaşarsınız bu dört devletlinin
Birbirini çekemeyişlerine.
Onlar dışında nice yaratıklar
Birbiriyle savaşmadan duramazlar.
Bir evde sürüyle kedi köpek varmış;
Türlü cezalar, tutuklamalarla
Kavga etmemeleri sağlanmış.
Görevlerini, yemeklerini
Sıkı bir düzene sokmuş ev sahibi;
Kırbacı da gösterince kavgacılara,
Kardeş kardeş geçinir olmuş
Kedilerle köpekler.
Bütün komşular ders almış
Bu tatlı dirlik düzenlikten.
Ama bir gün savaş başlamış yeniden:
Birine çorba mı az verilmiş,
Ötekine kemik payında hatır mı edilmiş;
Ne olmuşsa olmuş,
İki taraf girmiş birbirine
Karşılıklı hakaret davaları açılmış.
Kimi tarihçilere göre çatışmanın nedeni
Bir kancığın lohusalık esintisiymiş.
Uzatmayalım, bu çatışma
Katmış karıştırmış mutfağı da, salonu da.
Herkes kedisine, köpeğine sahip çıkmış;
Varılan uzlaşma kedileri kızdırmış,
Başlamışlar çıngar çıkarmaya mahallede.
O kadar ki, kendi avukatları bile
Tutuklanmalarını uygun görmüş.
Ama ara da bul kavga çıkaran kedileri:
Her birini bir deliğe sokmuş efendileri
Ve birkaç kediyi sıçanlar yemiş:
Al sana bir çatışma daha:
Fare milleti zararlı çıkmış bu işte.
Nice yaşlı, ince fikirli, yaman kedi
Zaten can düşmanı oldukları bu milleti,
Kollamış, yakalamış, haklamışlar.
Ev sahibinin canına minnet tabii.
Dönelim şimdi yukarıda söylediğime:
Hiçbir hayvan yoktur ki yeryüzünde
Karşıtı olmasın:
Doğanın yasası bu.
Neden öyledir diye yormayın kafanızı:
Tanrı ne yapmışsa iyi yapmıştır, karışmam;
Ama benim bildiğim bir şey var, o da şu:
Çoğu zaman bir hiç yüzünden
İri laflar ediyoruz birbirimize.
Altmışına gelmiş insanlar
Çocuklar gibi hırlaşır dururlar.


Kurtla Tilki


Tilki demiş ki kurda:
— Yamansın vallahi, hayranım sana.
Benim yediklerim de yemek mi sanki?
Kart bir horoz, ya da cılız bir iki tavuk.
Bunlara kalıyorum en çok.
Et mi bunlar senin yediklerin yanında?
Üstelik sen benim gibi
Başını derde sokmuyorsun da:
Açıklarda görüyorsun işini;
Bense evlerin burnu dibinde
Ne olur, bana kurtluğu öğretsene;
Tilkilerin padişahı olurum;
Şişman şişman koyunlara basarım dişi.
Hadi ne olur, yap bu işi;
İyiliğinin altında kalmam.
— Olur, demiş kurt çelebi;
Bir kardeşim öldü dün akşam.
Gidip postunu alalım, geçir sırtına.
— Haydi, demiş tilki; çıkmışlar yola.
Yolda anlatmış kurt vurgun nasıl olur;
Köpekler sürüden nasıl ayırtılır.
Tilki, postu giymiş güzelce,
Hocasının verdiği derslerden İmtihan vermiş önce.
Kötü, demiş hoca ilk imtihanda.
Sonra fena değil demiş,
Sonra iyi demiş,
Mükemmel! demiş en sonunda.
Olabildiği kadar kurt olunca tilki,
Bir koyun sürüsü sökün etmiş.
Yeni kurt saldırmış hemen,
Ve kızılca kıyamet kopmuş.
Sanki Patroklos bizim tilki;
Akhilleus'un zırhını, kılıcını kuşanmış;
Ordu, şehir birbirine girmiş korkudan.
Analar, gelinler, ihtiyarlar
Hep tapınağa koşuşuyorlar.
Öylesine darmaduman olmuş
Meleyengillerin ordusu.
Köpek, çoban, koyun, kuzu,
Başlamışlar kaçmaya köye doğru,
Bir kurbanlık bırakıp arkalarında.
Tilki atılmış üstüne hemen,
Tam tadına bakacakken,
Bir horoz ötmüş yakınlarda.
Tilki bırakmış koyunu moyunu,
Atmış sırtından kurt postunu,
Doğru horoza;
Ne ders kalmış, ne imtihan, ne hoca.
Ne diye kendin olmaktan çıkarsın?
Tilkiysen kurtluğa kalkman boşuna.
İlk çağrısında dönersin
Kendi yaradılışına.


