ALTIN ÇOCUKLAR
Evvel zaman içinde yoksul bir karı kocanın küçücük bir kulübeden başka
bir şeyleri yokmuş. Bugün bulup bugün yerlermiş. Tuttukları balıklarla
geçinip giderlermiş. Günün birinde adam su kıyısında oturmuş; ağlarını suya
atmış. Bunları karaya çektiği zaman içinden som altın bir balık çıkmasın mı?
Adam şaşkın şaşkın balığa bakarken hayvan dile gelmiş; demiş ki:
- Balıkçı, sözüme kulak ver! Beni yine suya atarsan, oturduğun kulübeyi
koskocaman bir saraya çeviririm!
Balıkçı şöyle demiş:
- Yiyecek bir şeyim olmadıktan sonra sarayı ne yapayım?
Altın balık:
- Elbet bu da düşünülecek! demiş, sarayda büyük bir dolap olacak.
Kapağını açtığın zaman, içinde en güzel yiyeceklerle dolu istediğin kadar
tabak bulunacaktır.
Adam:
- Öyleyse istediğini yapacağım! demiş.
Balık:
- Pek güzel ama bunun için koşulum var: Bu talihe nasıl erdiğini dünyada
hiç kimseye söylemeyeceksin. Ağzından bir sözcük kaçırdın mı, hepsi yok
olup gider.
Bunun üzerine adam sihirli balığı suya atmış, evine dönmüş. Evvelce
kulübesinin bulunduğu yerde şimdi koskoca bir saray duruyormuş.
Adamcağız gözlerine inanamamış. İçeri girmiş. Karısını süslü bir odada,
güzel, pırıl pırıl giysiler içinde oturur bulmuş. Kadın çok sevinçliymiş:
- Nasıl oldu da her şey birdenbire değişiverdi? diye sormuş. Bunlar o kadar
hoşuma gidiyor ki...
Adam:
- Evet, demiş, benim de hoşuma gidiyor... Ama karnım çok acıktı. Haydi
bana bir parça yiyecek ver!
Kadın:
- Bir şeyler yok... Hem bu yeni evde nereden ne bulacağımı bilmiyorum!
demiş.
- Adam:
- Merak etme... Şurada kocaman bir dolap görüyorum. Hele onu bir aç
bakalım...
Kadın dolabı açmış: İçinde börek, et, yemiş, şarap duruyormuş. Kadın
sevincinden bir kahkaha atmış. Kocasına seslenmiş:
- Canın ne istiyorsa söyle, şekerim...
Sofraya oturmuşlar, yemişler, içmişler. Karınları doyunca kadın sormuş.
- Bu bolluk, bu zenginlik nereden çıktı kuzum?
Kocası demiş ki:
- Bunu hiç sorma... Söyleyemem... Eğer bir kimseye ağzımdan bir söz
kaçırırsam, bütün bu mutluluğumuz yine yok olup gider...
Bunun üzerine kadın:
- Pekâlâ, demiş, mademki bilmemem gerek; ben de öğrenmek için can
atacak değilim ya!
Fakat kadın bu sözleri içinden gelerek söylememiş. Gece gündüz rahatı
kalmamış.
Kocasını durmadan sıkıştırıyormuş. Sonunda adam dayanamamış; bütün
bunların, tutup yine bıraktığı sihirli bir altın balığın işi olduğunu anlatmış.
Fakat bu sözleri biter bitmez o güzel sarayla, içindeki dolap ortadan
kayboluvermiş. Karı koca kendilerini yine o eski balıkçı kulübesinin içinde
bulmuşlar.
Adamcağız yine eski işine dönmüş; balık tutmaya başlamış. Fakat bu kez
de talih kendisine bir daha yardım etmiş: Günün birinde altın balık yine
oltasına düşmüş. Balık dile gelerek:
- Dinle, demiş, beni yine suya atarsan hem o sarayı, hem de kebaplarla,
haşlamalarla dolu dolabı geri veririm. Ama dilini tutacaksın, bundan kimseye
bir şey söylemeyeceksin.
Sözünde durmazsan onlar yine elinden gider!
Balıkçı:
Bu kez dilimi tutacağım, demiş, balığı suya atmış.
Evde her şey eski parlaklığına dönmüş. Kadın sevincinden ne yapacağını
bilemiyormuş.
Ancak her şeyi öğrenme merakı ona yine rahat vermiyormuş. Birkaç gün
sonra bu işin nasıl olduğunu kocasından sormaya başlamış; adamcağız epey
bir süre susmuş. Fakat kadın canını o kadar sıkmış ki, sonunda dayanamamış,
her şeyi anlatmış. Anlatmış ama o anda saray ortadan kayboluvermiş. İkisi de
kendilerini yine eski kulübelerinde bulmuşlar.
