Kasım 23, 2024

Grimm Masalları (Altı Kuğu Kuşu)

ALTI KUĞU KUŞU

 


Vaktiyle bir kral büyük bir ormanda avlanıyormuş. Bir yaban domuzunun
peşini o kadar hızlı kovalıyormuş ki, adamlarından hiçbiri arkasından
yetişemiyormuş. Akşam olunca durmuş, çevresine bakınmış. O zaman yolunu
yitirdiğini anlamış. Çıkacak bir yer aramış ama bir türlü bulamamış. Bu
sırada kendisine doğru gelen sallabaş, yaşlı bir kadın görmüş. Meğerse bu bir
cadıymış. Kadına demiş ki:
- Sevgili bayan, ormandan çıkan yolu bana gösterebilir misiniz?
Kadın yanıt vermiş:
- Elbette, kral hazretleri! Bunu yapmak elimde ama bir koşulla. Bunu
yapmazsanız bir daha ormandan çıkamazsınız. Burada açlıktan ölürsünüz!
Kral sormuş:
- Nasıl bir koşul bu?
Kocakarı:
- Benim, dünyada ancak bir tane bulabileceğiniz kadar güzel, size eş
olmaya cidden layık bir kızım var. Onu kraliçe yaparsanız size ormandan
çıkış yolunu gösteririm! demiş.
Kral yüreğini dolduran korkuyla, buna razı olmuş. Kocakarı, onu evciğine
götürmüş. Kızı burada ateşin başında oturuyormuş. Kız, sanki kendisini
bekliyormuşçasına kralı karşılamış. Kral, kızın pek güzel olduğunu görmüş
ama ondan hoşlanmamış; içinde gizli bir ürküntü duymadan yüzüne
bakamamış. Kızı atın üzerine, kendi yanına bindirdikten sonra kocakarı ona
yolu göstermiş. Kral yine sarayına dönmüş, düğün burada yapılmış.
Kral daha önce bir kez evlenmişmiş. İlk karısından altısı oğlan, biri kız
yedi çocuğu varmış. Bunları dünyada her şeyden üstün severmiş. Üvey
annenin bunları hoş tutmayacağından, onlara herhalde kötü bir iş
yapacağından korktuğu için onları bir ormanın ortasındaki, ıssız bir saraya
götürmüş. Bu saray gözlerden o kadar saklı, yolunu bulmak o kadar güçmüş
ki bilgin bir kadın sırlı bir yumak ipliği vermemiş olsaymış kendisi bile bu
yolu bulamayacakmış. Kral yumağı önüne alınca, yumak kendiliğinden
çözülüyor, ona yolu gösteriyormuş. Fakat kral sevgili çocuklarına o kadar sık
gidiyormuş ki, yokluğu kraliçenin gözüne çarpmış. Merak etmiş; onun
dışarda, tek başına ormanda ne yaptığını öğrenmek istemiş. Kralın uşaklarına
bol bol paralar vermiş. Bunlar ona sırrı söylemişler; kendiliğinden yolu
gösterebilen yumaktan da söz etmişler. Kadın, kralın bu yumağı nerede
sakladığını öğreninceye kadar içi rahat etmemiş. Sonra beyaz iplikten küçük
gömlekler dikmiş. Annesinden büyücülüğü öğrenmiş olduğundan, içlerine
birer büyü dikmiş. Kral bir gün avdayken kadın gömlekleri almış, ormana
gitmiş. Yumak ona yolu gösteriyormuş. Uzaktan birinin geldiğini gören
çocuklar sevgili babalarının kendilerine geldiğini sanmışlar, pek sevinerek
onu karşılamaya koşmuşlar. O zaman kadın her birinin üstüne
gömlekçiklerden birini atmış. Bunlar vücutlarına dokunur dokunmaz
çocuklar birer kuğu kuşu olmuşlar, ormanın üstünden uçup gitmişler. Kraliçe
pek keyifli olarak eve gitmiş: üvey çocuklarından kurtulduğunu sanmış.
Fakat kız ağabeyleriyle birlikte karşılamaya koşmamışmış. Kadının bundan
haberi yokmuş. Ertesi gün kral gelmiş, çocuklarını yoklamak istemiş, ama
kızdan başka kimseyi bulamamış.
- Ağabeylerin nerede? diye sormuş.
Kız yanıt vermiş:
- Ah sevgili babacığım, çıkıp gittiler, beni yalnız bıraktılar, diye minicik
penceresinden gördüklerini, ağabeylerinin nasıl kuğu kuşu olarak ormanın
üzerinden uçup gittiklerini anlatmış. Avluda onların düşürüp kendisinin