Kerevit ve Kızı


Bilgeler kimi zaman, kerevit gibi,
Tersin tersin yürürler;
Sırt çevirirler varacakları limana
Bir denizci manevrasıdır bu;
Büyük bir saldırıyı gizlemek için de
Hedefin tam tersine yürür komutanlar,
Düşman yanlış yere biriksin diye.
Benim kerevit küçük, ama bu tabiye büyük.
Bir fatih biliyorum bunu kullanan,
Tek başına yüz başlı düşmanı bozan.
Neye girişecek, neye girişmeyecek
Bir sırdır bu; derken fetihler başlar.
Gözler boşuna arar sakladığını;
Önlenmez bir kader gibidir saldırısı,
Bir seldir bastırır, durulmaz önüne.
Yüz tanrıdan güçlü bir tek Zeus gibidir.
Louis ve kader birliği etmişler sanki
Çekip çevirmek için dünyayı.
Gelelim bizim masala şimdi.
Ana kerevit kızına demiş ki bir gün:
— Kız, o ne biçim gidiş? Doğru yürüsene!
— Ya sen nasıl yürüyorsun Anne? demiş kız.
Anam babamdan başka türlü nasıl yürürüm?
Herkes eğri büğrü gitsin de
Bir ben mi doğru gideyim içinizde?
Hakkı varmış kızın.
Evinde gördüklerinin etkisi
Büyüktür herkes üstünde;
İyilikte, kötülükte, her şeyde.
Kişiyi akıllı da eder, sersem de:
Sersem ettikleri daha çoktur.
Hedefine sırt çevirmeye gelince
Hiç de kötü bir yol değildir bu:
Özellikle savaş mesleğinde
Ama yerinde kullanılmak şartıyla.


Kartalla Saksağan


Kartal, havaların sultanı ve saksağan,
Huylan, dilleri, kafaları, giysileri
Hiç de ortak olmayan bu iki kahraman,
Bir ıssız çayırın sapa köşesinde
Rastlayıvermişler birbirine.
Saksağanın ödü patlamış,
Ama kartal, yemiş doymuş olduğu için,
— Korkma, demiş ona, gel gezelim birlikte;
Koca evreni evirip çeviren
Zeus'un canı sıkılıyor da ikide bir,
Benimki neden sıkılmasın?
Ben ki onun kuşuyum, herkes bilir.
Haydi, hiç sıkılmadan, ahbapça,
Bir şeyler anlat bakalım bana.
Açmış o zaman çenesini bizimki
Şundan, bundan, havadan, sudan,
Neler, neler anlatmamış ki!
Bir adamı vardır hani Horatius'un
Dağda bayırda konuşur durur,
İyilikler, kötülükler üstüne:
Ondan beter olmuş bizim geveze kuş.
Kartalın jurnalcı başı olmaya da kalkmış:
— Bir o yana, bir bu yana hoplayaraktan
Olan biteni bildireyim size, demiş.
Kartal hiç hoşlanmamış bu tekliften:
— Aman, demiş, hiç yerinden kıpırdama;
Allahaısmarladık, çenesi düşük dostum!
Sarayımda dedikodu istemem:
Çok kötü bir huy bu seninki.
Saksağanın da sarayda gözü yokmuş zaten;
Sanıldığı gibi değildir,
Tanrıların hizmetine girmek.
Bu şeref çok kez terleri döktürür.
Dedikoducular, casuslar, sırıtkanlar,
İçi başka, dışı başka olanlar,
Tiksindirir, kızdırır devletlileri;
Her ne kadar o yüksek yerlerde,
Tam saksağan gibi
Alaca bulaca olmak gerekirse de.