Adam:
- İşte, demiş, ettiğini beğendin mi? Şimdi yine yarı aç, yarı tok ömrümüz
günümüz tükensin de gör!
Karısı:
- Nereden geldiğini bilmediğim bir zenginliği ne yapayım sanki! İçim rahat
olmadıktan sonra!.. demiş.
Adamcağız yine balık tutmaya gitmiş. Bir süre sonra altın balığı üçüncü
kez tutmuş. Balık yine dile gelerek:
- Dinle, demiş, anlıyorum ki, senin elinden kurtulamayacağım. Ne
yapalım, bari beni evine götür... Altı parçaya böl.. Bu parçalardan ikisini
karına ver, yesin. İkisini atına ver, iki parçamı da toprağa göm... Bunu
yaparsan sana yararı dokunur.
Adam balığı almış, eve götürmüş, dediklerini yapmış.
Gel zaman, git zaman... Toprağa gömdüğü iki parçadan iki altın zambak
çıkmış. At, altından iki tay doğurmuş. Karısı da som altından iki çocuk
dünyaya getirmiş.
Çocuklar büyümüş, uzun boylu, yakışıklı birer delikanlı olmuşlar
Zambaklarla taylar da onlarla birlikte büyümüşler.
Günün birinde çocuklar:
- Baba, demişler, biz altın atlarımıza binerek dünyayı dolaşmak istiyoruz!
Balıkçı, buna biraz canı sıkılarak:
- Siz gittikten sonra ben sizlerden haber alamazsam buna nasıl dayanırım?
demiş.
Bunun üzerine çocuklar:
- Şu iki altın zambak burada kalıyor. Onlara bakın; bizim ne durumda
bulunduğumuzu öğrenirsiniz. Eğer onlar taptaze duruyorlarsa sağlıklıyız
demektir. Solarlarsa anlayın ki hastayız... Eğer çiçekler kuruyup dökülürlerse
anlarsınız ki öldük! demişler. Atlarına atlayıp gitmişler.
Bir hana varmışlar. Han kalabalıkmış. Bunlar iki altın çocuğu görünce
gülüşmeye, alay etmeye başlamışlar. Bu alayı işiten delikanlılardan biri çok
sıkılmış, yoldan vazgeçmiş; geri dönerek eve, babasının yanına gelmiş. Fakat
öbür oğlan atına atlayarak yoluna devam etmiş. Gide gide sonunda büyük bir
ormana varmış. Atını ormanın içlerine sürmek istediği sırada adamlar
kendisine seslenmişler:
- Bu ormandan geçemezsiniz, demişler. Burası haydutlarla dolu... Size
kötülükleri dokunur. Hele hem sizin, hem de atınızın altından olduğunuzu
görürlerse kesin sağ bırakmazlar.
Oğlan bu sözlere kulak asmamış:
- Bu ormandan kesinlikle geçip gitmeliyim demiş.
Birkaç ayı postu alarak sarınmış. Atını da bunlara sarmış. Böylelikle
ikisinin de altından oldukları gözlerden saklanmış. Sonra oğlan iç rahatlığıyla
ormana dalmış.
Ormanda bir süre yol aldıktan sonra çalıların arasında bir hışırtı olmuş.
Delikanlı birbiriyle konuşan insan sesleri duymuş. Bir yandaki:
- İşte biri geliyor! diye sesleniyormuş.
Öbür yandaki de:
- Bırak yoluna gitsin... Baksana, sırtında ayı postu var.... Yoksulun,
çulsuzun biri... Nesini alacağız sanki?..
Bunun üzerine altın çocuk atını sürmüş. Kimseden zarar görmeden sağ ve
esen ormandan çıkmış. Günün birinde bir köye gelmiş. Burada bir kız
görmüş. Bu kız o kadar güzelmiş ki, oğlan dünyada bundan daha güzel kız
olamaz, sanmış. Kıza tutulmuş. Yanına gitmiş:
- Seni candan sevdim, demiş, benim karım olur musun?
Oğlan da kızın hoşuna gitmişmiş:
- Olurum! demiş. Ömrüm oldukça da sana bağlı kalırım!
Hemen düğün hazırlıklarına başlamışlar. Bunlar sevine dursunlar, kızın
babası eve gelmiş.
Kızının düğün hazırlıkları yaptığını görünce şaşırıp kalmış:
- Damat nerde? diye sormuş.