topladığı tüyleri göstermiş. Kral yasa girmiş, fakat kraliçenin bu kötü işi
yaptığını aklına getirmemiş. Kızın da elinden alınacağından korktuğu için
onu oradan almak istemiş. Fakat kız, üvey anneden korkuyormuş. O gece de
ormandaki sarayda kalabilmesi için krala yalvarmış.
Kızcağız şöyle düşünüyormuş: ''Burada kalışım uzun sürmez. Gidip
ağabeylerimi arayacağım.''
Geceleyin kız kaçmış, doğruca ormanın içine dalmış. Bütün gece, hatta
ertesi gün yorgunluktan ileri gidemeyecek duruma gelinceye kadar boyuna
yürümüş. Bu sırada bir kulübe görmüş; yukarı çıkmış, altı küçük yataklı bir
oda bulmuş, fakat bunlardan hiçbirinin içine uzanmaya cesaret edememiş,
birinin altına sokulmuş, sert döşeme üzerine uzanmış, geceyi burada
geçirmek istemiş. Fakat güneş neredeyse batmak üzere olduğundan kız bır
hışırtı duymuş: Altı kuğu kuşunun uçarak pencereden içeri girdiklerini
görmüş. Bunlar yere oturmuşlar, biribirlerinin yüzüne üflemişler; bütün
tüylerini üfleye üfleye düşürmüşler; kuğu kuşu derileri bir gömlek gibi
üzerlerinden sıyrılmış. O zaman kız bakmış, ağabeylerini tanımış, sevinmiş,
yatağın altından çıkmış.
Ağabeyleri de kızkardeşlerini görünce daha az sevinmemişler. Fakat
sevinçleri kısa sürmüş:
- Burada kalamazsın! demişler. Burası bir eşkıya yatağıdır. Eve gelip de
seni bulurlarsa öldürürler.
Kızkardeşçik sormuş:
- Beni koruyamaz mısınız?
- Hayır, demişler, çünkü biz her akşam bir çeyrek saat kuğu derilerimizi
çıkarıp bu zaman içinde insan kılığımıza girebiliyoruz. Fakat sonra yine kuğu
kuşu oluyoruz.
Kızkardeşçik sormuş:
- Büyüden kurtulamaz mısınız?
- Hayır, demişler, koşullar çok ağır. Senin altı yıl ne gülüp, ne de
söylememen gerek, hem de bu zamanda bize yıldız çiçeklerinden altı tane
gömlek dikmelisin. Ağzından bir tek sözcük çıktı mı, bütün emekler boşa
gider.
Oğlan kardeşler bunları söylerken bir çeyrek de tamam olmuş. Yeniden
kuğu kuşu olmuşlar, uçarak pencereden çıkıp gitmişler.
Fakat kızkardeş, yaşamı pahasına da olsa ağabeylerini kurtarmaya kesin
olarak karar vermiş. Kulübeden ayrılmış, ormanın ortasına gitmiş; bir ağacın
üstüne oturmuş, geceyi orada geçirmiş. Ertesi sabah gitmiş, yıldız çiçekleri
toplamış, dikişe başlamış. Kimseyle konuşmuyormuş. Gülmek de içinden
gelmiyormuş. Orada oturmuş, yalnızca kendi işine bakıyormuş. Uzun zaman
böyle geçtikten sonra günün birinde ülkenin kralı ormanda ava çıkmış.
Avcıları, üzerinde kızın oturduğu ağacın yanına gelmişler. Kıza seslenmişler:
- Kimsin sen? demişler. Fakat kız karşılık vermemiş.
- Aşağıya in, yanımıza gel! Sana bir zararımız dokunmaz! demişler. Kız
yalnızca başını sallamış. Adamlar daha çok soruyla sıkıştırınca kız altın
gerdanlığını onlara atmış, onları böylelikle avutacağını sanmış. Fakat adamlar
vazgeçmemişler. O zaman kız kemerini atmış. Bunun da yararı olmayınca
çorap bağlarını, daha sonra da arka arkaya üzerinde saklayabildiği ne varsa
hepsini atmış. Öyle ki, gömleğinden başka bir şeyi kalmamış.
Fakat avcılar bunları alıp gitmemişler. Ağaca çıkmışlar, kızı tutup aşağı
indirmişler, kralın huzuruna götürmüşler. Kral sormuş:
- Kimsin? Ağacın üstünde ne yapıyorsun? demiş; fakat kız yanıt vermemiş.
Kral bildiği dillerin hepsiyle kıza sormuş, ama kız, bir balık gibi dilsiz
durmuş. Fakat kız çok güzel olduğu için kralın yüreği yumuşamış; kıza karşı
büyük bir sevgi duymuş. Kızı mantosuna sarmış, atının üstüne, kendi önüne