Çaylak, Kral ve Avcı


Bir avcı diri diri yakalamış
Nuh kadar yaşlı bir çaylağı.
Krala hediye etmeyi düşünmüş
Bu binde bir ele geçer yaratığı.
Avcı: çoban armağanı, diyerek
Kuşu krala sunacağı sırada,
Bu masal eğer uydurma değilse,
Çaylak elinden fırlayıvererek,
Dosdoğru Haşmetlinin burnuna gitmiş
Ve batırıp pençesini kenetlemiş.
— Ne! Kralın burnuna ha?
— Evet kralın!
— Başında taç, elinde asa yok muymuş?
— Olsa ne çıkar, umurunda mı çaylağın?
Koca kralın burnuna takılmış kuş
Halktan birinin burnuymuş gibi.
Saraylılar bilemeyip ne yapacaklarını
Bağrışadursunlar boşuna,
Kral hiç istifini bozmamış:
Bağırıp çağırmak krallara yakışmaz.
Gel gelelim kuş burnunu bırakmaz da bırakmaz.
Ne yapsalar oralı değil kuş:
Avcı,
— Gel bana, demiş, bağırmış, yırtınmış,
Yemler serpmiş, yumruğunu uzatmış: Nafile.
— İster misin bu Allah'ın belası çaylak
Tünesin kalsın orada saygısız pençesiyle,
Bütün gece burundan ayrılmayarak?
Millet uğraştıkça sinirlenen kuş
Büsbütün sağlama bağlıyormuş yerini.
Kendiliğinden bırakmış burnu sonunda.
Ve kral: Bırakın gitsinler, demiş,
Çaylak da, bana çoban armağanı sunan da.
İkisi de marifetini göstermiş oldu:
Biri çaylaklığını, öteki orman kibarlığını.
Benim de krallığımı göstermem gerek:
Onlardan öç almaya kalkmayarak.
Bütün saray hayran kalmış bu davranışa.
Kendilerinin dünyada yapmayacaklarını
Övmüş göklere çıkarmış dalkavuklar.
Krallar arasında bile ne kadar az var
Bu kralın yaptığını yapacak.
Avcı ucuz atlatmış bu vartayı.
Onun da, kuşun da tek kusur
Bilmemekmiş ne belalı şey olduğunu
Krallara fazla yaklaşmanın.
Orman kanunlarıymış bildiği onların:
Çok mu büyük bir günah bu?
Pilpay bu olayın
Ganj kıyılarında geçtiğini söyler.
Oralarda hiçbir insanın
Hayvanlara kıydığı görülmez, derler.
Kral bile çekinirmiş
Bir hayvanın kılına dokunmaktan.
— Bilir miyiz, dermiş oradakiler;
Bu alıcıkuş belki,
Troya'da savaşanlardan biriydi.
Bir kral oğlu, bir kahramandı,
Başında buram buram sorguçlar vardı.
O zamanki kimliğine
Yeniden dönebilir günün birinde.
Pitagoras'la inanırız ki biz
Hayvanlarla kılık değiştirmekteyiz.
Kimi çaylak oluruz, kimi güvercin,
Kimi insan, kimi kümes hayvanı,
Kuşların kanadı olup uçmayanı.
Bu avcının başına gelen
İki türlü anlatılırmış eskiden.
Öteki türlüsü de şu:
Şahincinin biri avda,
Bir çaylak yakalayıp nasılsa,
Krala armağan etmek istemiş,
Çaylak binde bir geçermiş ele.
Şahincilikte mucize yokmuş bundan öte.
Sevinçten kabına sığmayan avcı
Girmiş saraya, yarıp kalabalıkları.
Bu şahane armağanla
Başına devlet kuşu konacak sanırken,
Çıngırakları yeni takılı kuş,
Bütün yabaniliği, bütün öfkesiyle
Ve çelik gibi sert pençesiyle
Yakalamış avcının burnunu.
Zavallı, burnunda çaylak, bağıradursun,
Kral ve saraylılar koyvermiş makaraları.
Kim görür de gülmez buna?
Hele ben olsaydım orada
Dünyalarla değişmezdim gülme payımı.
Bir papa gülsün mü gülmesin mi bilmem;
Ama gülmekten çekinen bir krala
Hiç de mutlu bir kral diyemem.
Tanrıların sevdiği şeydir gülmek.
Kaşları ne kadar kara da olsa
Zeus da güler, bütün ölümsüzler de.
Zeus kahkahalar bile atmış, der tarihler,
Hephaistos'un, ağır aksak, kendisine
İçki getirdiğini görünce.
Ölümsüzler bana kızsın kızmasın
Konumu böylece değiştirmekte haklıyım.
Çünkü masaldan ders çıkarmaksa istenen
Yeni ne öğretebilirdi bize
Avcının başına gelen?
Sersem şahinci her zaman tümen tümendir;
Hoş görür kralsa binde bir.