Kendisine altın çocuğu göstermişler. Fakat oğlanın üzerinde hâlâ ayı postu
duruyormuş.
Baba bunu görünce çok kızmış:
- Ayı postlu bir adam benim kızımı alamaz! diye bağırmış. Oğlanı
öldürmeye kalkmış.
Kız dili döndüğü kadar babasına yalvarmaya başlamış:
- Aman babacığım demiş, o benim artık kocam oldu. Hem onu öyle
seviyorum ki...
Sonunda adam biraz yatışmış. Fakat bu işe bir türlü aklı yatmamış. Ertesi
gün erkenden kalkmış. Kızının kocasını bir daha görmek, onun serseri bir
dilenci olup olmadığını anlamak istemiş.
Yatakta yakışıklı, altından bir oğlanın yattığını, ayı postunun da odanın bir
köşesine atılmış olduğunu görünce geri dönmüş:
- İyi ki dün kendimi tutmuşum... Yoksa elimden çok büyük bir kötülük
çıkacakmış! diye söylenmiş.
Altın çocuk o gece düşünde ava gittiğini, güzel bir geyik kovaladığını
görmüş. Ertesi sabah uyanınca nişanlısına:
- Ben ava gidiyorum! demiş.
Kızın içine bir korku düşmüş. Evde kalması için oğlana yalvarmış:
- Başına büyük bir yıkım gelebilir!.. demiş.
Fakat oğlan:
- Kesinlikle gitmem gerek! demiş. Kalkmış, evden çıkarak ormanın yolunu
tutmuş.
Aradan çok geçmeden karşısına düşünde gördüğüne pek benzer, gösterişli
bir geyik çıkmış.
Oğlan silahına davranmış; geyiği vurmak istemiş; fakat geyik bir sıçrayışta
oradan uzaklaşmış. Oğlan hendekler, çalılar aşarak bütün gün geyiği
kovalamış ama yorulmamış.
Akşam üzeri geyik kaybolmuş. Altın çocuk çevresine bakınarak giderken
küçük bir evin önünde durmuş. Bu evde bir cadı otururmuş. Oğlan kapıyı
çalmış. Yaşlı bir kadın kapıyı açıp sormuş:
- Bu koca ormanın ortasında böyle geç vakit ne arıyorsun?
Oğlan:
- Bir geyik gördünüz mü? demiş. Kadın:
- Evet, demiş, o geyiği tanırım...
Kocakarıyla birlikte kulübeden çıkan bir köpek, oğlanın yüzüne karşı sert
sert havlıyormuş. Oğlan köpeğe:
- Sesini kısacak mısın, yoksa seni geberteyim mi? diye bağırmış. Cadı
bunu duyunca kızmış:
- Ne?.. Köpeğimi mi öldüreceksin? diye haykırmış; o anda oğlancığı taş
yapıvermiş.
Oğlanın zavallı genç nişanlısı boş yere günlerce yolunu beklemiş:
- Aklıma gelen başıma geldi işte! demiş.
Eve dönmüş olan öbür oğlan kardeşi, altın zambakların yanında dururken,
bunlardan birinin birdenbire kopup düştüğünü görmüş:
- Aman Tanrım, diye bağırmış, kardeşimin başına büyük bir yıkım geldi
galiba... Hemen yola çıkmalıyım... Belki onu kurtarabilirim!..
Babası:
- Gitme, demiş, seni de kaybedersem benim durumum nice olur sonra?
Fakat oğlan:
- Kesinlikle gitmeliyim, demiş, herhalde gitmeliyim!
Altın atına atlayarak yola çıkmış; kardeşinin taş kesilerek yattığı büyük
ormana varmış.
Cadı evinden çıkmış; oğlana seslenmiş. Onu da kardeşi gibi yapmak
istemiş ama delikanlı cadıya yaklaşmamış:
- Kardeşimi diriltmezsen seni vurup gebertirim! demiş.
Cadı istemeye istemeye taştan delikanlının yanına gitmiş. Parmağıyla
dokununca oğlan canlanmış.
İki altın çocuk birbirlerine kavuştukları için çok sevinmişler;
kucaklaşmışlar, öpüşmüşler.
Sonra atlarına binerek ormandan çıkmışlar. Oğlanlardan biri nişanlısının
yanına, öbürü babasının evine dönmüş.
O zaman baba:
- Kardeşini kurtardığını anlamıştım, demiş, çünkü altın zambak birdenbire
doğruldu, yeniden çiçekler açtı.
Bundan sonra ömürlerinin sonuna kadar neşe, mutluluk içinde yaşamışlar.
Yorum yazmak için lütfen giriş yapınız