bindirmiş. Sarayına götürmüş. Burada kıza ağır süslü giysiler giydirmiş. Kız
güzelliğiyle aydınlık bir gün gibi parıldamış, fakat ağzından bir sözcük bile
alınamamış. Kral kızı sofrada yanına oturtmuş. Kızın yüzündeki gönülsüzlük
çizgileriyle terbiyesi kralın o kadar hoşuna gitmiş ki:
- Dünyada başka kimseyle değil, bununla evlenmeyi çok istiyorum, demiş.
Birkaç gün sonra da onunla evlenmiş.
Gel gelelim, kralın kötü yürekli bir annesi varmış. Bu evlenmeden
hoşlanmamışmış. Genç kraliçe hakkında kötü şeyler söylüyormuş:
- Bu konuşmayan şıllık kimbilir nereden gelmiştir? Bir krala layık değil
bu! diyormuş.
Bir yıl sonra kraliçe ilk çocuğunu dünyaya getirince kocakarı çocuğu
yanından almış, uyku arasında ağzına kan sürmüş. Bunun üzerine krala
gitmiş, kadının bir yamyam olduğunu yana yakıla haber vermiş. Kral buna
inanmak istememiş; kadına bir kötülük edilmesine günlü razı olmamış.
Kadınsa oturup durmadan gömlekleri dikiyor, başka bir şeye aldırış
etmiyormuş.
Ertesi sefer, kadın yine güzel bir oğlan doğurunca kötü yürekli kaynana
aynı oyunu oynamış. Fakat kral onun sözlerine inanma kararını verememiş,
demiş ki:
- O böyle bir şeyi yapamayacak kadar iyi yürekli, dini bütün bir kadındır.
Dilsiz olmayıp da kendini savunabilseydi suçsuzluğu ortaya çıkardı. Fakat
üçüncü kez de kocakarı yeni doğan çocuğu aşırıp kendini savunmak için bir
söz söylemeyen kraliçeyi suçlayınca; kral onu mahkemeye vermekten başka
bir şey yapamamış. Mahkeme de kadının ateşte yakılarak öldürülmesine
karar vermiş.
Yargının yerine getirileceği gün, kızın ne gülüp ne de söyleyemeyeceği altı
yılın da sonuncu günüymüş. Kız da sevgili ağabeylerini büyünün etkisinden
kurtarmış bulunuyormuş. Altı gömlek tamamlanmışmış. Yalnızca
sonuncunun henüz sol kolu yokmuş. Kadın odun yığınına götürülürken
gömlekleri koluna almış. Yukarıda durup da tam ateş tutuşturulacağı sırada
kadın çevresine bakınmış: Altı kuğu kuşu havadan oraya doğru geliyorlarmış.
O zaman kadın, kurtuluşunun yaklaştığını anlamış, yüreği sevinçle yerinden
oynamış. Kuğular hışırdayarak kadına doğru gelmişler; o kadar aşağı inmişler
ki, kadın gömlekleri üzerlerine atabilmiş. Bunlar kendilerine dokunur
dokunmaz kuğu derileri düşmüş: ağabeyleri insan kılığında yakışıklı, dipdiri
karşısına dikilmiş. Yalnızca en küçüklerinin sol kolu yokmuş, buna karşılık
sırtında bir kuş kanadı varmış. Kucaklaşıp öpüşmüşler. Kraliçe, şaşkınlıktan
ne yapacağını bilmeyen krala gitmiş, konuşmaya başlamış:
- Çok sevgili kocam, artık konuşabilirim; suçsuz olduğumu bir düzenle
suçlu çıkarıldığımı açıkça söyleyebilirim, diye üç çocuğunu yanından alıp
saklayan kocakarının oyununu anlatmış. O zaman çocukları bulup
getirmişler. Kral çok sevinmiş. Kötü yürekli kaynana ceza olarak odun
yığının üzerine bağlanmış, kül oluncaya kadar yakılmış. Gerek kral, gerekse
altı ağabeysiyle birlikte kraliçe uzun yıllar dirlik düzenlik içinde yaşamışlar.
 

Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız

Editörün Son Yazıları

probiyotik

Çile

probiyotik

Yattığım Kaya

probiyotik

Kaldırımlar

probiyotik

Islak Gül

Editörlerin Son Yazıları

kaptanfilozof06

Hindistan'da İlginç Olay

probiyotik

Çile

bubble30

İÇİNDEKİ CEVHERİ KORUYANLAR

Nielawore

"HALİME TERCÜMANDIM"

Bizden haberdar olmak için mail listemize kayıt olun