Tilki, Sinekler ve Kirpi


Ormanların eski serserisi,
Açıkgöz, hinoğluhin tilki,
Yaralanmış bir avcı kurşunuyla,
Bir bataklığa dar atıp kendini,
Yatmış zavallı, çamura;
Kan revan içinde kurtarmış postu.
Kan kokusu alır da durur mu
Sinekler, o kanatlı sömürgenler:
Hemen aç kurt gibi üşüşmüşler,
Yaralı tilkinin üstüne.
— Bak şu tanrıların işine, demiş tilki;
-— Olacak şey mi bu?
Bunlara mı yem olacak pisipisine,
Ormanların en kurnaz oğlu?
Tilki eti yemek ne haddine
Bu zıpçıktı mendeburların?
Kuyruğum, ne güne duruyorsun?
Kovsana şu pisleri;
Gitsin öküz eti yesinler bari.
O çevrenin bir kirpisi,
Ve benim masalların yeni bir kişisi,
Tilkiyi kurtarmak istemiş
Bu açgözlü milletin şerrinden.
— Komşu, demiş; merak etme;
Ben kurtarırım seni bu aç sürüden.
Bırak, şişe geçireyim hepsini.
— Aman bırak; eksik olma, demiş tilki;
Bırak yesinler doyasıya,
Yiyemez olacaklar neredeyse.
Bunlar gitti mi daha açları gelir,
Onlar da sömürdü mü yandığım gündür.
Dünyada sömürgen mi ararsın, dolu!
Kimi saray, kimi kanun adamı.
Bu sinekli masalı
Aristo insanlara uygulamış
Her memleket böyle olagelmiş,
Hele bizimkinde çok denenmiş:
Milleti en az kimdir ısıran
Karnı en çok doymuş olan.


Aşk ve Çılgınlık


Aşkın esrarlı olmayan nesi var?
Nedir o yaylar, oklar?
O meşale, o kanatlı bebek?
Öyle bir günde kavranılabilecek
Bilimlerden değil bu bilim.
Ben de her şeyi açıklayacak değilim.
Bu masalımda sadece,
Aşk Tanrısı'nın nasıl kör olduğunu
Anlatmak istiyorum kendimce.
Aşk kör olmuş da kötü mü olmuş,
Belki de mutluluğu bundan bulmuş,
Orasını ben bilemem doğrusu,
Âşıklara sormalı bunu.
Aşkla Çılgınlık bir gün
Oynuyorlarmış birlikte
Aşk gözlerini yitirmezden önce.
Birden kavgaya tutuşurlar, bilmem niçin?
Aşk der ki gidelim tanrılar kuruluna
Kim haklı kim haksız onlar söylesin.
Çılgınlıkta o sabır ne gezer:
Öyle bir yumruk atar ki aşkın yüzüne
Güzel gözlerinden ışık gitti gider.
Afrodit öcünü almadan durur mu?
Hem bir kadın hem ana olarak
Düşünün göklerde kopardığı yaygarayı.
Tanrılarda ne kafa kalmış, ne kulak.
Zeus, Nemesis, cehennem yargıçları
Hepsi hepsi yemiş paparayı.
Bundan büyük suç olmaz diyormuş
Oğlu değneksiz adım atamıyormuş.
Az gelirmiş hangi cezayı verseler
Aşkın gözleri de açılmalıymış hemen.
Tanrılar uzun uzun düşünmüşler
Yurt ve kamu yararını gözeterekten,
Sonunda Yüce Divan vermiş kararı:
Çılgınlık mahkûm edilmiş oybirliğiyle
Aşka kılavuzluk etmeye bundan böyle.

 

Ceylan, Karga, Kaplumbağa ve Sıçan


Ceylan, sıçan, kaplumbağa ve karga
Güzel güzel yaşıyorlarmış bir arada.
Yurtları uzak, çok uzak bir yerdeymiş,
Hiç insan ayağı değmemiş.
Değmiş olsa dirlik mi kalırdı?
Ama insanın bulamayacağı yer var mı?
Çöllerin ortasına git,
Denizlerin dibine in,
Yedi kat göklere çık,
Er geç tuzağına düşersin.
Ceylan bir gün oynaşırken çayırda;
Sallan kuyruk, yelken kulak bir it,
İnsanoğlunun kanlı eğlencesine
Alet olan o yezit,
Kokuyu almış, düşmüş ceylanın peşine.
Ceylan kaçmış, köpek hav hav kovalamış.
Evde, yemek zamanı, sıçan;
— Neden, demiş;
Hep dörtken üçüz bugün?
Ceylan kardeşimiz,
Bizi unuttu mu dersiniz?
— Unutmaz, demiş kaplumbağa;
Başı dertte olmalı.
Ah, karga gibi kanadım olsa
Uçar, dolanırdım çayırları.
Ya şimdi bir yardım bekliyorsa?
Bilmeden yargılamak doğru mu
Tez ayaklı dostumuzu?
Karga hak vermiş sıçana,
Çal kanat gitmiş ceylanı aramaya.
Bir de ne görsün,
Ceylan bir tuzağa düşmüş ormanda.
Çırpınıp duruyor biçare,
Ağlardan kurtulayım diye.
Karga hemen haberi vermiş dostlarına
Sonra dönüp sormuş ceylana
Nasıl düştün tuzağa diye.
Doğrusu da bu değil mi?
Önce ceylana gitse vakit kaybederdi.
Ama nice öğretmenler
Öğrenciyi kurtaracak yerde
Uzun uzun akıl yürütürler,
Neden, niçin diye bir sürü laf ederler.
Karga onlardan akıllı
Ne diye konuşsun, durum belli.
Laf edeceğine işine bakmış.
Üç dost bir düşünüp karar vermişler:
İkisi hemen, hiç durmadan
Ceylanı kurtarmaya gidecek,
Biri kalıp evi bekleyecek.
Tabii kaplumbağa olmuş evde kalan.
O gitse, yetişinceye kadar
Ceylan çoktan öbür dünyayı boylardı.
Kargayla sıçan fırlamış,
Kaplumbağa evde kalmış.
Kalmış ama, aklı ceylanda.
Dayanamamış, o da çıkmış yola,
Hantal ayaklarına,
Sırtından atamadığı dama
Küfür ede ede.
Bu arada sıçan,
Ceylanı bulmuş çoktan.
Kemirdiği gibi ağları
Üç dost güle oynaya boylamış dağlan.
Avcı gelmiş, küplere binmiş.
Hani ceylan? Ceylan ormanda,
Sıçan bir delikte, karga bir dalda.
Avcı koşarken deli gibi
Bir o yana, bir bu yana,
Bakmış kocaman bir kaplumbağa.
Yatışıvermiş hemen öfkesi:
— Gel, demiş; seni yiyelim bu akşam;
Başka güne kalsın ceylan.
Almış kaplumbağayı, çantasına sokmuş;
Ama karga yukarıdan görmüş;
Gitmiş ceylana,
Durum böyle böyle demiş.
Ceylan çıkmış, görünmüş avcıya,
Mahsustan topallaya topallaya.
Avcı düşmüş ardına hemen,
Koş babam koş derken,
Atmış sırtında ne varsa.
Sıçan bunu bekliyormuş arkasında.
Hemen kemirip çantayı
Kurtarmış kaplumbağayı.
Dostlar ermiş muradına,
Avcı boş dönmüş evine.
Pilpay böyle anlatır bu masalı.
Biraz sevgisini kazanabilsem Apollon'un,
İlyada ve Odysseia'dan daha uzun
Bir destan çıkarabilirdim bu masaldan
Sizi eğlendirmek için yalnız.
Fare başkahraman olurdu bu destanda,
Her ne kadar dördü de yamansa.
Kaplumbağa bir İspanyol prensesi olur
Ve öyle diller dökerdi ki kargaya,
Casusluk, habercilik ettirirdi ona.
Ceylanın yaptığı da az iş mi
Oyalayıp avcıyı
Vakit kazandırırken fareye?
Kelleyi koltuğa alıp her biri
Çalışmış, yapmış kendine düşeni.
Başrolü kim oynamış dersiniz?
Yürek, derim, bana sorarsanız.

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Islak Çeltiklere

probiyotik

Hiçsizliğe

probiyotik

Acıyor

probiyotik

Yıkık

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Deprem Korkusu Arttı

probiyotik

Islak Çeltiklere

bubble30
Nielawore

"KINAR HANIMIN DENİZLERİ"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun